Sezai Karakoç Dosyası 2
Sezai Karakoç’un Balkon Şiiri Üzerine Görüşler/Bir Deneme Yazısı
Sezai Karakoç’un şiirlerinin izahını yapmak, bize düşecek görevlerden değildir. Biz, bunun üstesinden gelecek bilgi birikimine fazla sahip değiliz. Olsa olsa kıyıda ve köşede okuduğumuz yazılarının, elimize geçen kitaplarının ve dergilerinin sayesinde kalem erbabı olma yolunda karınca misali bir mesafe alabildik.
Şairlerin kimi şiirlerinin tahlil edişlerine baktığım zaman ya yazmayı bilmediğimi ya da tahlil yapanın okuma-yazmasının olmadığı fikrine kapılırım, çoğu zaman. Böylesi durumlarda bu tarz yazıları yazar, dosyalar ve zamanı gelirse sunmaya çalışırım. Yayınladıklarımız da bir elin parmaklarını geçmedi bu güne kadar.
“Balkon” şiirine ilişkin kimi açıklamaları vardır, Sunay Akın’ın:
“Nasıl olur da, bir şair balkonsuz bir ev düşünebilir?... Sezai Karakoç, şiirinde çocukları balkondan düşen annelerin dramını anlatır. İyi de çocuk pencereden de düşebilir. Evleri penceresiz yapan mimarları alnından öpmeye mi koşmalı? Bu şiir taşıdığı ‘yasakçı” anlamıyla beni hep rahatsız etmiştir.”
Sunay Akın, bu düşüncelerini Milliyet Gazetesi’nin 25 Ocak 1995 Tarihli sayısında yayınlamış. “Veşaire Veşaire” isimli köşesinde daha önce Cemal Süreyya’ya atfen yazdığı “Biz koşu bittikten sonra da koşan atlarız” dizesinin Sezai Karakoç’a ait olduğunu bilmediğini, bu dizenin Süreyya tarafından yazıldığını bildiğini belirtmiş. Oh ne ala memleket!... Sebebini de Feyza Perinçek’e bağlar. Perinçek, “Cemal Süreyya Arşivi” adlı çalışmasında Süreyya’nın bu dizeyi 23 Temmuz (1972) tarihli eşine yazdığı bir mektupta kullandığını belirttiği için Sayın Akın, yanılmış.
Sayın Akın da bunu bilmeden kullanmış.
İyi güzel de Sezai Karakoç’a ait bu dize Cemal Süreyya arşivinde ne arar? Akın’ın muhayyilesi bunu almıyor… Daha doğrusu hoşuna giden bu dizenin, Karakoç’a ait olduğu bir okur telefonuyla ortaya çıkınca yaptığı hatanın acısını Balkon Şiiri ve dolayısıyla şiirin Şairi olan Karakoç’u eleştirmekle örtbas etmek istiyor. Yahu bu mantık ne zamana dek sürecek, işlerliğini yitirmeden ayakta duracak? “Bu şairin bu dizesi güzel de bakın ne biçim saçma şiir yazıyor.” demeye getirecek aklınca ve son sürat işinin gereğini yapıyor; tüm acemiliğiyle. Sanki bu dizeyi yazan Karakoç, sıradan bir insandır ve tanınmaması gereken biridir.
Karakoç, bu Balkon isimli şiirinde neyi belirtmek istemiştir? Şairin bu şiiri niçin yazdığını bile bilmemektedir. Şiiri yorumlama kabiliyeti yaptığı açıklamada ortadadır. Bay Yabancı, yasakçı zihniyetin esiri olarak, bu dizelerin şairini suçlamış. Sanki bu şiiri birkaç kez okumuş, Sezai Karakoç’u hıfz etmiş biri edasıyla konuşuyor:”Bu şiir taşıdığı ‘yasakçı” anlamıyla beni hep rahatsız etmiştir.”
Bay Yabancı, siz hangi edebiyat alanında otoritesiniz? “Yasak” demekle kast ettiğiniz nedir? Bu şiir, 1980 Senesinde mi yazılmıştır? Kimleri övmüştür, bahsettiğiniz şiir?
Bu şiiri kaç kez okumuşsunuz ve bu şiirden anladığınız bu mudur?
Yapma be Bay Yabancı!... Sen, şairin bu şiirini seni uyaran biri olduğu için arayıp, bulmuş ve okumuşsun!... Belki bu şiiri, yakın çevrenden birinden almışsındır. Belki eline başka bir şiir tutuşturulsaydı, onun da şairi Karakoç olduğu için aynı satırları karalardın… Peki sen bu şiirin şairine “Biz koşu bittikten sonra da koşan atlarız” dizesinin içinde olduğu şiirin Cezayir’deki olaylarla ilgisi olduğunu söylese biri ne yaparsın?
Bizimkisi varsayım olsun!.. Bu Şair, senin bu açıklamalarınla-incilerinle- değerinden bir şey mi kaybeder, kaybedecektir? Haydi Cezayir’de olanı ve biteni bir anlat, bakalım!... Bir milyon Cezayirli insana ne oldu? Şayet bu konuda alıntısını yaptığın şiirin tümünü yayınlasaydın, sana daha başka sorular soracaktık.
