MAK” olduğunu buyuruyor.
3/ÂLİ
İMRÂN-73: Ve lâ tu’minû illâ li men tebia dînekum, kul innel hudâ hudallâhi en
yu’tâ ehadun misle mâ ûtîtum ev yuhâccûkum inde rabbikum, kul innel fadla bi
yedillâh(yedillâhi), yu’tîhi men yeşâ’(yeşâu), vallâhu vâsiun
alîm(alîmun). Ve (Ehli Kitap): “Sizin dîninize tâbî
olandan başkasına inanmayın.” (dediler). (Habibim onlara) DE Kİ: “MUHAKKAK
Kİ HİDAYET ALLAH'A ULAŞMAKTIR. (İnsanın ruhunun ölmeden önce Allah'a
ulaşmasıdır.) Size verilenin bir benzerinin, bir başkasına verilmesidir.” Yoksa
onlar, Rabbiniz'in huzurunda, sizinle çekişiyorlar mı? (Onlara) De ki:
“Muhakkak ki fazl Allah'ın elindedir. Onu dilediğine verir.” Ve Allah, Vâsi'dir
(ilmi geniştir, herşeyi kapsar), Alîm'dir (en iyi bilendir
2/BAKARA-120: Ve len terdâ ankel yahûdu ve len nasârâ
hattâ tettebia milletehum kul inne hudâllâhi huvel hudâ ve leinitteba’te
ehvâehum ba’dellezî câeke minel ilmi, mâ leke minallâhi min veliyyin ve lâ
nasîr(nasîrin).
Ve sen onların dînine tâbî olmadıkça (uymadıkça) ne yahudiler ve ne de
hristiyanlar senden asla razı olmazlar. DE Kİ: “MUHAKKAK Kİ ALLAH'A ULAŞMAK
(ALLAH'IN KENDİSİNE ULAŞTIRMASI) İŞTE O, HİDAYETTİR.”. Sana gelen ilimden
sonra eğer gerçekten onların hevalarına uyarsan, senin için Allah'tan bir dost
ve bir yardımcı yoktur.
79/NÂZİÂT-19:
Ve ehdiyeke ilâ rabbike fe tahşâ. Ve:
“Seni Rabbine ulaştırayım (hidayete erdireyim).” de. Böylece huşû sahibi ol
Kur’an’ı
kerim meallerini yazanların çoğunluğu nerede “hidayet” kelimesi geçmişse bazı
ayetler hariç ”doğru yol” olarak mana vermişlerdir. Ama bazı ayetlere “doğru
yol” diyememişler asıl anlamını vermek mecburiyetinde kalmışlar.
1/FÂTİHA-6:
İhdinas sırâtel mustakîm(mustakîme). (Bu
istiane'n ile) bizi, SIRATI MUSTAKÎM'e hidayet et (ulaştır).
Diye mana vermek zorunda kalmışlar. Neden?
sıratı mustakimde kendilerine göre “doğru yol” hidayete de doğru yol derlerse
anlamsız olur. Başka nasıl anlam verecekler. Aslında “istikametlenmiş yol” demektir.
Bu yol Nereye ulaştırıyor? Tabii ki Allah’a
40/MU'MİN-38:
Ve kâlellezî âmene yâ kavmittebiûni ehdikum sebîler reşâd(reşâdi). Ve âmenû olan adam şöyle dedi: "Ey
kavmim! Bana tâbî olun ki sizi irşad yoluna ulaştırayım."
Diyerek anlam vermek durumunda
kalmışlar. Çünkü “sebilürreşad” kendilerine göre doğru yol, hidayette doğru yol
olursa anlamsız olur ama gerçeği irşad yolu demektir.
46/AHKÂF-30:
Kâlû yâ kavmenâ innâ semî’nâ kitâben unzile min ba’di mûsâ musaddikan li mâ
beyne yedeyhi yehdî ilel hakkı ve ilâ tarîkın mustekîm(mustekîmin).
