“Hayır
Allah’tan, şer nefsimizdendir.”
İmanın şartlarındaki, hayır
da şer de ALLAH’tandır sözü tasarruf rızasının sahipleri olan NEBİ, RESUL ve
DEVRİN İMAMLARI için geçerlidir. Yoksa Allahtan bize gelen her şey hayırdır.
72/CİN
– 26: Âlimul gaybi fe lâ
yuzhiru alâ gaybihî ehadâ (ehaden).
O (Allah), gaybı bilendir.
Fakat O, gaybını hiç kimseye zahir etmez (bildirmez).
Allah gaybı bilendir. Fakat O, zamanı
sıfırlayan sonsuz hızı sebebiyle, bizlere göre gelecekte yaşanacak her şeyi
bilir. Ayrıca bütün âlemleri yaratan Allah olduğu için, her âlem diğer âlemlere
göre gayb olduğu yani bilinmediği halde Allah'a göre gayb değildir. Allah gaybı
kimseye bildirmez. Ama dilediğine gösterir.
72/CİN
– 27: İllâ menirtedâ min resûlin
fe innehu yesluku min beyni yedeyhi ve min halfihî rasadâ (rasaden).
Resûllerden razı oldukları (tasarruf rızasına ulaşmış olanları) hariç! O
taktirde, muhakkak ki O (Allah), onların önünden ve arkasından gözetenler
sevkeder ki.
Allah'ın Tasarruf Rızasına
ulaşmış olan Devrin İmam'ları hariç, Allah gaybı kimseye bildirmez. Allah;
Tasarruf Rızasına ulaşmış olan Devrin İmam'larının üzerlerinde, önlerinden
arkalarına kadar uzanan, çok sayıda koruyucu melek gönderir ki...
3/ÂLİ İMRÂN-179: Mâ kânallâhu li
yezerel mu’minîne alâ mâ entum aleyhi hattâ yemîzel habîse minet
tayyib(tayyibi), ve mâ kânallâhu li yutliakum alel gaybi ve lâkinnallâhe
yectebî min rusulihî men yeşâu fe âminû billâhi ve rusulih(rusulihî), ve in
tu’minû ve tettekû fe lekum ecrun azîm(azîmun).”
Allah, habis olanı (kötüyü), temiz olandan (mü'min olanı, mü'min
gözükenden) ayırıncaya kadar mü'minleri, sizin bulunduğunuz hâl üzere (mü'min
olanla mü'min gözükenin bir arada olduğu bir durumda) terk edecek değildir. Ve
Allah sizi gayba muttali edecek (gaybı bildirecek) değildir. Ve lâkin Allah,
resûllerinden dilediği kimseyi seçer (gaybı o resûlüne bildirir). O halde,
Allah'a ve O'nun resûllerine îmân edin. Ve eğer âmenû olur ve takva sahibi
olursanız, o zaman sizin için "Büyük Ecir" vardır.
Bu tasarruf rızasını
sahipleri olan Nebi ve Veli Resuller, devrin imamıdırlar. Allah gaybı yalnızca
onlara bildirir. Onlar kendi nefisleri ile hareket etmezler. Ne yaparlarsa
onlara onu yaptıran ALLAH’tır.
53/NECM
– 3: Ve mâ yentıku anil
hevâ.
Ve o, hevasından
(kendiliğinden) konuşmaz.
Hz. Muhammed (S.A.V) Efendimiz bir
peygamberdi ve Kendi iradesiyle konuşmazdı. O'nu Allah konuştururdu. Yani
Allah'ın tasarrufu altındaydı.
53/NECM
– 4: İn huve illâ vahyun
yûhâ.
(O'nun söyledikleri), sadece O'na
vahyolunan vahiydir.
O sadece Allah'ın vahyettiğini
söyleyebileceği için bütün söyledikleri Allah'ın, O'na söylettikleridir.
Peygamber efendimiz bir gün
eşraftan kişilere ALLAH’a ulaşma talebini anlatmakta iken, bir âmâ olan
Abdullah bin Ümmi Mektum geldi ve
Peygamberimiz konuşurken ona bazı sorular sordu. Peygamberimiz cevap vermedi ve
yüzünü buruşturdu. Bunun üzerine Rabbimiz ABESE Suresini indirdi.
80/ABESE-1: Abese ve tevellâ.
Huzursuz oldu (yüzünü buruşturdu). Ve başını çevirdi
(ilgilenmedi).
