GIZIM BEK HAŞERİYMİŞSİN!

 

              Araçlar arıza yapınca sanayide iş bilir ehil  ustalara,  hayvanlar hastalanınca uzman bir baytara,  insanlar hastalanınca da doktora müracaat edilip bir an önce hastalık ilerlemeden tedavisine bakılır.

 

               Doktorlar hastayı muayene ettiklerinde tedaviye lüzum görürlerse hastaneye yatırmaya gerek duyarlar. Hastaneler sadece doktorlardan ibaret değildir. Şöforundan hasta bakıcısına, aşçısından temizlikçisine, terzisine kadar adını sayamayacağımız kayıtçı,  kancı, rotgenci,  koruma, ebe gibi görevliler bu  kurumda hizmet verirler

 

                Ayrıca  bunların yanında doktorlardan sonra ikinci sırayı teşkil eden hemşireler vardır ki onları anlatmaya  kağıt kalem yetmez. Beyaz  kep ve önlüklerinin içindeki ‘gözleri ışıl ışıl’ etrafa gülücükler saçan bu güzeller bir yerde kendi dertlerini rafa kaldırarak hastanın  tedavisi  haricinde başka sorunlarına da üşenmeden merhem olmaya çalışırlar.

 

               Onları birer sağlık meleğidir. Hastaların yemesine, içmesine, tansiyon ölçümünden tut ki 'akla gelmedik her türlü tedavisine' doktor  nezareti ve tavsiyesiyle ilgilenirken aldıkları maaşın fazlası kadar da ‘manevi duygularına’ hitap ederler. Hemşire kelimesinin ‘haşeri’ kelimesine yakınlığından dolayı bizim  şakacı Etem'in başından mizahi iki olayın geçmesine neden olur.

 

                Dokuz ya da on yaşlarındaki orunu Ramazan  (Sarı)  köyünde top oynarken terler, üstüne üstlük bir de testiden buz gibi soğuk suyu tepesine dikince hastalanır ve  ailecek soluğu hastanede alırlar. Zature olmuştur. Aynı zamanda da ciğerleri ve boğazı iltihap kapmış çocuk 'körük gibi hışır hışır' ötmektedir.

 

               Doktorlar Sarıyı hastaneye yatırıp tedaviye öyle devam etmeye karar alırlar. Dedesi Etem de mecburen torununun başında refakatçi kalır. Aradan birkaç gün geçtikten sonra Ramazan aniden bir öksürük krizine tutulur ki çocuk nefes alıp veremez duruma gelmiş, gövdesinden 'buz gibi terler' akmaktadır. Sarı can havliyle “dede dede; kurtar beni ölüyom dede” diye ağıt, tufan, çığlık atmaktadır.

 

              Bir an için ne yapacağını şaşıran Etem hışımla kendisini odadan koridora atmış hastasına yardım edecek birini aramaktadır. Tam o esnada bir ayağı  topal olan bir hemşirenin koridorda hızla yürüdüğünü fark etmesiyle “topal hemşire, topal hemşire” diye çağırsa belki bayana ayıp olacak düşüncesiyle ve can havliyle “HAŞERİİİİ,  HAŞERİİİİ, GIZIM  HAŞERİİ, GIZIIIM” diye o gür sesiyle çağırarak koridorun köşesinden sağa dönmekte olan  hemşireye zor da olsa sesini duyurmayı başarır.

 

               Etem’in sesini duyan hemşire 'belki de ne göreve gittiğini' de unutarak hışımla geri dönüp “amca amca, ben senin kızın yaşındayım, utan utan, insan bir bayana böyle çağırır mı?”

 

               Etem hemşirenin bağırıp hışımla kendisine kızmasına pek önem vermeyerek gayet sakin bir şekilde “gusura kalma gızım, seni yolundan ettim amma!..” Lafı ağzında kalmıştı. Kadın sert bir şekilde sözünü keserek  “Aması-maması yok amca, bir daha lafını bil de öyle konuş” deyip tam  yürüyordu ki “gızım gızım; durum senin bildiğin gibi heç daal, bizim oralarda hemşirenin güzel ve topal olanına ‘HAŞERİ’ derler de !..."


               Kadının birden biraz önceki sertliği gitmiş yerini gülümsemeye terk etmişti. “yaa öylemi amca, senden çok özür dilerim, sahi sen beni ne için çağırmıştın”…..

