"El mantığı" dinlerin ana başlangıç ilkesiydi. Dinler, değişmez bir köleci biçimleniş mantığını esas alıyordu. Ve köleci yapının öğretisi olarak sürecine başlıyordu. Sonradan da kendisinin bile hesap etmediği kulvarlar alanında da boy göstermekle hayatın her alanını düzenleme ihsası içinde oldu.
Bu tür gelişme bile bunun ne güçlü bir kontrol mekanizması olduğunu açık seçik ortaya koymaktadır. Tüm dinler El mantıklı başlangıç ilkesini kendisine "kader (fatalite) öğretisi" olmakla biçimlediler.
Bir zamanlar yeryüzünde otuz beş bin El yapılı biçimlenme ve El yapılı ahit sözleşmeli El ya da din öğretisi olduğuna bakınca buna şaşmamak gerekirdi. Bu öğretilerin entegrasyonu günümüz dinlerinin gerçeğiydi.
Dinler onca sürtüşme ve çelişme ve çatışmacı ruhuna rağmen kontrolce mekanizmalar entegrasyonlu oligarşi içindeydi. Oligarşin düzenlemeleriyle, yeryüzü coğrafyalı diğer sosyo toplumsa alanlar üzerine doğru (âlemlere doğru) yayıldı. Dinler bu yayılmacı ihsasın "altın çağını" yaşayacaklardı.
Oligarşin sahiplerin ve iradelerin yeryüzü âlemine doğru yayılan bir sömürü tamahları olmasaydı oligarşi tevhidi içinde entegre olmuş dinleri de göremeyecektiniz. Son iki ana dinin biçimlendiği temel zemin üzerindeki üreten alan ilişkisi, feodal düzendi. Yani feodaliteydi. Feodal düzen, büyük çiftlik sahiplikleri olan vassallerle, latifundialarla ve oluşan banker burjuvalarla büyük bir dönüşüm içine girmişti.
Manifaktür üretim sisteminin kullanıldığı büyük toprak işletmeciliği olan feodal sahiplik; latifundiya ya da vassal sahiplikler; küçük toprak sahibi iradelerle ve köle sahibi feodallerle para adamlığı olan yeni sınıf burjuvalarla savaşıyordu. Lümpen sınıf din adamlarının karşı olacağı faiz, kira, rant sınıfı bunlardı.
Feodal gelişmelerin hemen yanı başında, ilk tip burjuvazinin-para adamlığının-hükmü icrası türemeye başlamıştı. Latifundialar ve diğer toprak ve köle sahibi El temsilcileri, burjuvalardan aldıkları borç para ve faizler nedeniyle inim inim inliyorlardı. Sisteme yeni anlayış, yeni ruh ve yeni bir soluk gerekecekti.
İsa, bu sürecin ürünüdür. İsa ya da İsa'ya öykülenen süreç böylesi bir süreç kültürüdür. İsa girdiği Küdüs tapınağı içinde masa üzerindeki paralara nefretle bakarak,” Kır zambaklarına bakınız. Ne para biriktirirler. Ne yün eğirip dokular. Baba onları giydirir” diye söylediği sözler eşliğinde banker masasına yönelir. Banker masalarını bu “feodal dirençleriyle” devirecekti.
İster Kisra egemenliği olsun, ister Gök Kaan egemenliği olsun, ister Altın Kaan egemenliği olsun, ister Hellen egemenliği olsun, isterse Emevi aile soyu ve Abbasi aile Soyu olan halife ve Osmanoğulları egemenliği olsunlar.
Bunların tümü; Feodalizmin, oligarşi ve aristokrat egemenliğini, âlemlere doğru (yeryüzündeki diğer ülkelere doğru) yayıcı oluşlarıyla her biri birer aile boyu oligarşin saltanattılar.
Bu kabil cihan imparatorlukları, ideolojilerini de dinden alıyorlardı. Dinin ekseni olan anlayış; dar El mantığıydı. Onun biraz gelişmişi olan oligarşi mantığıydı. Süreç cihana yayılan âlem oligarşini bir mantık entegrasyonlarına dönüşmekle; fetihçi ve ganimetle olan "cihan imparatorluklarını" ortaya çıkarıyordu. Oligarşi sahipliğini ve sahiplik iradeli sömürüyü ihraç ediyordu Bu da kendince normaldi.
Oligarşinin mana anlaması takriben M.Ö 2000'lerden beri kullanılan "Rab" kavramıydı. Rab sahipliği olan ve sahipliğinden verme, dağıtma gücü olmakla; acıyan, merhamet eden; sahiplikle eline bakanı terbiye edendi. Oligarşi sentezinin Rab kavramıyla ifade edilmesi, şimdi de yeryüzünün (âlemlerin) rabbi olan bir sahiplik ve egemenlik anlayışına dönüşüyordu. Artık, yeryüzüne bağışlayan, acıyandı.