Hz. Muhammed (S.A.V),
müşriklerin ileri gelenlerini, grup grup toplayıp, onlara İslâm'ı kabul
ettirmeğe çalışıyordu. Böyle bir toplantı sırasında, âmâ olan Abdullah bin Ümmi
Mektum yanına gelip “Öğrettiklerini bana da öğret” diyerek birkaç kere sözünü
kesti. Hz. Muhammed (S.A.V), bu durumdan huzursuz oldu, gayri ihtiyari
huzursuzluğu yüzüne aksetti. Bu durumda onunla ilgilenmeyip, bir şey
söylemeyerek başını çevirdi, tebliğine devam etti.
Bu ayetten sonra, Abdullah bin
Ümmi Mektum'un gönlünü hoş etmiştir.
80/ABESE-2: En câehul a’mâ.
Âmâ olan bir kişinin ona gelmesi (sebebiyle).
Kör olan Abdullah bin Ümmi
Mektum'un yanına gelmesi sebebiyle Hz. Muhammed (S.A.V)'in huzursuz olduğu ve
başını diğerlerine çevirdiği anlatılıyor.
80/ABESE-3: Ve mâ yudrîke leallehu
yezzekkâ.
Ve sen bilemezsin, umulur ki böylece o tezkiye olur.
80/ABESE-4: Ev yezzekkeru fe tenfeahuz
zikrâ.
Veya öğüt alır, böylece bu öğüt ona fayda verir.
Tezkiye olmasa yani
nefsinin kalbinin yarıdan fazlası nurla dolmasa bile, belki senin
söylediklerinden öğüt alır ve Allah'a ulaşmayı diler ve cehennemden
kurtulabilir.
80/ABESE-5: Emmâ menistagnâ.
Fakat kendini müstağni gören (bir şeye muhtaç olmadığını sanan) kimse.
Diğeri ise Allah'a ulaşmayı
dilemeyen, buna ihtiyaç hissetmeyen bir kişi.
80/ABESE-6: Fe ente lehu tesaddâ.
Oysa sen, ona yöneliyorsun.
Halbuki sen Allah'a ulaşmayı
dilemek üzere sana gelip bilgi isteyen, kör olan Ümmi Mektum ile değil de,
Allah'a ulaşmayı dilemeye ihtiyaç duymayan, bu konu ile ilgilenmeyenle meşgul
oluyorsun.
80/ABESE-7: Ve mâ aleyke ellâ yezzekkâ.
Ve onun tezkiye olmamasında, senin üzerinde bir sorumluluk yoktur.
Senin yöneldiğin kişi
tezkiye olmayı istemediği için, senin üzerinde onunla ilgili bir sorumluluk
yoktur.
80/ABESE-8: Ve emmâ men câeke yes’â.
Halbuki sana koşarak gelen kimse.
Ama koşarak sana gelen,
gözleri kör olan kişi Allah'a ulaşmayı dileyecek bir huşû ile sana gelmiştir.
80/ABESE-9: Ve huve yahşâ.
Ve o huşû duyuyor.
O huşû duyuyor. Yani sen
onunla ilgilenerek “Allah'a ulaşmayı dile!” deseydin, onun Allah'a ulaşmayı
dilediğini görecektin.
80/ABESE-10: Fe ente anhu telehhâ.
Oysa sen, onunla ilgilenmiyorsun.
Bunun üzerine Müşrikler Allah Peygamberi
cezalandırdı dediler. Fakat o hareketi Peygamberimize, diğer insanlara örnek
olması için yaptıran Allah c.c. idi. Bunu diğer insanlar anlayamadılar. Bundan
sonra;
Rabbimiz Peygamber efendimiz
için, senden meydana gelen her şey, hayır da şer de Allah’tandır diyerek, Nebi,
Resul ve Devrin imamları tarafından meydana gelen her şey Allah tarafından
meydana getirilir buyurmaktadır.
4/NİSA
– 78: Eyne mâ tekûnû
yudrikkumul mevtu ve lev kuntum fî burûcin muşeyyedeh (muşeyyedetin), ve in
tusıbhum hasenetun yekûlû hâzihî min indillâh (indillâhi), ve in tusıbhum
seyyietun yekûlû hâzihî min ındik (ındike), kul kullun min ındillâh
(ındillâhi), fe mâli hâulâil kavmi lâ yekâdûne yefkahûne hadîsâ (hadîsen).
