Bu sabah gün
hiç doğmasın istemişti Yunus. İçinde acının olduğu günleri çok yaşamış olsa da,
mutluluğun kendisini bulduğu bugünlerde böylesine hüzün dolu hadiselerin
kendisini bulduğu için çok üzgündü.
Yunus
Damlanın kaldığı odaya yönelirken kapıyı iki kez çalıp içeri girdi. Damlanın
gözleri kıpkırmızıydı hiç uyumamış gibiydi. Yunus desen Damladan farksızdı.
İkisi de ağlamamak için kendilerini zor tutuyordu. Ağlamak iyi gelse de hüznün
dışarı çıkması için. İkili güçlü durmaktan yanaydılar. Önlerinde koca bir hayat
vardı. Her şeye rağmen hayata devam ediyordu.
Kahvaltı
yapmak ikisinin de içinden gelmiyordu. O yüzden arabaya binip gezmek istediler.
Belki biraz olsun başka bir şeylerle ilgilenmek acılarını hafifletir diye.
Arabada tek bir laf etmediler. Zaten söylenecek sözlerin ucu nereye gideceği
bilinmediğinden susmak doğru tercihti.
Ama Damlada garip bir şeyler vardı. Yunus daha öncede fark etmişti bu
durumu. Sürekli telefona bakmalar, mesaj atmalar falan. Yine de yanlış bir şey
dememek için farklı bir yolla öğrenmek istedi.
Yunus: Daha
iyi misin hayatım. Umarım iyi gelmiştir arabayla gezmek.
Damla:
Teşekkür Ederim birtanem. Çok iyi geldi.
Yunus:
Kiminle yazışıyorsun hayatım. Merak ettim. Umarım ters giden bir durum yok.
Damla: yok
aslında ama var gibi de. Sana desem mi demesem mi diye çok düşünüyorum. Ama
kızmak yok.
Yunus: Niye kızayım
ki canım. Hem ne var ki bu kadar önemli olan. Bana söylemeye cesaret
edemediğin.
Damla: Söz
verirsen söylerim. Hem geçiştirmek için değil gerçekten söz vermeni istiyorum.
Yunus: Tamam söz veriyorum. Erkek sözü.
Çatlayacağım meraktan.
Damla: Seni bir
yere götüreceğim.
Damla derin
bir nefes aldı. İçinden dualar ediyordu kötü geçmesin diye bugün. Yolda
gidecekleri yeri tarif edip gelmişlerdi. Sessiz sakin bir çay bahçesiydi.
Kimseler yoktu. Oturup bir çay içtiler. Damla konuya girmek için ne desem diye
düşünüyordu. Yunus heyecanla beklese de sevdiğinin cesaretini toplayıp
söyleyeceği anı bekledi. Damla sonunda konuya girmişti.
Damla: Sana
bir şey demeden önce bir konuda samimi bir itirafta bulunmanı istiyorum. Tabi
eğer sende istersen.
Yunus: Ben
hazırım. Senden gizli saklım yok.
Damla: Peki
öyleyse. Eğer anne baban ölmeseydi mahallenden ayrılır mıydın? Yada ayrıldığın
için arkadaşlarını özlemiyor, onları sevmiyor musun?
Yunus: Güzel
soru. Samimi olmak gerekirse hiçbir zaman ayrılmayı düşünmedim. Ama ayrılmak
zorunda kaldım. Yine de onları özlüyor ve de gerçekten seviyorum.
Damla: Bende
öyle düşünmüştüm. Şimdi sana niye buraya geldiğimizi söyleyebilirim. Seni görmek isteyen biri var. Ama cesareti
olmadığından, onu yanlış yargılayacağını düşündüğünden sana değil de bana
geldi.
Yunus: Kimmiş
ki o. Hm neden sana geliyor sanki. Bizi nereden biliyor ki.
Damla:
sabret anlatacağım. Bizi bilmiyordu. Ama benimle konuştuğunda doğru adreste
olduğu için mutluydu. Seni sordu bende söyledim. O an ışıklar yanmadığından
evde olup olmadığını bilmiyordu. Bende böyle bir yol düşündüm. Ve eğer iznin
olursa onu buraya çağıracağım.
Yunus tamam
dediği an Damla telefonuna uzandı.
Damla:
Merhaba. Ben Damla. Seni sözleştiğimiz çay bahçesinde bekliyoruz.
Telefonu kapatıp
masaya koydu. Etrafı izledi. Ne tuhaf diye düşündü hayat nasıl da her şeye
rağmen devam edebiliyordu. Ve nasıl oluyordu da insanlar içinde cehennemi
taşıyabiliyorlardı. İkili çayları tazelemek isterken çıkagelmişti Cüneyt. Yunus
onu gördüğüne çok şaşırmıştı. Nasıl oldu da çıkagelmişti. Ve neden çıkıp gelmek
için bu anı seçmişti. Yunus kardeşini gördüğüne çok sevinse de kızgınlığını da
gizleyememişti. Ortamı ölü sessizliği kaplamıştı. Öyle ki kimse konuşmaya
cesaret edemiyordu. Çaylar içilip hesaplar ödendiğinde dağ evinin yolunu
tutmuşlardı. Bu kez yalnız değillerdi…