Çünkü Rabb, âleme yönelme sürecinin içindeki çok çok farklı uyruktaki kültürleri, aynı bir Rab anlayışı adı altında birleştirmeden; geniş coğrafya alanına yayılmış imparatorlukları, imparator yönetimi adı altında kolay kolay yönetemezdi. Rab düşünce öğretisi imparatorlukların ve ileri oligarşinin dilidir.
Rab gibi imparatorlar da lütfediyordu. İmparatorluklar bünyesine aldığı âlemleri, bünyesi içindeki bu birçok uyrukları; Âlemlere acıyan, âlemlerin de sahibi ve Rabbi olma ideolojini çerçevesinde; âlemleri ümmet, millet paydasında birleştirmeye çalışıyordu. Fetihler de Rabb-i Mülk, Rabbin Mülkü oluyordu.
Roma bir egemenlik ve sahiplik olarak her dine tapmıştı. Bu tapım cari olup yeryüzüne doğru yayılan egemenlik ihraçla olan ideolojiye göre cihan imparatorluğu olma ülküsüne aykırı değildi. Çünkü her dinin özünde bir oligarşi ve aristokratça sahipler vardı. Bu sahiplerle kotarılan fetihçi sahiplik hukuku da fetih bilinçli oligarşin entegrasyonlar biçimlenmesi olmakla, Roma egemenliğine pek uygundu.
İkinci olaraktan da Roma’nın depo edilen yöneten bilinci; tarihin süre gelen El bilincini ve oligarşi bilincini iyi özümlemişti. Oligarşi şimdi Roma da bu bilinçle konsül ve senato meclisleri olmakla boy veriyordu. Bu nedenle Roma fetih topraklarından da entegre ettiği bu oligarşin tarih bilinciyle, fetih topraklarındaki oligarşin ideolojiyle ve oligarşiyle uzlaşıyordu (Roma bir sömürü ve sahipleri efendi edinme mantığı olan her dini anlayışla uzlaşmıştı).
Yani Roma hangi dinsel güce taparsa tapsın; sonuçta dinler El mantığı gereği kaderli, talihli kişilerin irade ve egemenliğini savunuyordular. Yani hiçbir din özü itibarıyla Romalı egemenliğe aykırı değildi. Tüm mesele Roma'nın kendi egemenliğini tıpkı 2. Mahmut gibi uyruğu içindeki ittifaka ve ittifakı milletlere ve fetih toprağın içindeki o oligarşinin dini ideolojisi üzerinde kendi egemenliğini anlatmayı bilmesiydi.
Roma kendi oligarşin dinini fetih edilen yerdeki uyruklarına dayatmak yerine, kendisi onların oligarşi ideolojisine tabii olacaktı. Fetih toprağındaki bu ideolojileri Roma kendi yararına enfekte edecekti. Bu fetih toprağını elde tutmak için daima güç ve baskı kullanarak kaynak ve enerji harcanması yerine daha verimli bir yoldu. Roma, her dinin sahiplik ve irade vurgusu üzerinde, Roma'nın kendi sahiplik ve irade vurgusunu anmakla, kendisini anlatmayı bilmişti. Roma fetih toprağındaki oligarşiye; oligarşinin binlerce yıldır işleye geldiği diyalektikle seslenecekti.
Bu seslenme içinde Roma o oligarşiye ve ideolojisine ne diyordu? "Roma'nın hakkını Roma'ya ver; (Sezar'ın hakkını Sezar'a); Rabbin hakkını da Rabbe, vereceksin” diyordu! Bu söylemde emek, emek gücü, kolektif, kolektif bilinç, kolektif sahiplik gibi kolektifi temel kavramları bulup anlamak olası mı?
Oligarşinle tarih; sahipleri ve sahipliği ikiye ayırmıştı. Roma'nın (imparatorların, kral, halife ve padişah ile olan oligarşin saltanatların) hakkı ve Rabbin yani dinin hakkıydı. İkisi de Köleci sistemin başından beri kolektifi sömürür olmanın ve sömürmenin hakkını; sömürülenden tahsil (pay) etmekti.
Roma kültüründen çok sonra İkinci Mahmut'ta kendi egemenliğini sağladığı uyruğu altındaki diğer dini kültürlü bir oligarşi imtiyazının çevresindeki milletlere diyordu ki; “Ben tebaamın (bana tabii olan kölelerimin) Hristiyan’ını kilisede, Yahudi’sini Havrada, Müslümanını camide görmek isterim” diyordu. Bu söylemi İkinci Mahmut'un hoşgörülü, büyük padişah olmasına bir referanstı! Bu tali yansımaydı.