Yine de merakta kalmaman için Karakoç’un Cezayir’e ilişki dizelerinden bir kaçını veriyoruz:
“Cezayir süt sirkidir
Yurdunu sevenlerin
Gözlerini kimse bağlamaz
At üstünde can verirler
Atla birlik güneş doğarken
Ve yaşar Cezayir”
Şimdi Fransızlara karşı Karakoç’u anlayabildin mi? Sana Macarlar ve Polonyalılar ve diğer ülkeler için yazdıklarını aktaramadığım için üzgünüm!...
Bay Yabancı, sen Mona Roza’yı okumuş musun? Ey Sevgili şiirini okumuş olsaydın, şairi yine anlar mıydın, bu tavrınla. Sahi Karakoç’un hangi şiirlerinden örnekler vermek lazım, Bay Yabancı’ya?
Bu yazımız olduğu gibi Balkon’un açıklamasına dairdir. Bay Yabancı’ya sadece işin katalizörü olarak bakmak lazım. Onun için yıllar sonra yazdığı bir yazının ikinci bir eleştirisi hoş olmaz. Biz yine de bunu etik olarak belirtelim.
Hem çocuklar için yazılmamış bu şiiri diline dolayarak Nazım Hikmet’i ele almışsın ve çocuk ölümlerini engelleme konusunda tercihini Nazım’dan yana kullanmışsın. Oyunu Nazım Hikmet şiirine vermeniz sizin insiyatifinizde.
Size Hiroşima’yı da anlatabiliriz, sayfalar dolusu. Konumuz Hiroşima değildir ve Nazım da değildir. Nazım’ı da konu alan bir makalemiz söz konusu olsaydı, bu bahiste size bunu da detaylı anlatır, engin bilginize bilgi katardık, netekim!.. Onun içün burası yeri ve zamanı değildir.
Yazara-Bay Yabancıya- sormak lazım:”Sen balkonlu evlerden ürker misin? “
Karakoç’un çocuklarının Diriliş ülküsüne gönül vermiş olanlar olduğunu bilmene rağmen… Akın, şairin küçük çocukların dikkatsizlik sonucu balkonlardan düşmemesi için annelere bu şiirle seslendiğini mi zannetmiştir? Akın, bunu bilmeyecek derecede biri değildir.
Sayın Akın, anneler vardır, çocuklarının derdiyle yanan. Anneler vardır, elleri balkon demirlerinde çocuklarını gün boyu bekleyen. Anneler vardır, çocuklarının nerede olduğunu bilmediği için yüzlerindeki en son tebessümü hayalinde dondurup bağrına taş basan. Anneler vardır, hayatta iken çocukları ölmüş olan. Anneler vardır, ömrünü adadığı çocukları için ağıtlar yakan.
İslam kültüründe ve mimarisinde balkonun olmadığını niçin bilmezsin? Evlerin insan hayatı için ne derece özel olduğunu da bilmektesin. Balkonların özel hayatın dışa açılan penceresi olduğundan da haberdarsın. Balkonların bizim yaşantımıza uymadığını da bilmektesin. “Bizim” dediğimiz hayat, anladığın ölçüde değil, yalnız. Ben, en az 1000 yıllık geçmişi anımsatmak istiyorum, size.
Sunay Akın, Balkon’u “balkon” olarak algılamış iseniz “Kapalı Çarşı” şiirini de “Mısır Çarşısı” biçiminde düşünmüşsünüz. Bilirsiniz, İstanbul’da bu isimde bir çarşının bulunduğunu. Bu şiirde de ahlâkî değerlere ve inanca karşı çıkanların Balkon’da oldukça kapalı tarzda eleştirildiğini bilmen lazım. “Kapalı Çarşı” denince Orhan Veli de akla gelir, unutmayasın.
Sana iki dizeyi yorumlaman için yardımcın kesilelim:
“Kapalı çarşı içinde kapalı rüya çarşıları
Kapalı çarşı içinde öfke ve af çarşıları “
Bakın, size Karakoç’un başka iki dizesini hatırlatayım, belki Balkon ile daha iyi anlaşılır diye Sesler’den:
“Ben Kristof Kolomb’un uşağı değilim
Ben ırmakçıyım denizci değilim
Kulağımda ne bir aşk ne de bir kürek sesi
Bir meydan uğultusu barbar bir inşaat sesi”
Bilir misin Sayın Bay Yabancı, Kristof Kolomb, uşak, denizci ve barbar bir inşaat sesi ne anlama gelir ve Karakoç, “…uşağı değilim” demektedir. Ondandır, balkonlara düşmanlığı ve balkonları deniz körfezlerine benzetmesi. Her körfez denize açılan kapı değil midir? İnsan yutan, medeniyetler yok eden denizler karşısında “Irmakçıyım” diyen Şairin yabancısı değil Dicle, Fırat, Nil ve diğer coğrafyasındaki nehirlerin sevdasıyla iç içedir.
O yıktırılan İnka’nın, kandırılan ve daima barış için yaktırılan-tüttürülen çubukların haince tutulduğunun bilincindedir. O, barış çubuklarının daha fazla kızıl derili insanlarının ölümü demek olduğunu bilir ve bunu ilan eder, şiirini okuyana:
“Ben Kristof Kolomb’un uşağı değilim”
Bir başka dizesini aktarayım size:
“Gidiniz ve öteki yabancıları da beraber götürünüz”
Batı’ya düşmandır, Şair. O denli düşmanıdır ki medeniyetine göz dikenlerin. Bak, açıkça belirtir durur:
“Patron oldu ama hala uşaktı
Ruhunda uşaklık yuva yapmıştı”
Şimdi alıyor musun, şiirini? Bilmiyorum, yazdığım senin eline ulaşacak mı kitap kapağı arasında?
