İNSANLARIN
AYNASINDA KENDİMİZİ YARGILAMAK;
Aynaya baktığımızda gördüğümüz kimdir? diye
soracak olsam, herkes tabiî ki kendimi görürüm diye cevap verecektir. ”Peygamber
Efendimiz bir gün Hz. Ömer’le beraber yolda giderken, birden Ebu Cehil ile
karşılaşırlar. Ebu cehil Peygamber Efendimize başlar hakaret etmeğe, vicdanları
yaralayan bir sürü hakareti ardarda sıralar. Bu sırada Hz. Ömer dayanamaz ve
hemen kılıcına davranır. Bir vuruşta kafasını uçurmak üzeredir ki, Rahmet
Peygamberi ya Ömer dur diyerek, Hz. Ömer’e engel olur ve yollarına devam
ederler. Bir müddet yol aldıktan sonra dinlenmek üzere otururlar. Karşıdan
kendilerini gören Hz.Ebubekir sıddık yanlarına gelerek selam verir ve ya Resulüllah;
anam, babam sana feda olsun. Sen ne güzel insansın. Vallahi Allah bu dünyada
senin kadar güzel bir başka insan daha yaratmamıştır. Seni çok seviyorum, her
şeyim yoluna feda olsun der. Hz. Ömer şaşırır. Ebu Cehil en çirkin, Hz. Ebubekir
ise en güzel dedi. Peygamber Efendimiz; Ya Ömer biz aynayız, bize bakan kendisini
görür buyurmuşlardır.”
Biz ne yapıyoruz. Başka insanlara baktığım
zaman, aynaya baktığımızda tanımış olduğumuz kendimizi mi görüyoruz? Eğer
öyleyse kendimizde bulunan, bildiğimiz ve yaşadığımız tüm eksiklik ve ya
güzellikleri onlarda görecek ve onları yargılayacağız demektir. Yani başka
insanlar bize ayna olacak ve tüm çirkinliklerimizi veya güzelliklerimizi
onlarda göreceğiz. Başka insanlara bakıp kendimizi onlarda yargılayacağız. Ama
kendimizi eleştirip değiştireceğimiz yerde, onları yargılama yoluna gidip, başkalarını
değiştirmeye çalışıyoruz. Oysaki Allah hiçbir insana başkalarını yargılama
hakkını vermemiştir.
88/GÂŞİYE-26:
Summe inne aleynâ hisâbehum.
Sonra onların hesapları muhakkak ki
Bize aittir.
Hesap, kıyâmet günü insanların fiillerinin
ve tasarladıklarının filmlerini 3 boyutlu olarak görecekleri gün
tamamlanacaktır. Bu film boyunca her saniye kazanılan ve kaybedilen dereceler
ve sonuçlar açık bir şekilde görülür.
13/RA'D-40:
Ve in mâ nuriyenneke ba’dallezî neiduhum ev neteveffeyenneke fe innemâ aleykel
belâgu ve aleynel hisâb(hisâbu).
Ve şâyet onlara vaadettiğimizin bir kısmını sana göstersek veya seni
vefat ettirsek de; artık senin üzerine düşen, sadece tebliğidir. Hesap, Bizim
üzerimizedir.
Allah'ın bütün Resulleri ve bütün peygamberleri, irşad makamına
ulaştırdığı, iradesini kendisine bağladığı mürşidler, münkerden nehyeden ve
irfanla emreden hüviyetteki insanlar tebliğle görevlidirler. Peygamber
Efendimiz (S.A.V)'in ve bütün Resullerin yaptığı şey, tebliğdir. Aslında
tebliğ, herkesin görevi olup başka bir insanın hidayetine vesile olmanın
vasıtasıdır. Herkes mutluluğu sadece iradesini kullandığı takdirde yani Allah'a
ulaşmayı dilediği takdirde yaşayabilir. Peygamber Efendimiz (S.A.V)'in amcası,
yeğeninin Peygamber olduğunu biliyordu. Peygamber Efendimiz (S.A.V) de ona
tebligatını yaptı ama o, Allah'a ulaşmayı dilemedi. Peygamber Efendimiz (S.A.V)
onu bu sebeple cehennemden kurtaramadı. Çünkü Peygamber Efendimizin görevi;
sadece anlatmak, tebliğ etmek, öğretmekti. Allahütealâ: "Sen hesap sormak
yetkisinin sahibi değilsin." demiştir. Ve Allahütealâ, Peygamber Efendimiz
(S.A.V)'e diyor ki:
28/KASAS-56:
İnneke lâ tehdî men ahbebte ve lâkinnallâhe yehdî men yeşâ’(yeşâu), ve huve
a’lemu bil muhtedîn(muhtedîne). Muhakkak ki sen,
sevdiğin kişiyi hidayete erdiremezsin (onun ruhunu Allah'a ulaştıramazsın).
Fakat Allah, dilediğini hidayete erdirir. Ve O, muhtedileri (hidayete erenleri)
daha iyi bilir.
Allahütealâ, hesabı kiramen kâtibin
melekleri vasıtasıyla görür. Bu melekler, herkesin hayatının ve düşüncelerinin
her saniyesini üç boyutlu olarak hologram filme alırlar.
Hayat filminde fiillerle, kazanılan
ve kaybedilen dereceler arasındaki ilişki daima sıfır neticesini verir. 30 derecelik
bir günah, 30 derece negatif olarak hesaba yazılır. Büyük bir hayır
işlendiğinde ise hesaba büyük bir rakam yazdırır ve o fiille kazanılan derece
birbirini sıfırlar. "Mizan" adlı bir sistem, kâinattaki bütün
muhtevayı içeren bir dizayn içerisinde kıyâmette herkese teslim edilecektir.
Düşüncelerden neler geçtiği, hayat filminde görülür. Otomatik olarak o
göstergeye göre taammüd miktarı net olarak hesaba katılıp, hiçbir hata
yapmaksızın kazanılan veya kaybedilen derecelerin sonucu gösterilir. Mizanın
gösterdiği rakamla hayat filmindeki rakam aynı rakamdır. Demek ki; kimseye kıl
kadar zulmedilmemiştir.
Ayette görüldüğü gibi yargılama hakkı yalnız ve yalnız Allaha aittir.
49/HUCURÂT-11:
Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ yeshar kavmun min kavmin asâ en yekûnû hayren minhum
ve lâ nisâun min nisâin asâ en yekunne hayren minhunn(minhunne), ve lâ telmizû
enfusekum ve lâ tenâbezû bil elkâb(elkâbi), bi’sel ismul fusûku ba’del
îmân(îmâni), ve men lem yetub, fe ulâike humuz zâlimûn(zâlimûne).
Ey âmenû olanlar! Bir kavim, (başka) bir kavimle alay
etmesin. Belki onlar (alay edilenler) diğerlerinden daha hayırlıdır. Ve
kadınlar da diğer kadınlarla (alay etmesin), belki kendilerinden (diğerleri)
daha hayırlıdırlar. Ve birbirinizi ayıplamayın. Kötü lâkaplarla çağırmayın.
Îmândan sonra fâsık isimler ne kötü. Ve kim tövbe etmezse, işte o zaman onlar
zalimdirler.
"Kavimler
başka kavimlerle alay etmesin. Belki onlar Allah'ın indinde daha hayırlıdır.
Kadınlar da diğerleriyle alay etmesinler." buyruluyor. Îmândan sonra fasık
isimleri kullanmayın.
Allah'a ulaşmayı dileyin ve tövbe
edin, bunları gerçekleştirmeyenler nefslerine zulmettikleri cihetle
zalimlerdir.
49/HUCURÂT-12:
Yâ eyyyuhellezîne âmenûctenibû kesîran minez zanni, inne ba’daz zanni ismun, ve
lâ tecessesû ve lâ yagteb ba’dukum ba’dâ(ba’dan), e yuhıbbu ehadukum en ye’kule
lahme ahîhi meyten fe kerihtumûh(kerihtumûhu), vettekullâh(vettekullâhe),
innallâhe tevvâbun rahîm(rahîmun).
Ey âmenû olanlar! Zandan çok
sakının. Muhakkak ki bazı zanlar günahtır. Ve tecessüs etmeyin (merak edip
insanların hatalarını araştırmayın). Sizin bir kısmınız diğerlerinin
dedikodusunu yapmasın. Hiç sizden biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten
hoşlanır mı? Elbette ondan tiksinirsiniz. Ve Allah'a karşı takva sahibi olunuz.
Muhakkak ki Allah, tövbeleri kabul eden
ve Rahîm olandır.
"Zan'dan çok sakının ve bu günahı işlemeyin, zan günahtır.
İnsanların yaptıklarını merak etmeyin. Dedikodu yapmayın. Dedikodu yapmak ölmüş
bir kardeşinizin etini yemek gibidir. Elbette tiksinirsiniz, yemezsiniz.
Allah'a ulaşmayı dileyin ki Allah'a karşı takva sahibi olasınız."
buyruluyor. Allah'a ulaşmayı dilemedikçe hiç kimse takva sahibi olamaz. Hata
işleyen mutlaka tövbe etmelidir. Allah tövbeleri kabul eder ve merhamet eder ve
Rahîm esmasıyla tecelli eder.
Allah c.c. hiçbir kimse veya kavimle alay etmememizi, hiç kimseyi kötü
lakapla çağırmamamızı, Hiçbir kimse hakkında iyi bile olsa zanda bulunmamamızı,
Hiç kimsenin merak edip hatalarını araştırmamamızı ve bu vesileyle onu
yargılayıp haddini bildirmeye kalkmamamızı ve hiç kimsenin dedikodusunu
yapmamamızı emretmektedir. Yani Müslümanlık sadece vasıta emirler değildir. Müslümanlık
bir yaşam biçimidir. Müslüman demek, Halife olarak yaratılmış, her konuda mükemmel
insan demektir.
Bu yüzden herkes gönül aynasına bakıp kendi hatalarını düzeltmeli ve
aynada hiçbir eksik kalmayıncaya kadar nefis tezkiyesine devam etmeli, Allah’ın
bir evliyası olmak, her devirde var olan Yunusların arasına girmek için var gücüyle
çalışmalıdır. İnsanlar hem Müslümanım diyorlar, hem de Allah’ın evliyası
olmanın çok zor bir şey olduğunu düşünüyorlar. Halbuki Kur’an’da Allah herkesin
velisi olabileceğini söylemekte, bunun formülünü vermekte ve hatta bütün
insanları evliya olabilecek kabiliyette yarattığını söyleyerek bunu biz insan
ve cinlere emretmektedir. Ama asırlardır Allah’ın bize göstermiş olduğu, bizi
dünya ve ahiret mutluluğuna ulaştıracak olan bu mutluluk reçetesi bir kenara
bırakılmıştır. Kur’an’daki din sadece vasıta emirler olan ibadetlerden ibaret değildir.
Kur’an’daki din bizi Allah’ın velisi kılacak ve ölmeden evvel ölmemizi sağlayan
ve bizi gerçek kulluğa götüren bir yaşam biçimidir. Yani amaç Allaha gerçek kul
olmaktır. Kulluğa ise vasıta emirler olan ibadetlerle ulaşılır. Yani kulluğun
içinde ibadetler de vardır. İşte amaç ortadan kaldırılınca vasıta ibadetler
olan beş şart insanları Allah’a ve gerçek kulluğa ulaştıramamakta ve
Müslümanlar bir türlü mutluluğu yakalayamamaktadırlar. Allah’a kalûbelâda verdiğimiz misak olan
teslimler unutulmuştur. Halbuki İslam teslim demektir. Allah’a vuslat, yani
ölmeden ruhun Allah’a ulaştırılması demek olan ermiş evliya olmak
yaşanmamaktadır. Hidayet; doğru yol olmuş ve bizi dünya hayatını yaşarken Allah’a
ulaştıracak olan sıratı müstakim ise öbür dünyada hesap meydanı ile cehennem
arasına konularak bu dünyada insanların seyri sulükla Allah’a ulaşması
kesinlikle önlenmiştir.
Halbuki Allah sıratı müstakim için bana istikametlenmiş yol diyor.
15 / HİCR - 41 : Kâle hâzâ
sırâtun aleyye mustekîm(mustekîmun).
Allahütealâ şöyle buyurdu: “İşte bu, Bana yönlendirilmiş (Bana ulaştıran)
yoldur.”
Ve şeytan da bu dünyada sıratı müstakim üzerine oturuyor ve insanların
Allaha ulaşmalarını engelliyor.
7 / A'RAF - 16 : Kâle fe
bimâ agveytenî le ak'udenne lehum sırâtekel mustekîm(mustekîme).
(İblis): “Bundan sonra, beni azdırman sebebiyle, mutlaka Senin Sıratı
Mustakîmin'e onlara karşı (mani olmak için) oturacağım.” dedi.
7 / A'RAF - 17 : Summe le
âtiyennehum min beyni eydîhim ve min halfihim ve an eymânihim ve an şemâilihim,
ve lâ tecidu ekserehum şâkirîn(şâkirîne).
Sonra, elbette onlara, önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından
geleceğim ve onların çoğunu şükredenlerden bulmayacaksın.