Nerede olursanız olun,
ölüm size ulaşır. Hatta sağlam kalelerde bulunsanız bile. (Senden dolayı)
onlara bir iyilik isabet ederse: “Bu Allah'tandır. ” derler. Bir kötülük isabet
ederse: “Bu senin tarafındandır. ” derler. De ki: “Hepsi Allah'ın katındandır.
” Bu topluluğa ne oluyor ki söz anlamaya yanaşmıyorlar?
Peygamber Efendimiz (SAV)
tasarruftaydı. Yani onu Allah konuşturur ve yaptıklarını Allah yaptırırdı.
Peygamber Efendimiz (SAV) onları üzen bir olaya sebeb olduğu zaman o olayı şer
zannediyorlardı, sevindiren olayları da hayır zannediyorlardı. Oysa ki her iki
olayda aslında Allah tarafından vücuda geldiği için sevindiren olaylarda, üzen
olaylarda “HAYIR” idiler. Allah’ın sebep olduğu her olay kaderdir. Ve kader hiç
bir zaman şer (derecat kaybettiren olay) olamaz. Allah’ın üzerimizde
oluşturduğu olaylardan derecat kazanabiliriz ama asla deracat kaybedemeyiz.
Yani şerrin Allah’tan gelmesi mümkün değildir. Olay bize zarar verirse, derecat
kaybetmek şöyle dursun, deracat kazanırız. Olay bize fayda sağlarsa gene
derecat kaybetmeyiz. Öyleyse Allah’ın oluşturduğu kader müessesi ya fayda ya da
zarar verir. Ama ikisinde de derecat kaybetmeyiz. Öyleyse Allah bize ne yaparsa
yapsın bu yaptığı şey şer olamaz, bu mümkün değildir.
8/ENFÂL-17:
Fe lem taktulûhum ve lâkinnallâhe katelehum, ve mâ remeyte iz remeyte ve
lâkinnallâhe remâ, ve li yubliyel mu’minîne minhu belâen hasenâ(hasenen),
innallâhe semîun alîm(alîmun).
Onları siz öldürmediniz
ama onları Allah öldürdü. Ve attığın zaman da sen atmadın ama Allah attı. Ve
Allah, mü'minleri Kendisinden ahsen belâ ile imtihan eder. Muhakkak ki Allah,
işitendir ve bilendir.
53/NECM – 3: Ve mâ yentıku anil hevâ.
Ve o, hevasından
(kendiliğinden) konuşmaz.
28/KASAS-68:
Ve rabbuke yahluku mâ yeşâu ve yahtâr(yahtâru), mâ kâne lehumul
hıyarat(hıyaratu), subhânallâhi ve teâlâ ammâ yuşrikûn(yuşrikûne).
Ve Rabbin, dilediğini
yaratır ve seçer. Ve seçim hakkı onlara ait değildir. Allah Sübhan'dır
(münezzehtir) ve (onların) şirk koştukları şeylerden yücedir.
Seçim, Allah'ındır. Allah,
insanların çok büyük bir kısmını kendisine seçer. Allah'ın seçtiği kullar,
Allah'a ulaşmayı dilemeleri için seçilirler. Onlardan kim Allah'a ulaşmayı
dilerse sadece onlar kurtuluşa ulaşırlar. Bunlar çok küçük bir azınlıktır. Kulun
Allah'a ulaşmayı dilemek dışında bir tercih hakkı yoktur.
72/CİNN-21:
Kul innî lâ emliku lekum darren ve lâ reşedâ(reşeden).
De ki: “Muhakkak ki ben,
size bir zarar verme ve sizi irşad etme gücüne malik (sahip) değilim.”
De ki: “Muhakkak ki ben bir peygamber
sıfatıyla tek başıma, Allah'ın yardımı olmaksızın, size bir zarar verme veya
sizi irşad etme gücüne sahip değilim. Sizleri ancak Allah'ın emri ve yardımı
ile irşad edebilirim.”
7/A'RÂF-188:
Kul lâ emliku li nefsî nef’an ve lâ darran illâ mâşaallâh(mâşaallâhu), ve lev
kuntu a’lemul gaybe lesteksertu minel hayri ve mâ messeniyes sûu in ene illâ
nezîrun ve beşîrun li kavmin yu’minûn(yu’minûne).
De ki: “Allah'ın dilemesi
hariç, ben kendime fayda veya zarar verecek güce malik değilim. Eğer ben gaybı
bilseydim, hayrı mutlaka çoğaltırdım, bana bir kötülük dokunmazdı. Ben ancak
mü'min olan kavim için bir nezir (uyaran) ve müjdeleyiciyim.”
Hz. Muhammed (SAV) Efendimiz,
Allah’ın tasarrufundadır. Allah’ın kendisine yaptırdığı her fiil onun için
hasenattır eğer tasarrufta olmasaydı seyyiat işleyebilirdi. O zaman nefsinde ki
afetlerin vücuda getirdiği bir olay olurdu ve deracat kaybederlerdi diye
düşünebiliyor olabilirler. Ama nefsindeki bütün afetler daimi zikir sebebi ile
yok olduğu için şer işlemesi mümkün değildir.
Ama normal insanlar için bu
geçerli değildir. Allah’a göre hayır, bize derecat kazandıran fiiller, şer ise,
bize derecat kaybettiren fiillerimizdir
2/BAKARA
– 216: Kutibe aleykumul
kitâlu ve huve kurhun lekum, ve asâ en tekrehû şey’en ve huve hayrun lekum, ve
asâ en tuhıbbû şey’en ve huve şerrun lekum vallâhu ya’lemu ve entum lâ ta’lemûn
(ta’lemûne).
Savaş, o sizin için kerih olsa da (hoşunuza gitmese de) üzerinize
farz kılındı. Ve hoşlanmayacağınız bir şey olur ki, o, sizin için bir hayırdır.
Ve seveceğiniz bir şey olur ki, o, sizin için bir şerrdir. Ve (bütün bunları)
Allah bilir, siz bilmezsiniz.
Savaş, ölmek veya öldürmektir. Onun
için kıtal ismini kullanmıştır Allahütealâ. Burada katletme müessesesi, insanı
öldürmek vardır.
Ayet-i kerime, Allah'a ve
insana göre ölçülerin ne kadar değişik değerlendirildiğini çok açık bir şeklide
ifade etmektedir. Allah'a göre hayır, derecat kazandıran; şer ise kaybettiren
bütün olaylardır. derecat kazandıran olaylar Kur'an’ı Kerim'de genel
anlamda hayır, sevap, hasenat olarak geçmektedir: Bunların
karşıtları da şerr, günah ve seyyiattir.
Çaldığı mal için memnun olan
hırsız her hırsızlık yaptığında derecat kaybeder. Malı çalınan kişi ise
üzgündür. Çünkü ondan beklediği faydaya ulaşamamıştır. Böyle bir dizaynda malı
çalınan kişi hayra üzülmektedir. Hırsız onun malını çaldığı için kaybettiği
dereceler malı çalınana pozitif olarak kaydedilmiştir. Onu hayra ulaştırmıştır.
Olaylarda kişinin sevinmesi veya üzülmesi Allah'ı hiç alâkadar etmez. Sevinmeye
göre olaylar hayır; üzülmeye göre şer olmaz. Vatanın tehlikeye düştüğü bir
noktada savaşa katılan bir insan yara aldığında belki canı acır ama bu, onun
için büyük bir hayırdır. Hele şehit olursa hayırların en büyüğüdür.
Eşyanın tabiatı gereği birçok
insan ölümden korkar. Özellikle fizik vücutlar ölüme karşı hassastırlar ve
kişinin fizik vücudu korkuyu yaşar.
Bütün güzellikler Allah'ın
yolunda olmakla birlikte yürür, bütün çirkinlikler de şeytanın yolunda olmakla
yürür. Allah'ın yolunda olan insanlar eninde sonunda sonsuz bir mutluluğa
ulaşacaklardır. İradelerini de Allah'a teslim ettikleri noktada hem cennet
saadetinin hem de dünya saadetinin tamamı onlarındır.
Biz insanlar nefsimize hoş gelen
şeyleri hayır, nefsimize kötü gelen şeyleri şer zannederiz. Allah’tan hiçbir
zaman şer gelmez. Allah’tan gelen her şey, nefsimize kötü gelen her şey
hayırdır. Çünkü Rabbimiz insanları devamlı imtihan etmektedir. Ve onun izni
olmadan hiçbir kimseye hiçbir musibet isabet etmez. Ve biz günahı da sevabı da
kendi nefsimizle işler, cenneti de, cehennemi de kendi nefsimizle kazanırız. O
yüzden, hayır Allah’tan, şer nefsimizdendir.
4/NİSA
– 79: Mâ esâbeke min
hasenetin fe minallâh (minallâhi), ve mâ esâbeke min seyyietin fe min nefsik
(nefsike), ve erselnâke lin nâsi resûlâ (resûlen), ve kefâ billâhi şehîdâ
(şehîden).