 

                Etem’in oğulları Ankara’dan köye ana ve babasını ziyarete geldiklerinde kendi kendine yalancıktan hastalıklar icat ederek “vay şuram, vay buram ağrıyor” diye durmadan naz yapar ki oğulları dönüşte onu götürsünler de Ankara’yı şöyle rahat rahat gezsin.

 

               Yaptığı bu nazlanmalarının birisinde oğlu Hamdi onu kolundan tuttuğu gibi “Babam dünyaya bir daha mı gelecek, şunu iyi bir elden geçirteyim” diye Ankara Numune Hastanesinin yolunu tutar. Onu tanıyan birkaç doktorda “hazır baban buraya gelmişken birkaç gün yatıralım da hem dinlensin, hem de sağını solunu muayene edelim” derler.

 

                Ankara’yı gezme hayaliyle planlar kuran Etem’in morali bozulmuştur. Evdeki plan gerçeğe uymamış ‘ne hayaller kurarken ne ile karşılaşmıştı’.  Her şey 'insanın istediği şekilde' olmuyordu. İster istemez onlara uyum sağlayacaktı.

 

                Usanıp canı sıkılırsa arada koridora çıkıyor, geziyor, bazen da hastalara yasaklanan bölgelere girdiğinde çalışanlarca ister istemez azarlandığı oluyordu.

 

               Aradan geçen günler zarfında yanındaki hastalarla iyi diyaloglar kurup samimi olmuş, onlara şaka üstüne şaka yapıyor, hiç olmazsa bozuk olan morallerini düzeltiyordu. Bu durum bazen uzadıkça uzuyor, geceleri hastaların  ‘yat saati’ geçtiği halde onların şakaları koridorlara ve yan hasta odalarında çınlıyor,  haliyle de bu durum şikayet konusu oluyor, nöbetçi hemşirede gelip onları yatmaları için yarı tehtitkar ikaz ediyordu.

 

                Bunlardan birisinde nöbetçi hemşirenin onca ikazına rağmen kimse onu gaile almamış lafladıkça laflıyorlardı. Buna kızan nöbetçi  hemşirelerden  “Hastalar;  bu yaptığınız çok ayıp, sizden başka kimse de çıt yok…”

                Morali bozuk olan Etem; “yavrum şurada iki çift laf edip vakit geçiriyoruz, bunu bize çok görme guzum evladım, yarın gün gelir sende yaşlanırsın…”

 

                Aslında o gün için hemşirenin de başka bir olaydan dolayı morali bozuk olacak ki kendisine yakışmayacak bir ifadeyle ve bunun öfkesini ondan alırcasına “yatta  zıbar be amca,  ortalığı zaten hep sen karıştırıyorsun, sabah seni başhekime şikayet edeceğim…”

 

               Torunu yaşındaki birisinin kendisini azarlaması Etem’in ağrına gitmişti. Yarı kızgınlıkla “GIZIIIM BEK HAŞERİYMİŞSİN!..” dedi.

 

              Hemşire hanım duyduğu bu kelimeyle birden çığırdan çıkmış  öfkeyle “Amca,  amca; ben hayvan mıyım, at mıyım, eşek miyim terbiyeni takın, ‘haşeri’ neye denir, 'haşeri' sensin...” diye bağırmaya başlamıştı.

 

               Etem hemşireden gördüğü bu umulmayacak hareket karşısında ister istemez biraz sinirlense de bunu karşısındakine belli etmemeye çalışarak “gızım, gızım; gecenin bu vaatında benim günahımı alma, bizim köyde senin gibi güzel, böyle nazik,hatirnez, hatır-gönül bilir, elinden bal yenen evlenme çağına gelmiş gızlara 'HAŞERİ'denir, bunda ne var kızacak, alınacak evladım  guzum!.."

                Hemşire hanım  yaşlı bir amcadan umulmayacak  şekilde böyle bir iltifatla karşılaşacağını hayal bile etmezken duyduğu güzel kelimelerin şaşkınlığı ile “aaa, çok ama çok özür dilerim amca, sana saygısızlık edip çok kötü davrandım, demek öyle haa… Bir de durduk yerde senin günahını alacaktım. Tövbe tövbe…”

 

ERDOĞAN ÇALIŞKAN KIRŞEHİR  GERÇEK YAŞANMIŞLIKLAR

 

( Gızım Bek Haşeriymişsin başlıklı yazı İpciERDOĞAN tarafından 20.07.2019 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu