*Politikalar arasında bireyin kimlik, refah ve huzur arayışı, hüzünlü serüveni*
Toplumsal rol çatışmaları yaşıyoruz ve beraberinde doğurduğu belirsizliklerle birlikte yaralanıyoruz. Çözüm sunması gerekenler de şikayet söylemiyle karşımıza çıkabiliyorlar.
Oysa ki, diş hekimi, hastalarının ve diş hastalıklarının neden çoğaldığını endişeyle sorgular fakat mesleğini en iyi şekilde icra etmekten geri durmaz. Doktor da, psikolog da aynı prensiple hareket etmek zorundadır.
Bir sosyologun açıklamasını okumuştum:
"Toplumsal sorunlardan korkmuyorum, yorulmuyorum, bıkmıyorum, benim işim bu azim ve kararlılıkla çözüm alternatifleri üretmek zorundayım" diyordu. Çatışmalar azalmadığına göre sorun nerede o zaman?
Ben de gözlemlerimi aktarayım. Yaşamın akışı içerisinde, bireyler sorumlu ve duyarlı davranamıyorlar. Politikacılar da, çözüm odaklı, planlı, verimli, beklentileri karşılayacak prensiplerle hareket edemiyorlar.
700 yıllık tarihi eserlerimiz ayakta ve turistlerin ilgisini çekiyor. Fakat 100 yıl süresince, kronolojik olarak geliştirip kalite yolculuğuna tabi tuttuğumuz politikalar geliştiremedik.
Siyasi irade değiştikçe, tercihlerimiz/ uygulamalarımız da değişti. Tüm öngörü, planlama ve uygulamalarımız periyodik olarak resetlendi. Değişim ve gelişim elbette olacak fakat yenisi, eskiyi aratmamalı.
Elden ele, gönülden gönüle, nesilden nesile, ortak bir devlet aklı, hafızası bırakamadık. Birey olarak da çok inandık az düşündük. Dini inançlar bireye huzur, yaşama sevinci, dayanışma ve sevgi bağları sunması gerekirken, yanlış algı ve kullanım hatası sonucu, deprem, depresyon ve ayrışma unsuru haline getirilmiştir.
Dini inançların aynı zamanda, bireylerin, topluma zararlı eylem ve duygularını törpüleyen bir öğretisi vardır. Bireyin kötülüklere karşı fren mekanizması olmalıdır aynı zamanda. Günümüzde bu fren pek işe yaramadığı gibi, kasıt ya da ihmal sonucu başka alanları frenlemiştir.
Nedenlerini sorgularsak 100 madde sıralayabiliriz. Pratik bir yorumla; tarih bilinci ile hareket edemediğimizi, bilimsel ve evrensel bakış açısı geliştiremediğimizi, felsefi düşüncelerden yeterince yararlanamadığımızı söyleyebiliriz.
" Politika nedir?" diye yüz kişiye soru yöneltelim; çoğu kavga, tartışma, çatışma, çok yüzlülük olarak tanımlayacaktır. Bilimsel gözlükle baktığımızda ise sorun çözme, alternatif üretme, toplum yararına yöntemsel hamleler olarak anlaşılacaktır.
Sosyal politika; bireyin hakkında ön bilgi edinmesi, siyasi irade ve idarenin de en verimli sonuçlar alması gereken bir bilim dalıdır.
19. yüzyılda akademik disiplin olarak kabul görmüştür. Sosyal politikanın sadece muhtaçlara yardım şeklinde algılanıp uygulanması, kabul edilemez büyük bir yanılgıdır.
Toplumların inşasında önceliği vardır.
Planlama ve uygulamanın temelini oluşturur.
İnternet tabanlı sorgulama yaptığımızda karşımıza sosyal politika başlıklı yüzlerce kitap ve makale gelecektir.
Üniversitelerimizde de, bu alanda akademisyenlerimizin çalışmaları ilgimizi çekmektedir. Nedenini anlamakta zorlanıyorum, bu alandaki akademik çalışmalar, üniversite kampüslerini, derslikleri aşıp, toplumun tüm sınıf ve katmanlarıyla neden buluşamıyor? "Sanat sanat içindir, bilim üniversite içindir" anlayışı mı ağır basıyor?
Toplumsal kalkınmanın ilk tuğlası, katalizör maddesi sosyal politika olmakla birlikte, devamında aşağıdaki politikalar da aktif rol almadıkça, uygar ve kalkınmış bir toplumdan söz etmek mümkün değildir. Sosyal politika, kalkınmanın felsefe hocasıdır.
Yenilerinin de eklenebileceğini belirterek sıralayalım :
Genel sosyal politikalar
Ekonomi politikaları
Sanayi, teknoloji ve üretim politikaları
Eğitim, kültür, sanat politikaları
Doğa, çevre, bayındırlık politikaları
Şehircilik politikaları
Tarım, hayvancılık ve gıda politikaları
Uluslararası politikalar
Yönetim politikaları
Savunma ve güvenlik politikaları
Yaşadığımız zaman; beklenti ve öngörülerimizi tam karşılamasa da, tarihin dinamik ve evrensel süreci devam ediyor. Bireysel sosyal ve yüksek bilinç, aydınlanma özlemi ve gayretiyle, zamanlamasını tayin edemediğimiz bir dönemde, bilimsel ve evrensel bir bakış açısını, tüm dünya insanlığı olarak yakalayabileceğimiz inancındayım.
Güzergâhı sürücü belirler fakat yolu ve varış yöntemini yolcu tercih eder. Tekerin pek önemi yoktur, lastik de olur demir de.
Analitik düşünebilen, insanı özneye alan sentezci beyinlerin çoğalmasına ihtiyaç var.
Bu ihtiyaç azaldıkça, insan tüm evrenle buluşabilecektir.
24.07.2018
Ali Rıza Malkoç
#armozdeyis
www.arm.web.tr