Şimdi ben sana Balkon’u anlatacaktım. Sırası mı diğer şiirlerin açıklamasına girmenin? Kusura bakmasın, bu satırları okuyan-okuyanlar.
Çocuğun balkondan düşmesi, söz konusu değildir, şiirde. Söz konusu olan çocuğun balkon içine düşmesidir. Balkon, dışa açılıyorsa ve çocuk balkona düşüyorsa ne olacak? Lakin Şair, “düşerse” , Sunay Akın ise “Balkondan düşerse” der. Balkon ile ev arasında bir ilişki var, bilirsiniz. Karakoç, bu ilişkinin ötesini sorgulamaktadır.
Ben, açık ve ferah evleri, balkonlu hapishaneyi çağrıştıran evlere tercih ederim, velev ki balkonlu evler, saray bile olsa. Balkonlu evlerden hazzetmem.
Her balkonlu ev gördükçe iğrenirim, içindeki insanlara acırım. Kalkıp böylelikle beni “apartman düşmanı” ilan etmeye de kalkışmayın. Çünkü kastedilen balkon olsaydı, haklısınız.
Balkonların demirli olmasındaki mecazı kavrayamamak, ilk bakışta doğal sayılır. Tabiî karşılanmayan Karakoç’un balkonlu evleri istemeyen biri olarak tanıtılmasıdır. Keşke şairine müracaat etseydiniz de bizim kültürümüz ile batı kültürünü yaşantıları ile anlatsaydı size, Karakoç:
“Çocuk düşerse ölür çünkü balkon
Ölümün cesur körfezidir evlerde
Yüzünde son gülümseme kaybolurken çocukların
Anneler anneler elleri balkonların demirlerinde”
Şimdi size konunun daha iyi anlaşılması için uzun uzadıya bu şiiri okurken aklıma gelenleri, sabırla aktarmaya çalışayım. Umarım sıkılmaz ve okumaya zaman bulabilirsiniz:
İnsanı dar kalıplarda düşünmeye ve yaşamaya iten şartlar… Evlerdeki balkonların küçüklüğünü bilirsiniz … Evlerde yaşadığımız şartlar gereği, balkonlar küçük tutulur. Çünkü şehirleşme ile toprağın değerlendirilmesi artar. Böylelikle sınırlı oranda olan toprak üzerine konutlar yapılır.
Psikologlar, dar evlerde yaşayanların kimi sıkıntılar içine düştüğünü söyler. Balkonlar da ferahlama yeri olarak görülür. En azından küçük hapishane olan evde gökyüzünü görmeye can atan mahkûmun tabiatlı görmesine, caddede geçen insanları görmesine olanak verir.
Evlerdeki balkonun küçüklüğü ile insanın içinde hissettiği balkon, şairine göre –iyi anlamanız için- ”Bir tabut kadar yer tutar.” Tabut- düşmek-son gülümseme ve ölüm… Bedenlerin serbest ve ruhların esir olduğu anı ve mekânı belirtmemiş olan şairin içindeki balkonla (tabutun) kapladığı yeri özdeş tutması ilginçtir. İnsanın çok katlı binalarda küçük bir balkondan etrafı seyre dalması ile bahçeli bir evin önünde dışarıyı seyre dalma arasındaki farkı iyi bilmek gerekir.
Bu farkı algılamaktan uzak durmamalıdır, insan. Ki fikir bazında düşüncenin balkon ölçüsündeki alan kadar serbestliği tabut, kefen ve ölü üçlemesiyle insan muhayyelesinde düşündüğünü dille, yazıyla ikrar etmenin serbest olmadığı bir zaman canlanır, adeta.
Sezai Karakoç’un şiirlerinde imla ve noktalama söz konusu değildir, bildiğim. Bu sebeple anlatılmak istenen ilk bakışta anlaşılmaktan uzak olduğu hissine kapılır, insan.
Düşünce serbestçe belirtilemiyorsa ve hayat zorlamalarla yüz yüze bırakılmak isteniyorsa beden dışarıda, ruh da hapiste ise hakikatten düşünen insanlar birer yaşayan ölü değil midir? Demirli balkonlarda çocuklar niçin ölsün? Ya bu demirler balkonlardan düşen çocuklara annelerin ulaşmaması içinse ne demeli? Bir de bu açıdan bakmakta fayda vardır.
Demirli balkonlarla süregelen hayat, yaşayan ölülerin tabuttaki yaşantısıdır. Aynı zamanda öbür boyutta iki medeniyetin mimarî biçimi de mukayese edilmiş olmalıdır. Bu şairin poetikasında yer alan ifade tarzından kaynaklanır. Hakikatten İslâmî Mimarî ile Batı Mimarî tarzı birbiri ile uyuşmayan iki tarzdadır.
Sayın Akın, bilirim siz hemen Batıyı Hıristiyan gözlüğü ile eleştirdiğimizi sanacak ve bu taraftan haklı olduğunuzu yazacaksınız. İmdadınıza gelecek olanlar da başka şeyleri yanlarına katıp, söylediğimizi söylediğimize pişman edeceksiniz.
