SELAMLAŞINIZ VE ARANIZDA
HEDİYELEŞİNİZ,
Allahütealâ
hazretleri selamı bizlere ayette görüldüğü gibi üzerimize farz kılmıştır.
4/NİSÂ-86:
Ve izâ huyyîtum bi tehıyyetin fe hayyû bi ahsene minhâ ev ruddûhâ innallâhe
kâne alâ kulli şey’in hasîbâ(hasîben).
Ve bir selâmla selâmlandığınız
zaman, o taktirde siz, ondan daha güzeli ile selâm verin veya onu (aynen) iade
edin. Muhakkak ki Allah, her şeyi en iyi hesap edendir.
Hz. Muhammed
Mustafa (S.A.V) Efendimiz buyuruyor ki: “İşçinin alın teri kurumadan ücretini
ödeyiniz.” İki insan arasındaki ilişkide (davranış biçiminde), Allah’ın
işçisiyseniz, Allah için çalışıyorsanız, Allahütealâ sizin ücretinizi, mutlaka
verir.
Çünkü sizin, diğer insanlarla olan
ilişkilerinizde muhatabınız Allah’tır. Hiç unutmayın, karşınızdaki kişi bir
vasıtadır. Ona selâm verdiğiniz zaman nefsine uyarak selâm vermediyse,
selâmınız Rabbinize ulaşır ve ücretini Allah’tan alırsınız. Allahütealâ bu
güzelliğin karşılığı olan inşirahı, ruhunuz vasıtasıyla size yaşattırır.
Bizim, dışımızdaki bütün insanlara
vereceğimiz hizmeti istisnasız Allahütealâ kendisine yapılmış kabul ediyor.
Diyelim ki, günde 10 kişi ile
karşılaştınız, 10 kişiye bir nebzecik mutluluk verdiniz ve mutluluk
verebilmeniz için selâm vermeniz lâzım. Selâm, insan hayatında iki tarafın
birbirine kenetlenmesidir.
Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz
buyuruyor ki: “Mü’minler, Müslümanlar birbirine rastlayınca el ele vererek
birbirinin halini sorarlar.” Ve “Bir Müslümanın, başka bir Müslüman kardeşine el
vermesi öpüşmek yerine geçer”. Demek ki iki insan arasındaki sevginin tezahürü,
ele ele vermektir, kucaklaşmaktır. Allahütealâ’nın Resul’ü bunu ifade
etmektedir. Biz de bu güzelliği her seferinde üşenmeden yerine getirelim.
Birçok kişi buna itiraz edebilir. Biz eğer üşenmeden her gün Allah’ı
zikrediyorsak, Allahütealâ’nın zevkini yaşamak üzere her vakit namaz
kılıyorsak, Allah’ın emirlerini yerine getirmek istiyorsak, kucaklaşmak da
Allahütealâ’nın yerine getirmemiz gereken bir emridir. Allahütealâ’nın bu güzel
emrini yerine getirelim, onun huzurunu ve mutluluğunu İnşaallahütealâ
yaşayalım.
Yerin, göğün ordularında savaşta, cephede
olan insanlarla, geride kalan insanlar vardır. Bunlar savaşa katılmazlar ama,
bu insanların duaları belki cephede savaşanlardan çok daha etkili olabilir,
onun gibi...
İki kul, Allah’ın emrettiği hedef
istikametinde yan yana geldiği zaman üçüncüsü Ben olurum diyor Allahütealâ. İki
kul nefsin talebi istikametinde yan yana geldiği zaman üçüncüsü şeytan olur.”
ifadesi gereğince.
Biz eğer kardeşlerimiz içinsek,
kardeşlerimiz de bizim içinse, o zaman Allah bizimle beraberdir. Allahütealâ’nın
sonsuz hazinesinin bereketinin sonu gelmez! O zaman olaylara bu gözlüklerle
bakalım. Birbirimize haset bakışıyla değil, birbirimize sevgi bakışıyla
bakalım, kenetlenelim. Birbirimize yardımlaşma çizgisi içerisinde yan yana
olalım. Daima karşı tarafı hor gören bir nizanın içerisinde değil, aksine
tevazuyla davranan bir kişi olalım. Ve bu şekilde davranabilirseniz, aranızdaki
sevginin daha fazla güçlendiğini, daha fazla birbirinize kenetlendiğinizi
göreceksiniz. Bu veriminizi de artıracaktır. Bu verim, sizin gücünüzden, sizin
zekânızdan kaynaklanmayacak; bu verim iki tarafın da Allahütealâ’nın emrettiği
paralelde aynı hedefe niyetlenmeleri sebebiyle devreye girecektir.
Hz. Ömer (R.A)’in, “Bugün Allah için ne
yaptın?” sualini her saniye kendimize sormalıyız.
O halde Allah Resul’ü “Aranızda sevişerek
selâmı ifşa ediniz.” dediği zaman, bu bizimle başkaları arasındaki sevgiye
vesile olur. Allah’ın Resul’ü “Hediyeleşiniz, zira hediye sevgiyi iki kat eder
ve gönüller arasında küskünlük bırakmaz.” diyor. Allah’ın Resul’ü
“Selâmlaşınız; mü’min kardeşini, seven sevdiğini ona bildirsin.” diyor. Ve
Allah’ın Resul’ü “Yardımlaşınız.” diyor. Bu yardımlaşma öyle bir yardımlaşma
ki, Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz: “Zalime de, mazluma da yardım
ediniz.” buyuruyor. Sahâbe soruyor: “Ey Allah’ın Resul’ü, mazluma yardım
edeceğimizi anladık da, zalime niye yardım edelim?” diye sorulduğunda: Resulüllah’ın
cevabı çok manidar: “Zalime yardım ediniz ki onun zulmünü azaltınız.”
6/EN'ÂM-54: Ve izâ câekellezîne yu’minûne bi âyâtinâ fe kul selâmun
aleykum ketebe rabbukum alâ nefsihir rahmete ennehu men amile minkum sûen bi
cehâletin summe tâbe min ba’dihî ve asleha fe ennehu gafûrun rahîm(rahîmun).
Ayetlerimize inanan kimseler sana geldiği zaman, onlara şöyle de: “Selâm
üzerinize olsun. Rabbiniz, kendi üzerine "rahmeti" yazdı. Öyle ki;
sizden, kim cahillikle bir kötülük yapar, sonra onu yaptıktan sonra tövbe eder
(mürşidin önünde) ve ıslâh olursa (nefs tezkiyesi yaparsa), o takdirde muhakkak
ki O (Allah), Gafur'dur (mağfiret edendir), Rahîm'dir (rahmet nurunu
gönderendir).”
Dikkat edin yardımlaşmayı, kim olursa
olsun, istisnasız yapacağız. Ama selâmlaşma konusunda durum farklı. Aslında
selâm kime verilir? Selâm, gerçekten Allahütealâ’nın yoluna girmiş, o zamanın
İmamı’nın Ruhu başının üzerinde olan, Allah’a ulaşmayı dileyen insanlara
verilir. Çünkü “selâm vermek” demek, istisnasız karşı tarafa “benden sana zarar
gelmez” anlamındadır. Bizden bir insana zararın gitmemesi için nefsimizi 7
kademede tezkiye etmemiz lâzımdır. İşte her hâlükârda 7 kademede tezkiyeyi
gerçekleştirmiş olan bir insan, o mü’min kardeşine artık bir zarar veremez.
Çünkü selâmın gerçek mânâsı budur. “Bizden sana zarar gelmez.” Meleklerden de
bize zarar gelmez. Biz melek vasfında mı olacağız yani? Hayır. Bu bizi melekî
vasıflara ulaştıracak. Yetmez. Bizden ona zarar gelmediği gibi, sürekli hayır
ulaşacaktır. İşte eğer bu noktaya ulaşmak istiyorsanız, o zaman kötülüğe karşı
hayırla mukabele etmeniz lâzımdır. O zaman da onlara mutlaka o hizmeti sunmanız
lâzımdır. O yardımlaşmayı o kişilere Allah’ın izniyle ulaştırmanız gerekir.
Allahütealâ yarattığı herkesi selâm
yurduna davet etmektedir.
10/YÛNUS-25: Vallâhu yed'û ilâ dâris selâm(selâmi), ve yehdî men yeşâu
ilâ sırâtin mustekîm(mustekîmin). Ve
Allah, teslim (selâm) yurduna davet eder ve (teslim yurduna, Zat'ına
ulaştırmayı) dilediği kimseyi, Sıratı Mustakîm'e ulaştırır.
Bu yurt Allah’ın zatıdır. Allah’a ulaşan
her ruha Allahütealâ hazretleri melce, sığınak, meab olmaktadır.
78/NEBE-39: Zâlikel yevmul hakk(hakku), femen şâettehaze ilâ rabbihî
meâbâ (meâben).
İşte o gün
(mürşidin eli Hakk'a ulaşmak üzere öpüldüğü ve ona tâbî olunduğu gün), Hakk
günüdür. Dileyen (Allah'a ulaşmayı dileyen) kişi, kendisine Rabbine ulaştıran
(yolu, Sıratı Mustakîm'i) yol ittihaz eder. (Allah'a ulaşan kişiye Allah) meab
(sığınak, melce) olur.
Allah’a ruhlarını ulaştırıp ermiş evliya
olanlara Allah’ın katında selâm yurdu vardır.
6/EN'ÂM-127: Lehum dârus selâmi inde rabbihim ve huve veliyyuhum bimâ
kânû ya’melûn(ya’melûne).
Rab'lerinin katında onlar için selâm yurdu (teslim yurdu) vardır. Yapmış
olduklarından dolayı, O (Allah), onların dostudur.
Allah’a ruhunu ulaştırmış Allahütealâ’nın
dostu olmuş takva ehli kullara ölüm melekleri korkutmadan selâmla gelirler.
Cennette sadece selam sözü vardır. Çünkü
orada herkes selâmettedir.
19/MERYEM-62: Lâ yesmeûne fîhâ lagven illâ selâmâ(selâmen), ve lehum rızkuhum
fîhâ bukreten ve aşiyyâ(aşiyyen).
Orada boş söz işitilmez, sadece “selâm.” Ve orada, onların sabah ve
akşam rızıkları vardır.
Allah razı
olsun
Burhan AKSU