Ey sevgili;
Seni
sevmek kendini bilmek gibi bir şeydi bana.
Her
doğan güneş seni yeniden görebilmenin habercisiydi adeta.
Sabahın
ilk ışıklarını kuşlarla birlikte ben kutlardım bu şehirde.
Onlar;
güneşin yeniden doğuşunu şarkılarla kutlarken,
Ben
elimde bir bardak demli çay karıştırırdım gönlünü gönlüme.
Meydanda
ki kahvehanenin çırağına ilk ben seslenirdim;
Hey
kahveci çırağı!
Getir
bir bardak tavşankanı çayda içelim,
İnce
belli sevgilinin bal dudaklarından öpelim.
Hep
benden sonra dolardı kahvehaneler ve çorbacılar.
Oysa
adım gibi bilirdim senin evden çıkış saatlerini.
Gün
boyunca nelerle meşgul olduğunu da saat saat bilirdim.
Yine
de tahammülüm yoktu gözlerimden uzak,
O
evinizin demir sürgülü kapısını açmana.
Ey sevgili;
Saat
sekiz on oldu mu ardına düşerdi ağır adımlarla bir âşık,
Ama
sen hiç bunun farkında olmazdın.
Sahi
ya söylesene
Beni
hiç mi fark etmemiştin.
Ayak
seslerim kulağına hiç gelmedi mi?
Ya
orman yeşili gözlerin karşısında
İçine
hapsettiğim nefesimi de mi ensende hissetmedin.
Ardına
düşmüşken ağır adımlarla
Dilimde
her sabah aynı dua olurdu.
“Allah’ım
şuan önümüz sıra bir meltem estir.
Estir
ki sevgilinin kokusunu ciğerime çekeyim.”
Her
meltem esişinde kokunu değiştirirdin.
Oysa
ben her esişinde melteme seslenerek sana iletmesi için derdim ki:
Söyle
sevgiliye;
Çeşit
çeşit kokuları sürmesin kardan beyaz tenine,
Sevgilinin
ter kokusu amberden hoştur gönlüme.