Sezai Karakoç’ta geçmişe özlemi çağrıştıran ifadeler yok mu? Ergani’de geçen çocukluk dönemlerine bakıldığında tek katlı evlerdeki yaşamdan esintiler bulunmaz mı? Toprak damlı evlerde yaşayan insanlar ve eşikten adımını atar atmaz sokağa açılan avlu kapısı.
Bahçeli evlerde yaşayan bir önceki kuşak, halen apartmanları beton mezarlara benzetir. Bende de bu his vardır, şehirde yirmi senedir yaşamama rağmen.
Siz, Karakoç’un “Bahçe Görmüş Çocukların Şiiri” ile “Eski Kirazın Gereği” şiirini okudunuz mu? Zannetmem. Okumuş olsaydınız, balkon saplantısından kurtulurdunuz.
Düşünen insanı ölü hale getirenler, bu insanların yaşayan bir ölü konumunda cesetlerini balkonlara gömmeleri söz konusu olabilir mi, üçüncü dörtlükte? Yaşarken rahat etmeyenlerin ölürken balkon tipi mezarlarda da rahat etmeyeceklerini bilmez misin? Lakin insan susturulursa, balkon tipi mekânlarda ikamete tabiî tutulursa yine düşünceleri ile yaşamaya devam eder, edecektir. Batı, insanımızı balkonlarda yaşamaya hapsederken ne demeli?
Sayın Akın, zihin jimnastiğine çıkalım, bu yazıda. Kimi numaralı evler vardır, inkâr etsek bile. Bu evlerin balkonlarında ve pencerelerinde yetişkin çocuklar vardır, bilirsiniz. Onlar seyre dalanları da muhakkak benim gibi bilmektesiniz. Bu balkonlara çıkan kızları ve kadınları, hangi anne ev içine çekebilir? Balkon demirleri buna engel değil midir? Matematik işlemi gibi de konuşmamaktayım. Bunu denemek ne kadar zor, bilmektesiniz. Bu annelerin bağrına taş bastıklarını ikimiz de bilmekteyiz.
“Çocuk düşerse ölür çünkü balkon
Ölümün cesur körfezidir evlerde
Yüzünde son gülümseme kaybolurken çocukların
Anneler anneler elleri balkonların demirlerinde”
Evet, bu şiiri bu insanlar için düşünelim. Bu insanların içine düştüğü durumdan muzdarip değil miyiz? Şiire yorum getirmekse amacımız, bırakalım bizim medeniyetimizle batı medeniyetini. Bu açıdan düşünelim, bu dörtlüğü.
Bilirsiniz N.F.K’da bulunan Büyük Doğu ideali gibi Karakoç’ta da Diriliş ideali vardır. Bu egemen düşünceyi kimse yok göremez. Şairin Diriliş Ekolü’nden habersiz olmak, kendisi hakkında bir şeyler söylemesini engeller insanın. Ki şiiri de her ne kadar sanatla iç içe ise de esin kaynağını bilmektesiniz. Kalkıp Balkon Şiiri’ni okurken biri nasıl olurda “Şair, balkonsuz bir ev düşünür? diye kendince boş işlerle uğraşır, sanatla şiirle iç içe olan bir insan?
Sezai Karakoç, şiirinde çocukları balkona düşen annelerin dramını anlatır. Balkonlar, insan hayatını karartan birer tuzaktır. Balkonlar, günümüzde evlerimizde evin içini gösteren birer penceredir. Bu şiir yazılırkenki hayat farklıydı, şimdi farklıdır. Balkonlarda olan hayatı görenler, balkonlardaki saf ve masum çocukları önce sokağa sonra caddelere ve sonra da kendi çirkin emellerine alet etmediler mi?
Kimisi “İnsanın kendisini eve hapsetmesini istiyorsunuz” anlamını çıkarabilir, bu açıklamamdan.
Karakoç, bu şiirinde çocukları balkona düşen annelerin dramını anlatır. Bazısı, “Çocuklar pencereden de düşebilir.” mantığını yürütürse o zaman ne diyelim, bu yazımızı okuduktan sonra? İşte Bay Yabancı, bu soruları sormaktadır: ”Evleri penceresiz yapan mimarları alınlarından mı öpmeye koşacağız?” Karakoç, penceresiz evlere karşı çıkmıyor mu yıllardır ve bunu anlatmıyor mu?
“Bu şiir, taşıdığı ‘yasakçı’ anlamıyla beni hep rahatsız etmiştir. Ben, çocuk hastanesinin karşısındaki oyuncakçıları sevmem” biçiminde alaycı tavırla tenkit etmeye cüret eden Bay Yabancının hatırı için Karakoç’a sormak lazım:”Siz, bu şiiri balkondan çocuklar düşmesin diye mi yazdınız yoksa çocuklar balkona çıkıp yabancılar görmesin diye mi yazdınız?”
Eminim ki Karakoç, “Sunay Akın” isimli Bay Yabancı’yı ciddiye almamıştır.. Bakmayın bizim sayfalar dolusu şiiri izahımıza. Çok esef verici bir durum. Şair olmanın hissiyatından uzak, düşünmekten uzak yapıda olan Bay Yabancı, köşe yazarı olmanın keyfiyle bir de isim bulmuş yazdıklarına:”Veşaire Veşaire.”
Aslında yazdıkları da köşe ismine yakışmış, anlaşılan; ” Veşaire Veşaire.” Daha ciddî duracak bir başlık yok mu? Aslında şairânelik kokar diye yapılabilir, bu isimdeki farklılık. Ciddîye de alınmasa bile biz, edebiyat ve sanat ile kültür ağırlıklı her şeyi ciddîye alırız. Bundandır, yazmamız.
Sezai Karakoç’un Balkon şiirinin son dizesinde “Pencere” ifadesi yokken, “Evleri penceresiz yapan mimarların alınlarından öpmeye mi koşmalı?” sorusunu soran Bay Yabancı, ciddiyetsiz biçimde davranmıyor mu?
Anlayabildiğim kadarıyla “Yasakçı” olarak itham edilen Karakoç, daima yasaklara karşı çıkmış biridir. Fakat Bay Yabancı, şiirin özünü anlamaktan mahrum ise ne yapmalı?
“Her ev balkonlu olmalıdır.” iddiasında olanlara, “Ben balkonu olmayan, geniş avlulu ve bahçesi olan evleri severim.” demenin yanlış bir tarafı var mıdır?
Ben, insanların ve özellikle çocukların balkonlara düşmesini istemiyorum. Bu yüzden balkonlara karşıyım. “Düşme”, bilinmelidir ki “yüksek bir yerden sert zemine çarpma” olarak algılanmamalıdır. Bu düşme, “ahlâkî alanda toplumun alçalması” demektir. Şairin dizelerine yüklediği anlamın manasını kavramayanların, kalkıp” Ben çocuk hastanesinin karşısındaki oyuncakçıyı sevmem” ifadesine ne demeli?
“Bana sormayın böyle nereye
Koşa koşa gidiyorum
Alnından öpmeğe gidiyorum
Evleri balkonsuz yapan mimarların”
Bu dizelerden nasıl bir mana çıkabilir? Balkona düşüp, hayatı kirletilen çocukları için anneler, balkon demirlerine tutunarak ömürlerini acılar içerisinde geçireceğine, “Balkon” ile sembolleştirilen “Çocukların hayatını karartan batı yaşantısını” reddetmek ve kendi özüne dönerek medeniyetinin gereği gibi yaşamak varken, insanlığı daracık tabut mekânlara sıkıştırmaya, onların hayatını bu zindanda çürütmeye kim rıza gösterir? Elbette evleri balkonsuz yapan mimarların alnı öpülmeye değer.
Ev, insanın iç dünyasını sığdırdığı, yabancıyla paylaşmadığı duygularının ve düşüncelerinin yoğunlaştığı, sırların dışarı çıkmadığı, saklı tutulanın o dairede rahatça bilindiği, özgürlüğün alabildiğince enginliklere açıldığı semboldür, aslında. Evler, balkonsuz yapılacaksa, insanlar daha rahat biçimde yaşayacak, balkonlara esarete mahkûm olunmayacak, balkonlara düşme tehlikesi de ortadan kalkacaksa, evleri balkonsuz yapan mimarları sevdirten insanlara bu öfke neden ve niçin?
Bay Yabancı, bu konu sizin o ufkunuzu aşmakta ve siz, bu yazınızı yazarken şairi bilenlere sormalıydınız. Sormalıydınız, evlerin niçin balkonsuz istendiğini. Bizim insanımız balkonsuz evleri istemektedir. Hayat, balkonlu evlerde sıkıntılıdır. Caddeler, sokaklar hayatın bir parçasıdır. Orada herkes yaşantıda zorunlu olanı yerine getirir. Fakat balkonlardaki yaşantı, yabancıya sırların verilmesiyle eşdeğerdir. Siz, bu sırlarınızı verdiğinizde, olacak olanlar bellidir.
Halen balkonlarında oturulmaz, şehrimizin. Balkon, ancak mecburiyet durumunda kullanılır, kullanılmaktadır. Bunu bilmenize rağmen kalkıp kast edilen mana ortada iken Karakoç’la yaşınıza başınıza bakmadan yarışmanız akıl kârı değildir. Balkonsuz bir evde yaşamanın keyfini bilemezsiniz.
Kalkıp bu ülkede balkonsuz ev bulacağınızı zannederseniz yanılırsınız. Böylesi bir ev, aslında ülkedir, vatandır, medeniyettir. Siz, demirlere takılı kalıp düşünürsünüz. Bay Yabancı, zihninde balkonsuz evleri, penceresiz olarak düşlemiş olmanız üzüntü vericidir. Balkonsuz ev hayaliniz olmadığı için, oturduğunuz evde yaşamaya devam edin. Biz, balkonsuz evlerin hayali ile ömrünü tüketen Karakoç’u anlamaktayız, sevmekteyiz.
Evleri balkon ile sınırlandıranlar, ellerinde cetvellerle kaç devlet kurdurtmuş? Bunu bir atlasa bakarak hemen anlayabilirsin. Bu evleri balkonlu yapanların sırlarını ifşa etmesi, kaç leş yiyen akbabalar gibi ülkeleri başımıza musallat etmiştir? “Son seferleri bitmiştir.” diyenler, yanılmadılar mı?
Siz, bu şiirin o denli kolay yazıldığını mı zannedersiniz?
Bay Yabancı, kalkıp balkon kelimesini hecelersek bal-kon heceleri çıkar. Bu kelimenin yabancı olduğunu sen de benim gibi bilirsin. Salon kelimesi de dile yabancılardan alınarak girmiştir. Bazıları, “Rahat nefes alalım, işin-mesainin stressini bir çay içerek, dinlenerek rahatlayalım.” Manasında “bala kon-” mealinde bu balkon kelimesini anlayabilir. Fakat benim ve senin gibi okuyan insanlar, bunun böyle olmadığını bilmelidir. “Balkon” yabancı bir kelimedir, mimarîmize sonradan girmiş bir ifadedir. Aslı olmayan bu ifadeyi dışlamamız, insanımızın özüne dönüşünü simgelemektedir. Ve siz, halen bunu bilmemektesiniz.
Bir çok juride bulunduğunuzu bilmekteyim. Kuzum, bu bilginizle hangi ülkeleri fethedebilirsiniz? Merak sâikîyle sormadan edemiyorum.
Biz balkonlarda saksılara hapsedilen çiçeklerin topraktan koparılmasına gönlü razı olmayan insanlarız. Çiçekler saksıda değil, evin bahçesinde hayat bulmalı. Balkonlara sığınanlar, hayatlarına “hayat” diyorlarsa o ayrı bir konudur.
Size boncukları ipe dizer gibi şiiri anlatmaya çalışırken, bu satırları okuyanlara ne eziyetler çektirmekte olduğumun farkındayım.
“Balkon” olarak adlandırdığınız alana çiçeklerin saksıda hayat bulmasına karşıyım. Çiçekler saksılara, insanlar balkonlu evlere hapsedilmemeli, kadınlar çocuklarını beklememeli. İnsan eğer, bunu anlamayacak kadar düşünmüyorsa şairin ne günahı var, ne hatası var?
Sayın Bay Yabancı, Balkon’un ilk dizesine bakınız. İlhan Berk hayattadır. Kendisine de sorabilirsiniz:”Bu şiirden iki dizeyi antolojine niçin aldın?” İlhan Berk, size bunu açıklar, düşüncesindeyim.
Körfez-Şahdamar-Sesler’den bir bölüm sunuyoruz:
“Kırmızı kiremitler üzerine yağmur yağıyor
Evimizin tahtadan olduğunu biliyorsunuz
Yağmur yağıyor ve bazı tahtalar vardır
Suyun içinde gürül yanan
Dudağımı büküyorum ve topladığım çalıları
Bekçi Halilin kız kardeşinin çocuğuna ait
Daha doğrusu halasından kendisine kalacak olan
Arsasındaki yıkık duvarın iç tarafına saklıyorum
Hiç kimsenin bilmesine imkân yok”
Ev, Karakoç’un şiirinde yok mu? Vardır, elbette. Necatigil, şiirle insan ömrünün iç içe olduğunu ifade ederken şairin şiirlerine evlerden bir şey katmadan girişine ”Şaşıyorum” der. İlhan Berk, “Eve dönen / Yıllardır yalnızlıktı benimle” der.
Ev içinde anne-baba-kardeş-eş… Sürekli bir medenî yaşantının hatırlayıcısıdır.
Ötesini Söylemeyeceğim şiirinde yabancıların istila ettiği bir demi ele alır, Karakoç; anlatıcı on yaşındaki çocuğun dilinden:
“Ben siz belki bilmezsiniz on yaşındayım
Annem böyle konuşmak ayıptır dedi
Annem o kadına şeytan diyor
Bizim kediler de ona tuhaf tuhaf bakıyorlar”
Evet Siz şeytanı çok seviyorsunuz, Bay Yabancı. Sevmeseydiniz, ısrar etmezdiniz bunca zaman.
….
Bay Yabancı, kedilerin bile tuhaf tuhaf baktıkları o kadın, niçin “şeytan” olarak yaftalansın? Sakın ola ki çocukluğunda balkona düşenlerden olmasın, o kadın?
Aile hayatını çatırdatan bir çok sebepler vardır. Bir de “Çatı” şiirine bakıp Bay Yabancı’ya Şairin iç dünyasını sunalım. Balkon’da anneler demir engellere takılıp beklerken yitip giden çocuklarına ağlar, çaresizce yardım eli uzatamadıkları için. Çatı’da ağlayan erkektir, şairin kendisidir anneler için, çocuklar için. Yaşanan yoksulluklara isyanın dili olan Çatı Şiirine bakalım:
“Kaç aç varsa hepsi ben
Kaç hasta varsa hepsi ben
Kaç liman önlerinde dönen
İşsiz hamal hepsi ben
Kaç aşktan ters yüz edilmiş
Aşık varsa hepsi ben
Bütün çiçeklerle donanıp
Bütün insanlarla ölen
Atılmış kömür toplar
Annelerinin zoruyla çocuklar
-Başka çaresi ne annenin-
Çocuklarıyla yere çarpılan
“Ben o çocuklarla yere çarpılan
Sevgili deyip yere çarpılan
Sedye taşımaktan kolu tutulan
Bu sessiz çılgın çalkantıda”
Bay Yabancı, Karakoç dağılan bir aileden duyulan ıstırabı nasıl yaşamaktadır, ruhunda? Anne ve çocuk arasında gidip gelen şair, nelerden bahsetmektedir?
Batış şiirine bakalım:
“Güneştir düşen turuncusunda menekşeler sunarım
Gece artık hiç dönülmeyecek o yerlerdeki sevgiliye
Çocuklara kekik toplıyan o sevgiliye
Bir kekik uzatan çocuk anne deyince
Denizin dibinden çatı çeken
Çocuk üstüne arkadaş üstüne”
İpin Ucunu Kaçıran İnsanlar’da ailenin çatırtıları duyulur. Bu çatırtılardan haberli misiniz?