Sana
ne iyilik (hasenat) isabet ederse, Allah'tandır. Sana ne kötülük (seyyiat)
isabet ederse, kendi nefsindendir. (Eğer derecat kaybedecek bir şey yapmış
olsaydın.) Ve seni, insanlar için Resûl olarak gönderdik ve Allah şahit olarak
yeter.
45/CASİYE
– 15: Men amile sâlihan
fe li nefsih (nefsihî), ve men esâe fe aleyhâ summe ilâ rabbikum turceûn
(turceûne).
Kim salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, kendi nefsi içindir
(lehinedir). Ve kim kötülük yaparsa, o da kendi aleyhinedir. Sonra Rabbinize
döndürüleceksiniz.
64/TEGABUN
– 11: Mâ esâbe min
musîbetin illâ bi iznillâh (bi iznillâhi), ve men yu'min billâhi yehdi kalbeh
(kalbehu), vallâhu bikulli şey'in alîm (alîmun).
Allah'ın izni olmadıkça bir musîbet isabet etmez. Ve kim Allah'a
îmân ederse (âmenû
olursa), (Allah) onun kalbine ulaşır. Ve Allah, herşeyi en iyi bilendir.
HER İŞTE BİR HAYIR VARDIR
Bir zamanlar Afrika’daki bir ülkede
hüküm süren bir kral vardı. Kral, daha çocukluğundan itibaren arkadaşı olduğu,
birlikte büyüdüğü bir dostunu hiç yanından ayırmazdı. Nereye gitse onu da beraberinde götürürdü.
Kralın bu arkadaşının ise değişik bir huyu vardı. İster kendi başına gelsin,
ister başkasının, ister iyi olsun ister kötü, her olay karşısında hep aynı şeyi
söylerdi:
“Bunda da bir hayır vardır.”
Bir gün kralla arkadaşı birlikte ava
çıktılar. Kralın arkadaşı tüfekleri dolduruyor, krala veriyor, kral da ateş
ediyordu. Arkadaşı muhtemelen tüfeklerden birini doldururken bir yanlışlık
yaptı ve kral ateş ederken tüfeği geriye doğru patladı ve karalın başparmağı
koptu. Durumu gören arkadaşı her zamanki sözünü söyledi:
“Bunda da bir hayır var.”
Kral öfke ve acıyla bağırdı: “Bunda
hayır falan yok ! Görmüyor musun, parmağım koptu”
Ve sonra da kızgınlığı geçmediği için
arkadaşını zindana attırdı. Bir yıl kadar sonra, kral insan yiyen kabilelerin
yaşadığı ve aslında uzak durulması gereken bölgede birkaç adamıyla birlikte
avlanıyordu. Yamyamlar onları ele geçirdiler ve köylerine götürdüler. Ellerini,
ayaklarını bağladılar ve köyün meydanına odun yığdılar. Sonra da odunların
ortasına diktikleri direklere bağladılar. Tam odunları tutuşturmaya
geliyorlardı ki; kralın başparmağının olmadığını fark ettiler. Bu kabile ,
batıl inançları nedeniyle uzuvlarından biri eksik olan insanları yemiyordu.
Böyle bir insanı yedikleri taktirde başlarına kötü olaylar geleceğine
inanıyorlardı. Bu korkuyla, kralı çözdüler ve salıverdiler. Diğer adamları ise
pişirip yediler.
Sarayına döndüğünde, kurtuluşunun
kopuk parmağı sayesinde gerçekleştiğini anlayan kral, onca yıllık arkadaşına
reva gördüğü muameleden dolayı pişman oldu. Hemen zindana koştu ve zindandan
çıkardığı arkadaşına başından geçenleri bir bir anlattı.
“Haklıymışsın!” dedi. “Parmağımın
kopmasında gerçekten de hayır varmış. İşte bu yüzden, seni uzun bir süre
zindanda tuttuğum için özür diliyorum. Yaptığım çok haksız ve kötü bir şeydi.”
“Hayır!” diye karşılık verdi
arkadaşı, “Bunda da bir hayır var.”
“Ne diyorsun Allah aşkına “ diye
hayretle bağırdı kral. “Bir arkadaşımı bir yıl boyunca zindanda tutmanın,
neresinde hayır olabilir?”
“ Düşünsene! Ben zindanda olmasaydım,
seninle birlikte orda olurdum, değil mi? Ve sonrasını düşünsene? Bunda da bir
hayır olmasaydı tekrar birlikte olabilir miydik?”
Allah razı
olsun.
Burhan AKSU