Müdür Mehmet Usta Goca Hocanın okumuş olduğu ezan sesiyle dalmış olduğu "kendisini her daim
hüzünlendiren
geçim sıkıntısının verdiği ağır yükten" birden silkinip kurtulmayı bildi.
Baharın
ortalarına gelindiği halde köyde ne bir dam yaptıran, ne de “şu duvarım yıkıldı
gel de tamir et” diyen birisi daha kapısını çalmamıştı.
Köyde insanlar hayvancılık,
çiftçilik gibi işlerle geçimini temin ederken o da öğrendiği, herkesin gıpta
ile özendiği dam, duvar ustalığı ile rızkını temin ediyordu. Oğlu İsmail, baba
mesleğine pek itibar etmemiş, biriktirdiği üç-beş lirayla ağabeyi Ziya gibi
çerçilik yapmaya heves etmişti.
Oğullarının evlerini
ayırdığında hanımı öldüğü için bekar kalan Müdür Mehmet, oğlu İsmail'in yanında
kalmış, “Ziya senin horantan kalabalık sen bana boş yere ısrar etme İsmail'in
çocuğu yok ben onlara can şenliği olurum” demişti. Gelini Urguya onu bir baba
gibi sever, sayar, kocasına diyemediği evin eksiğini gediğini kayın babasına
demede bir sakınca görmezdi.
İkindi namazını kıldıktan
sonra sabahleyin Urguya'nın siparişlerini almak için Hafız Mehmet’in dükkanına
girip utana, sıkıla ihtiyaçlarını sıraladı. Hafız Mehmet komşusunun
istediklerini ayrı ayrı kesekâğıdına koyarken hal, hatır sormayı ihmal
etmiyordu. Oğlu Cuma'yı çağırıp, “Hadi oğlum şunları Urguya bacına teslim et biz
Mehmet ağa ile hem laflayalım, hem de az sonra radyoda başlayacak acansı
dinleyelim” derdi...
Aradan üç-dört gün geçtiği
halde kapılarını çalan hiç kimse olmayınca “Gelinim benim eşşağami hazırla, iş
başa düştü, şöyle köylere açılayım bakalım kısmette ne çıkar” deyip edevat
torbası-nı eline aldı. İçinde kendisine lazım ola-cak olan şakülünü, ipini,
küllüğünü, ke-serini, testeresini tek tek gözden geçirdi.
Urguya gelin eşeğin semerini vurduktan sonra,
“Hadi baba eşşek hazır, Allah işini rast
getirsin, güle güle git, arkayı unutma” deyip elindeki bir bardak suyu onun
arkasından yere döktü.
Mehmet ağa uğradığı birkaç köyde kendisine uygun tatmin edici iş
bulamadı. Kendisi köyünde ayağına hazır iş beklerken diğer köylerin işlerini başka
ustalar kapmıştı bile. Ya kısmet deyip tekrar yollara düştü. Akşam vaktine
yakın bir köye vardığında köylüler bir çeşme başında namaz için abdest
alıyorlardı. Selam verip o da abdest almak için oturup kollarını sıvadığında
omzuna samimi bir elin değdiğini fark etti. Adam o köyün zenginlerinden olup herkese
kapısı ve sofrası açık, misafirperver, ustanın, amelenin, ırgatın hakkını
fazlasıyla veren birisiydi. Mehmet ağa zamanında bu adamın yanında birkaç kez
çalışmış, çok ekmeğini yemiş, “yüzüm kara çıkmasın” diye işine çok önem
vermişti.
Akşam namazından sonra adam tuttuğu gibi Mehmet ağayı konağına götürüp
misafir etti. Sağdan, soldan lafladıktan sonra adam, “Mehmet ağa nerelerdesin,
kaç sefer sana haber saldım, ol görüp gelmedin” dedi. Çayından bir yudum
içtikten sonra, “On gün önce buraya
Dalakçı köyünden olduklarını söyleyen iki usta geldi, bir bakışta onların usta
olmadıklarını anladım”
Çayından bir yudum daha
höpürdettikten sonra bunlara, “Giden sene samanlık yaptırıyordum ustalar sizin gibi acemiydi, neredeyse
traktörümü yakacaklardı, siz de bana kızgınlıkla biçer döver imi yaktırma dan şu
ahırın yapımını bırakın alın paranızı gidin" diyerek onları kovdum, iyi ki sen geldin Mehmet ağa” deyip bir sigara yaktı.