“Biri annem demişti annem
Bana ekmek vermezdi farelere verirdi
Bir adam(bu babasıydı) her gün gelirdi bize
Niçin bilmem her gün gelirdi”
Necatigil’in de belirttiği gibi bir şair şiirinde mutlaka eve, dolayısıyla ev içi insanına, hayatına, problemlerine yer vermelidir. Sezai Karakoç, şiirinde bunu ihmal etmemiştir.
Çünkü aile, toplumun temel çekirdeğidir. Şair, aileyi ele alırken Diriliş temasını okuruna izah etmeye çalışır, tüm çabasıyla.
Bay Yabancı, Bahçe Görmüş Çocukların Şiiri’ne bir baksın:
“O yıllar savaş yıllarıydı geceleri karartma
Gündüzleri fırın önlerinde birikirdi halk
Biz çocuklarla büyükler arasındaki fark
Bir yanda şehir bir yanda kiraz bahçeleri”
Anlaşılan Bay Yabancı, hala kiraz bahçelerinde dolaşmaktadır. Karartma gecelerinde ve ekmeğin bulunmadığı demlerde çocukça bir ifadeye bakarak, “Canım kiraz bahçelerine gidemedinse marketlerden al.”gibi tanıdık gelen bir açıklamada bulunacak mı? Hiç sanmam, bundan sonra.
Somut adlı şiirinde yine ev vardır, yaşamın zorlukları yer alır:
“Bağda bahçede evde
Gezinmiyor ki o yüksek öfke
O savaş kokusu av hali
Mutfağa kilere dönük av borusu
Her eşyanın bir konumu yok evde
Mirasın mirası çocuk sesleri
Geceyle ışıkla o tabiatüstü yarış
Soğuğa sıcağa o insanüstü tepki
Tüyü onurdan horoz
Yankılı at gözegöz köpek
Pınar hışırtılı kedi
Ve evin mercan gözlü fareleri”
Şimdi Sayın Bay Yabancı’ya şairin farklı bir balkon ifadesini sunuyoruz. Şairin kastettiği de sakın ola ki anladığın balkon değildir, yine:
“Balkona çıkarız geceleri
Denize bakarız uzun uzun
Görmek için gözlerini
Ta uzaklarda yaşıyan annemizin”
Deniz şiirinde anne ile çocuk arasındaki bağ oldukça güçlüdür. Fakat görünen anne, Bay Yabancı’nın bildiği anne değildir. Beklenen anne, istenen anne Diriliş ile gelecek annedir.
Kanarya’da “O çocuklarla yere çarpılan” ben, çocuklar sevinsin diye kitap ve kanarya hediye eder. Kitap bilgi içindir, kanarya kuşların kafese tıkılmaması için, kısacası çocukların da kanarya gibi görülmemesi içindir:
Bir deniz kıyısında
İçim sedef ve kan
Dağıtırım çocuklara
Kitap ve kanarya
Şair, çocukların çocukluklarını yaşamadıklarından dertlidir ve onları bekleyen tehlikeleri bilir. Bir tarafta sevinç vardır bir tarafta üzüntü. Sedef ve kan birer remzdir.
Bay Yabancı, “Ben çocuk hastanesinin karşısındaki oyuncakçıları sevmem!” derken, kimin oyuncakçı olduğunu söylemez. “Köpekli Adamın Merakı” yazısında hakikatten oyuncakçının kim olduğu belli değildir.
Bakın Bay Yabancı, size bir şiirinizi, Çocuk ve Hüzün şiirinizi hatırlatayım:
Ne zaman bir çocuk ölse
gözü evlerinde
annesinin kavurduğu
helvada
kalır
Yoksul bir çocuk görsem
yağmur altında üşüyen
köprü olmak geçer
hiç değilse
içimden
Her akşamüstü oyuncakçı
camekanından
çocuk ellerinin
izlerini
siler
Bu şiirinizi notlarım arasına yıllar önce almıştım. Bilmiyorum, ilk dize sonrası yer alan dizeleriniz küçük harfle mi başlıyordu? Hatam varsa, hoş görünüz…
Sanki bu şiiri Balkon şiirini okuduktan sonra kaleme almışsınız. Bilmiyorum, ben öyle düşünüyorum. Özellikle Balkon’dan nefretiniz nedendir? Keşke söyleseniz?...
Bilir misin, bir hafta saatlerce oturup bu yazıyı kaleme almaya çalışırken, sırf çocuklardan bahsettiğim için kimsenin incinmesini istemedim, Bay Yabancı. Ben, bu yüzden tutuk tarzda yazıyorum ve özenle seçiyorum kimi kelimeleri.
Ben, bu şiirinizi okudum. Okudum da şiir tadında okuyamadım. Acaba siz Sezai Karakoç’tan önce mi bu şiiri yazdınız? Biliyorum, yaşınızın buna müsait olmadığını. Biliyorum, sizin bu soruyu-Yazımızı okumanız halinde bile-cevaplayamayacağınızı. Siz, şair olarak nasıl olur da fikir zıtlığı için bir şairi karalarsınız? Hangi şair bu tarzda, hasmâne biçimde davranır? Nerede yasakçı anlayış var? Bu şiiri anlamaktan uzak olduğunuz ve anlamadığınız için, her şiiri bu denli sıradan şiirinizle mi tartar ve ölçersiniz? Kuzum, şiir yazmak için el-âlem senden icâzet almak zorunda mıdır? Ve siz kendinizi dönemin en ünlü şairi olarak mı görmektesiniz? Ben öyle zannetmiyorum…
Bu şiirinizi daha önce okurdum, bundan sonra da okurum. Fakat bu yazınızda değindiğiniz düşünceleriniz, şiirden ne kadar kopuk biri olduğunuzu gösterir.