Peki sırat için hak dostu Yunus ne diyordu. ”Kıldan ince kılıçtan keskin
dediler, üzerine evler yapasım geldi”. Teslim manasına gelen İslam ve teslim
olan insan demek olan Müslüman kelimelerinin manaları hayatımızdan tamamen çıkmıştır.
Bu nedenle insanlar nereye gideceklerini bilmedikleri için amaçsızca dönüp
durmakta, İslam’ın beş şartı ile mutluluğu bir türlü yaşayamamaktadırlar. Yani
İslam sadece beş şarttan ibaret olmadığı için, beş şartla kimse mutlu
olamamaktadır. Her kes” sev beni seveyim seni diyerek “ sevgiyi ve mutluluğu
karşısındakinden beklemektedir. Bu gün insanlığı bu buhrandan kurtaracak tek
bir yol vardır. O da Kur’an’daki İslam’ı hayatımıza geçirmek, bize miras olarak
kalan İslam’ı ve imanımızı bilinçli olarak tazelemektir. Bunun için Allah’a
ulaşmayı ve Allah’ın evliyası olmayı gönülden ona yönelerek dilemektir. Bundan
sonrasını Allah kendisi mutlaka yerine getirecektir. Çünkü Allah’a bir adım
atana O koşarak gelmeye hazır bekliyor. Allah bizi yukarılarda bir yerde hata
yapsınlar da cezalandırayım diye bekleyen bir varlık değildir. O Allah ki, kâinatta
en çok biz insanları seviyor. Bütün herkesi severek yaratmıştır. En az
sevdiğinden en çok sevdiğine kadar bir sevgi skalasında herkesi sever. Ve O
Allah ki, yarattığı her şeyi insan için yaratmış ve emrine vermiştir.,
45 / CASİYE - 13 : Ve sahhare
lekum mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ardı cemîan minh(minhu), inne fî zâlike le
âyâtin li kavmin yetefekkerûn(yetefekkerûne).
Ve göklerde ve yerde olanların
hepsini kendinden (bir lütuf olarak) size musahhar (emre amade) kıldı.
Muhakkak ki bunda, tefekkür eden bir kavim için mutlaka âyetler (ibretler)
vardır.
Ama insanı kendisi için yaratmıştır.
2 / BAKARA - 156 : Ellezîne
izâ esâbethum musîbetun, kâlû innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn(râciûne).
Onlar ki; kendilerine bir musîbet isabet ettiği zaman: “Biz muhakkak ki Allah içiniz (O'na ulaşmak ve teslim olmak için
yaratıldık) ve muhakkak O'na döneceğiz (ulaşacağız).” dediler.
Ve Allah kendisine gönülden yönelenleri mutlaka kendisine hidayet
edecektir ( ulaştıracaktır).
29/ANKEBÛT-5:
Men kâne yercû likâallâhi fe inne ecelallâhi leât(leâtin), ve huves semîul
alîm(alîmu).
Kim Allah'a mülâki olmayı (hayattayken Allah'a ulaşmayı) dilerse, o
taktirde muhakkak ki Allah'ın tayin ettiği zaman mutlaka gelecektir (ruhu
mutlaka hayattayken Allah'a ulaşacaktır). Ve O; en iyi işiten, en iyi bilendir.
42/ŞÛRÂ-13:
Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ
vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû
fîh(fîhi), kebure alel muşrikîne mâ ted’ûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî
ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh'a
vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta
tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm'e, Hz. Musa'ya
ve Hz. İsa'ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı.
Senin onları, kendisine çağırdığın şey müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve
O'na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).
13/RA'D-27:
Ve yekûlullezîne keferû lev lâ unzile aleyhi âyetun min rabbih(rabbihi), kul
innallâhe yudillu men yeşâu ve yehdî ileyhi men enâb(enâbe).
Ve kâfirler: “Ona, Rabbinden bir
âyet (mucize) indirilse olmaz mı?” derler. De ki: “Muhakkak ki Allah, dilediği kimseyi dalâlette bırakır ve O'na
yönelen kimseyi Kendine ulaştırır (hidayete erdirir).
Ayetlerde de görüldüğü gibi kim gönülden
yönelerek Allaha ulaşmayı(ermeyi) ve onun dostu olmayı dilerse; Allah mutlaka
onu kendisine ulaştıracak ve dostu (ermiş evliyası) kılacaktır. Hayatta bundan
daha güzel ve daha kolay ne var acaba, düşünmeye başlamaya değmez mi sevgili kardeşlerim…?
Allah
razı olsun.
Burhan
AKSU