Hâlbuki ki durum hiçte öyle değildi. Roma’dan beri iyi biliniyordu ki bir fetihçi egemenlik isterse kendi egemenliğini diğer dinler üzerinde uyuşturma ve kullanımla ihraç edebiliyordu. Bu tutum fatihlerin kendini fazla yorup hırpalanmamasıydı. Fetih edilen oligarşi yerlerindeki, o oligarşilerin kendi kodları üzerinde fatihin kendisini anlatması; fatihin anlattığı kadarla kendi egemenliğinin tanınması oluyordu.
İkinci Mahmut, tarih felsefesi iyi olan bir kişiymiş. Ama cehaletin gözünde hoşgörülü büyük padişahtı! Neden? Çünkü her üç din de "ulül emir olan halife ve halife saltanatlarını ve saltanatçıları kutsayan" dindi. Eh; durum bu olunca ikinci Mahmut, her üç dinin kodları üzerinde kendi egemenliğini bu siyaset üzerinde pek âlâ da pekiştirebilirdi.
Her üç din El mantığı sahipliği üzerinde, kaderlere göre dağılan kişi zenginliğine saygı ve hürmet ediyordu. Hatırlayın 1980’li yıllarda oligarşinin temsilcisi olan bir siyasetçi başbakan ne diyordu; “Ben zenginleri severim” diyordu. Üreteni ve üreten emeği hiç anmadan üretene ve üreten emeğe saygıyı belirtmeden, es geçiyordu. Oligarşinin ağzında konuşup, oligarşi sömürüyü gerçekleştiriyordu.
Çünkü üreten emeğe saygı demek tarihsel bilinci ve uyuyan tarihsel devi uyandırmak demek olacaktı. Yine her üç din saltanat (mal-mülk ve irade) sahipleri için “ malından harcayanlarla hiç tasadduk etmeyenler bir olur mu?” diyerek saltanat sahiplerini bize efendiniz, Mevla’nız, ulül emriniz ve El dostları diye yüceltiyordu. Her üç dine; bu ortak bileşenli anlayıştan dolayı boşuna mı "ilahi dinler" deniyordu.
Büyük çiftlik sahipleri ile oluşan burjuva gerilimi 17. yüz yıldan itibaren iyice biçimlenecekti. 1789 hareketiyle beli kırılan El oligarşin mantıklı feodalizm üzerinde mamon mantıklı burjuva demokratik devrimi yapılacaktı. İçinde olduğumuz demokrasi mamon ile (parasal servet sahipliğinin El’i) burjuva demokratik devrimidir. Yeni oligarşini burjuva dili ve öyküsü daha farklı olacaktı. "Bırakınız geçsinler bırakınız yapsınlar", demekle burjuva demokratik devrimi her şeyle kârı kutsayacaktı.
Oligarşin felsefenin tarihsel bir türü olan burjuvanın kazanması; burjuvazinin kutsal kârını yapması için önünün açılması için devlet tüccar değildir. Devlet bakkal değildir diyerek, özelleştirme ve ihalelerle aslında sizin ve üreten güçlerin; kolektif bilinçleri ve egemenlik haklarını felç ediyorlardı.
Faiz, rant, kira, gelir, finansman, kredi, komisyon, ihale vs. burjuva sahipliğinin ve varlığının meşruiyeti olacaktı. Hatta bunlar üretimin kendi sayılacaktı. El sürecinden beri emek ve üreten emek gücü sahipli egemenlik göze gözükmez bir yabancılaşma ve şaşılacak denli acayiplik (ucubelik); olacaktı.
Eğer müruru zaman bilinciniz ve tarih bilinciniz varsa; baştan beri üretim ilişkisini başlatanlar hiç bir zaman burjuva enstrümanları değildi. Burjuva enstrümanları başlangıçta hiç bir şekilde yoktular olamazdılar da. Uygarlığımızı yaratan insan atalarımız şimdinin sömürü kaynağı olan faiz, yatırım, teşebbüs vs. gibi girişimlerle finanse edilmemişlerdi.
Bankerlerden finans kredilerini çeken uygarlığın yaratıcısı ilk insan atalarımız; bu teşvik kredilerle koyunu evcilleştirip; yününü kırpıp dokuma tezgâhlarını kurmamıştılar. Uygarlığın temelinde üretim hareketi ve üretim ilişkisi vardır. Ama asla para, banka, finansman, kâr, ticaret, teşvik pirimi, faiz, ihale vs. yoktu. Uygarlığın yaratıcısı tarımcı insan atalar öküz satın alarak kâfirlik (çiftçilik) yapmadılar.
Yeni oligarşini burjuva dili, yatırımcı! İş bitirici! Hür teşebbüsün önünü açıcı vs. olunca hayli gerileyen feodaliteye ve onun ideolojisine göre burjuva egemenliği yükselen değerle baş tacıydı. Zafer mamon iradeli sahipliğindi. Kutsanan faiz ve ranttı. Faiz, rant, kazanç, borsa vs. hırsı; çalışan ve üreten emeğin köle olmasına rağmen, çalışan üreten kölenin kendisini unutma hayaliydi... Talih kuşuydu…