ÖYLE BİR ŞEHİR Kİ GAZİANNTEP
Ahmet AYAZ
Gaziantep
Ekspres Gazetesi 18.12.2018
………………………………………………………….
Öyle bir şehir ki Gaziantep, sesi
kulağına gelen bir şehirdir. Sayısız kahramanlarımız,
sanatkarlarımız, ustalarımız, şair ve yazarlarımız ayrıca
baklavamız, çiğ köftemiz. kebabımız adına övünmeyi
değiyor, Gaziantep’imiz. Bunu size aşağıda teker teker anlatmaya çalışacağım diyorum ama,
anlatmaya da kalemim yetersiz kalır, diye düşünüyorum. Tamı tamına anlatmaya gücümün
yetmeyeceği kanaatindeyim.
Geçen yıl
2017 de Çanakkale de gezerken Arkadaşımız Fahri Bulut, arkadaşlar şurada size
birer portakal suyu içireyim diye bizi bir küçük dükkana davet etti. Üç kişiydik,
içeriye girdik ve bir masaya oturduk. 3
Kişiye birer portakal suyu getirip önümüze
indirdikten sonra, bir de hesap
kağıdı masamıza indi. 3 Portakal suyuna 27 TL hesap geldi.
Biz itiraz ettik ve dedik ki, biz
çarşıda birkaç yerde gördük ve içtik. Portakal suyunun fiyatı 2 veya 3
Tl idi. “Garson “Çok haklısınız” dedikten sonra “Siz hangi ilden geldiniz”? dedi. Biz “Gaziantep’ten” dedikten sonra, garson yüzünü bize çevirip, siz, farz et
ki, Gaziantep de, Güllüoğlu’dan baklava, veya Çağdaştan kebap
yediniz. Ara sokaklardaki dükkanların fiyatını mı ödüyorsunuz? Deyince, bize söyleyecek bir söz kalmadı ama, Gaziantep ile de sevincimizi anlatamayız. O kadar mutlu olduk ki, anlatılır
gibi değil. Çanakkale deki bir garsonun, Gaziantep’teki Çağdaşı, Güllüoğlunu
tanıması ve bize örnek vermesi, bizi çok
şaşırttı. Çanakkalede,
kalenin içinde “Antepli Sirkeci Ali” püstünü görünce o kadar duygulandım ki,
Gazi Şehirde doğup büyüdüğüm için bir defa daha mutlu oldum.
1960 lı yıllarında dini bayramlarda
hudut kıyısında Suriye deki akrabalarla bayramlaşmaya giderdik. Bayramlaşma zamanından önce bize gelen mektuplarda,
Suriye deki akrabalar, bizden ne isterlerdi biliyor musunuz?. Bıçakçı Kasım Ustanın “Kasım Üstüner” kemik
saplı bıçaklarından ve şimşir kaşık dediğimiz süslü nakışlı tahta kaşıklardan
isterlerdi. Aslında Gaziantep deyince akla baklava, baklava deyince de
akla Güllüoğlu gelir. Rahmetli Hatice Güllüyü de saygı ve rahmetle anıyorum.
Ticaret Lisesinin gece bölümünde, benim
İngilizce öğretmenimdi. Öğretmenliğin dışında bir anne idi. Mekanı
cennet olsun diyorum. Şimdi burada baklava ile ilgili bir şey daha anlatacağım.
Daha emekli olmamıştım. Daire
arkadaşlarımdan birisi Şanlıurfadan evliydi.
Eşinin amcası İngiltere’ye doktora görmeye
gitmiş. Türkiye’ye dönmemiş, orada bir üniversitede görev yapıyormuş.
Şanlıurfa’ya izinli geldiğinde, arkadaşımdan, İngiltere’ye götürmek üzere
Güllüoğlu’dan baklava istiyor. Bir arkadaşımız da, ben güllüoğlu’nun yanında çalıştım. Güllüoğludan
baklava kutusu alalım, baklavayı ben evde yaparım, bu kutuların içine
koruz götürsün, ve baklava Güllüoğludan desin orada dedi. Arkadaşımız ben
amcama söyleyip ondan izin almalıyız,
ucuza çıkacağını da söylemeliyim dedi. Arkadaşımız Şanlıurfa’ya telefon açtı
ise, amcası fiyat önemli değil,
baklava güllüoğlu’dan olacak demiş. Orada Gaziantepli baklavacıların bir
çoğunun adını bizim Türkler biliyorlar. Hepsinin tercihleri Güllüoğlu demiş.
Elbette bizim de Güllüoğlu ile
övünmemiz gerekir. Gaziantep adına. O zaman biz, baklavayı Güllüoğludan aldık. Basbayağı kayda değer bir
miktar dı o zaman. Baklava deyince şimdi, Koçak Baklavalarını ve
Çelebioğlunu da unutursak sözü edilen baklavacılara haksızlık olur
diye düşünüyorum. Ben burada onları da
kutluyorum.
1980 li yıllarda eski genel kurmay başkanımız ve 7.
Cumhurbaşkanımız Rahmetli KENAN
EVREN PAŞA bir televizyon
konuşmasında “Ben Konya ilimizde komutan iken, askeri araçlarımızın tamiratı Gaziantep’te
mümkün oluyordu. Askeri araçlarımızın hepsini
Gaziantep’e gönderiyorduk, tamiratları Gaziantep’te yapılıyordu”
demişti. Bu gibi güzellikler Gazi Şehrin marka bir şehir olmasına büyük bir
destek ve tasdik değil midir?
Kültür-Sanat ve Edebiyattan söz edecek
olursak, Ömer Asım AKSOY, Mehmet HENGİRMEN gibi dil bilimcilerimiz, ayrıca
Mütercim Asımlarımız var. Gaziantepten Dr. Ahmet Çevik ile Ahmet Ayaz’ın
şiirlerinden bazıları, Azerbaycan da, Azerbaycan dili ile yayınlanıyor. Gaziantep’imiz adına anlatacak çok şey var.
1967-1968 Yıllarında Ankara da asker iken, Mehmet Köyatası adlı binbaşımız yüzünü bana
çevirerek “Gazianteplisin, peki Şahinbey’i biliyor musun”? dedi. Ben Gaziantepli olup da
Şahinbey’i bilmeyen olur mu? Dedim.
Hemde Gaziantep’in kahramanları sadece
Şahinbey değil ki, daha nice kahramanlarımız var dedim. Kimler deyince, ben
saymaya başladım. Şahinbey, Karayılan, Özdemir Bey, Aslan Bey, ve
daha niceleri deyince, binbaşım boynuma sarıldı ve benim Şahinim diye höngür höngür ağlamaya başladı. Peki Şahinbey’in türkülerini de bilir misin dedi. Ben iki kıta
Şahinbeyin türküsünü .söyledim. Türkü şöyle idi.
…..
Şahinim
düşmana ilk kurban oldu,
Sevgili
Antepe düşmanlar doldu,
Analar
bacılar saçını yoldu,
Uyan şahin
uyan gör neler oldu
Sevgili
Antep’e düşmanlar doldu.
….
Şahini
sorarsan 30 yaşında,
Düşman süngüledi köprü başında.
Analar
bacılar ağlar başında
Uyan
şahin uyan gör neler oldu.
Sevgili
Antep’e düşmanlar doldu.
…
Daha sonra
da Karayılandan, iki kıta söyledim.
Karayılan
Türküsü de şöyle idi. Bunu da söyledim.
Karayılan der ki gelin oturak
Kilis yollarından kelle getirek
Nerde düşman varsa orda bitirek
Vurun Antepliler namus günüdür
*****
Kolumu salladım toplar oynadı
Karataş içinde asker kaynadı
Birinci kurşunda Şahin uyandı
Vurun Antepliler namus günüdür
…
Binbaşım Mehmet Köyatası, “Sesin de çok
güzelmiş” diyerek, tekrar boynuma
sarılıp, Şahinim benim diye beni, hem kokluyor, hem de ağlıyordu. Adam bir Gaziantep, bir
Şahinbey hayranıydı. Nereden, nasıl etkilenmiş ? Onu da bir türlü bilemiyorum.
Yazımın başında Gaziantep’imizi
anlatmaya kalemimin kafi gelmeyeceğini söylemiştim. Elbette ben bu yazıma “Sesi Kulağına
Gelen Şehir” başlığını kullandım. Şimdi aşağıya Azerbaycan da,
Azerbaycan dili ile yayımlanan “TÜRK
ŞİİRİNDE EŞO” adlı
antoloji kitabının 14 sayfasında
yer alan “Son Mektupların Sonu” adlı şiirimi
aşağıya alıyorum. Azerbaycan dili ile alırsam, anlamakta zorlanacağınızı düşündüm. Sizler ile paylaşmak da çok güzel bir şey değil mi?
SON MEKTUPLARIN SONU
Haberim
yok duruşundan cisminden,
Kaşın, gözün yine öyle kara mı?
Hiç kimseye söz edemem isminden,
Benim gibi kara bağrın yara mı?
…
İnce
ağrı gibi kaldın içimde,
Şekillendin başka başka biçimde.
Ben giderken sevdalılar göçünde,
Bakışların karanlığa çıra mı?
…
Sana
değil kaderime küstüm ben,
Talihimi çiğ ipliğe astım ben.
Diyemedim Felek ile dostum ben,
O’nun ile çoktan açtım aramı.
…
Ayaz’ım
ben, umudumu yitirdim,
Neyim varsa bohça yapıp götürdüm.
Gençliğimi hayallerle bitirdim,
Göç zamanım, bekliyorum sıramı.
Ahmet
AYAZ