Müdür Mehmet adamın ahırını,
samanlığını bir ay gibi yorucu bir çalışmadan sonra tamamladığında aldığı
paranın yanında kendisine ayrıca verilen bahşişin haddi hesabı yoktu. Köylüler onun işini beğenmiş, “İlla bizim işlerimizi de yap” diye neredeyse onun
karşısında el pençe durur olmuşlardı. Gündüz onun bunun işinde çalışıp yorgun
düşen Mehmet ustayı adam çalıştığı yerden alarak akşam evine
götürüyor, hiçbir ikramından geri koymuyordu . .......Günün birinde bir akşam vakti
adamın akrabası olan iki kardeş karısı kadınlar, “Aman Mehmet ağa senin işini,
gücünü pek beğendik, bizi kırmazsan sana ara duvarı çektireceğiz. Kocalarımız
öldü, bizler artık yaşlandık, torunlar bir arada kaldığından havluda her gün dövüş
çıkarıyorlar, elindeki işi bitirince bizi bu dertten kurtar sana duacı oluruz”
diye yalvardılar. Adamın da Mehmet ağaya ricacı olmasıyla Mehmet usta biraz kem küm lesede arada kendisine sahip çıkan Kadir ağa var işi
kabul etmek zorunda kaldı. Üç gün sonra köyün muhtarı ve birkaç akrabanın bir
araya gelmesiyle evleri arasındaki arsa ölçülüp kadınların rızası alındıktan
sonra Müdür Mehmet ağa temel iplerini işaretlenen yere gerip amelelere “temeli
eşin” işaretini verdi. Mehmet ağa işi bir an evvel bitirip köyüne dönmek için
can atıyordu. Bir iki gün sonra duvar
meydana çıkmaya başlamıştı. Kadınlar oturup ustanın amelenin çalışmalarını
izliyorlar, gelinleri de sırayla ortaya koyacakları öğünleri (yemekleri)
vaktinde yetiştirmeye çalışıyorlardı.
Eli boş köylü ahır, samanlık
işlerini bitirdikten sonra oraya gelip ustanın, amelenin çalışmasını
izliyorlar, amelenin çamur karışına, Mehmet ağanın külünk le taşı kırıp duvarda
dümdüz örmesine hayretle bakıyorlar, “Sen bu köyünde hangi ustadan
öğrendin bu sanatını” diye çalışanları oyalıyorlardı.
Duvarın boyu neredeyse bir buçuk-iki metreye yaklaşmış çelen vurma
yüksekliğine gelmişti, ihtişamıyla ustasının taştaki
bütün maharetlerini sergiliyordu. Nerede var, nerede yok "ağzında bir kenger sakızı, bir elinde üç el tespih, diğer elindeki değneğine yaslanarak oraya elinden
yüzünden şer akan yaşlı bir kadın" geldi. Daha “kolay gelsin usta” gibi iyi temennilerde
bulunmadan, “Vaaa Sultan bacım, benim gördüğüm gadarıynan duvar senin arsana
fazladan girmiş” dedi. Mehmet usta yaşlı ve biraz sinirli birisiydi, pişmiş aşa su katan bu kadına çatmamak için kafayı beri-öte çevirirken kendisini güç tutuyordu ki başka bir kadında
oradan atıldı
“Aboo, yok, anam yok, ölçün de bakın, duvar Ayşe teyzenin dediğinin tam tersi Fadime bacının arsasına daha çok girmiş…”
Oraya toplanan seyirci
kalabalığı da sağdan soldan işe karışıp “vay doğru, vay yanlış” deyip hüküm
yürütünce iki eltinin de kafası karışmaya başladı. Bir birine önceleri yumuşak
davranırken önce işi cebelleşmeye, sonra
da ağız dalaşına getirdiler. Kalabalığında etkisiyle “kazı, koz anlamalar” sonra kakınç kakmayı, daha sonra da birbirinin ağzına gözüne artırmak suretiyle “ şu kadar neylerim” diyerek miktarı artırmaya başladılar. Biri diğerine “atmış sefer”
derken öbürü de ondan geri kalacak değil ya “bende senin ağzının orta yerine
tam yetmiş dokuz kere şey ede…” lafı ağzında yarım kaldı. O anda işi
gücü bir yana bırakıp belki de yarım saat'tir onların dalaşını çömelmiş olduğu halde sabırla seyredip dinleyen Müdür Mehmet Usta, bir elinde kırmaya hazır taş, diğer bir
elinde de külünk olduğu halde duvarın üstünde yavaşça doğrulduktan sonra, “DURUN KADINLAR DURUN, ŞU İŞİ SEKSENE BAĞLAMAZSANIZ İKİNİZE DE GÖNÜL KORUM” dediğinde ortadaki dövüşün, kakıçın yerini gülüşmeler almıştı.
ERDOĞAN ÇALIŞKAN
04 08 2014 GERÇEK
YAŞANMIŞLIKLARDAN