Onlar: “Ey kavmimiz! Muhakkak ki biz, Hz. Musa'dan sonra indirilen,
onların elindekini tasdik eden Hakk'a ulaştıran ve Tarîki Mustakîm'e hidayet
eden bir kitap dinledik.” dediler.
Görüldüğü gibi bu mealle aynı aslına
ve olması gereken manayı vererek Tariki mustakime ulaştırıyor demek zorunda
kalmışlar. Tarik yol demektir, mustakim de istikametlenmiş. Tariki müstakim de,
”istikametlenmiş yol demektir. Hidayeti de doğru yol olarak alsalar yine
anlamsız olurdu.
37/SÂFFÂT-23:
Min dûnillâhi fehdûhum ilâ sırâtıl cahîm(cahîmi). Allah'tan başka (taptıkları). Artık
onları cahîm (cehennem) yoluna hidayet edin (ulaştırın).
Yine
aslına uygun olarak biz onları “sıratı cahime ”(cehennem yoluna) ulaştırın
demek durumunda kalmışlar. Hidayeti de doğru yol olarak aldığınızda “artık onları
doğru yol ile cehennem yoluna ulaştırın “olmaz mıydı? Demek ki; Bu mealleri
yazanlar da öteden beri gelen yanlış anlayışla devam ediyorlar.
Bir de, Hidayet’e erme konusunda
yanlış anlayış söz konusudur. ”Allah dilediği kişiyi hidayete erdirir
dilediğini dalalette bırakır ”dolayısıyla bizim elimizde bir şey yoktur
demektedirler. Halbuki, Hidayete ermek bizim serbest irademize bağlı bir
olaydır. Bu konuyu Allahüteala şöyle açıklıyor;
39/ZUMER-57:
Ev tekûle lev ennallâhe hedânî le kuntu minel muttekîn(muttekîne). Veya: "Muhakkak ki eğer Allah
beni hidayete erdirseydi, ben mutlaka takva sahiplerinden olurdum."
diyenlerden (olmayın).
Peki biz ne yapacağız? Hidayet; Allah’a
ulaşmaksa biz de Allah’a ulaşmak gayretinde olacağız, o’na yöneleceğiz, hür
irademizle kalbimizden Allah’a ulaşmayı dileyeceğiz.
27/NEML-92:
Ve en etluvel kur’ân(kur’âne), fe menihtedâ fe innemâ yehtedî li nefsih (nefsihî),
ve men dalle fe kul innemâ ene minel munzirîn(munzirîne). Ve "Kur'ân'ı okumakla
(emrolundum). Kim hidayete ererse, o taktirde sadece kendi nefsi için hidayete
erer. Ve kim dalâlette kaldıysa, o zaman Ben sadece inzar edenlerdenim
(uyaranlardanım)” de.
42/ŞÛRÂ-13:
Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ
vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîh(fîhi),
kebure alel muşrikîne mâ ted’ûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men
yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh'a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi
(şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara
ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm'e, Hz. Musa'ya ve Hz. İsa'ya vasiyet ettiğimiz
şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın
şey (Allah'a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. ALLAH,
DİLEDİĞİNİ KENDİSİNE SEÇER VE O'NA YÖNELENİ, KENDİSİNE ULAŞTIRIR (RUHUNU
HAYATTA İKEN KENDİSİNE ULAŞTIRIR).
Münib, enab;
yönelmek, kalben dilemek demektir. Hep Allah ile beraber kullanılmıştır Kur’an’da.
Riyazussalihiyn/137.Hadisi
kudside;
“Ben kendime zulmü haram kıldım, sizin de
birbirinize haram kıldım. Hepiniz dalalettesiniz. Hidayete erdirdiklerim
müstesna. Siz de “DİLEYİN Kİ” sizi de hidayete erdireyim.
Allah
razı olsun…
Burhan
AKSU