Ataol Behramoğlu, “Bir çocuğun rüyasında her zaman/kaybolmuş bir sevgili var/Onu eskiciler çalmıştır” der. Rüyalarımda olan Balkon’u ne eskiciler çalabilir ne de bu yazınız.
Bay Yabancı, “Bu gün ağla çocuğum, yarın ağlayamazsın/Şimdi anladığını, sonra anlayamazsın” der, “Annesi gül koklasa, ağzı gül kokan çocuk/Ağaç içinde ağaç geliştiren tomurcuk” dizeleri ile başlayan “Çocuk” şiirinde Necip Fazıl.
Sezai Karakoç’un Eski Kiraz Gereği şiirinde kiraz bahçelerinde çocukluğu geçen adamın ölüm anını anlatmaktadır:
Kiraz ölünün kadehinin yanındaki
Fakirler hastanesinde komodinin üzerindeki
Yemek için değil çekmek için dudaklarla
Ölürken kiraz koymalı ağızlara
Görebileceği bir yere koydurdu kirazları
Kiraza baka baka öldü
Hangi aydınlık içindeydi biliyorum
Hatırlıyordu çocukluğundaki
Kiraz bahçelerini, eski kirazın gereğini
Kiraz bahçelerini dolaştı mı Bay Yabancı, bilmiyorum. Çocukluğu eminim geçmemiştir, kiraz bahçelerinde.
Bir apartman dairesinde geçer çoğunlukla böyle düşünenlerin hayatları.
Annesi ölen bir insanın acısını, ancak annesi ölen bilir. Çocuk ölünce annedir, ağıdı yakan, canından bir parçanın gittiğini anlayan. Anne ve Çocuklar’da durum farklıdır:
Anne öldü mü çocuk
Bahçenin en yalnız köşesinde
Elinde siyah bir çubuk
Ağzında küçük bir leke
Çocuk öldü mü güneş
Simsiyah görünür gözüme
Elinde bir ip nereye
Bilmez bağlayacağını anne
Kaçar herkesten
Durmaz bir yerde çocuk
Anne ölünce çocuk
Çocuk ölünce anne
Bay Yabancı, şairin kendisi hayatta iken daha ne yazabilirim? Şairin “Reklâmlarda Yaşama”, “Büyüyüp Te Çocuk Kalmak”, “Yapı Aralıkları”, “Rubailer” başlıklı şiirlerinde “Anne-Çocuk” ikilemi ön plândadır. İlgilenecek okurlar ve özellikle Bay Yabancı, “Bu şiirleri okusun” diye açıklamamıza alınmadı. Lakin 3. Rubaiyi almadan edemiyoruz, yazımıza:
Doktor istemem Annem gelsin
Yataklar denize atılsın
Çocuklar çember çevirsin
Ölürken böyle istiyorum.
Sahi körfezler de denize açıldığı için yitirilen gemiler varken, balkonları ölümün körfezi sayan şair, her türlü boğulmalara karşı tedbirin alınmasını isterken, çocuklarını boğulacak gören annelerin çırpınışlarına, acılarına ortak olmak varken, Sunay Akın ne düşünür?
Denize düşüp girdaplara kapılanları kollamak suç mudur? Batı medeniyetini çürük balkona benzeterek, balkona çıkanları denize attıran anlayış karşısında annelerin dili, sesi olmak ne zamandan beridir ayıplanır bir hareket olmuştur?
Keşke Bay Yabancı, bu anlattığım son cümleleri okusanız, Balkon’un niçin yazıldığını anlardınız. Bu şiirin başka bir yerde bu tarz açıklaması yok. Bunu da sayenizde ortaya çıkarttım. Sadece ve sadece üstte yer alan iki paragraf, bu şiiri açıklar. Okuyun ve bunu da bizden esirgemeyin.
Sayfalar tutan yazımı elinizin tersiyle itin. Yazdıklarımı yazmamış bilin. Sadece bu iki paragrafı sindire sindire okuyun ve Balkon’un gerçek manasını anlayınız. Biliyorum, bu yazıyı zamanı içinde okumayacaksınız. Okuyunca hem Şairi ve hem de Dirilişi’i anlayacaksınız. Belki de bizi anlamamaya yine devam edersiniz.
Sayın Akın, konunun daha iyi anlaşılması, ezberde tutulması gerektiğinden;
“Çocuk düşerse ölür çünkü balkon
Ölümün cesur körfezidir evlerde
Yüzünde son gülümseme kaybolurken çocukların
Anneler anneler elleri balkonların demirlerinde” diyoruz, Şairine katılarak.
Açıkcası Sezai Karakoç yaşadıkça, kendisi durdukça bizim onun şiirlerini tahlile çalışmamız, Üstad’a saygısızlık olur. Bundandır, sözü kısa kesmemiz. O, izin verirse başka. Biz Bay Yabancı’ya ve diğer yabancılara şiirini tanıtmaya hazırız. Peki yabancılar, Diriliş Şiirini anlarlar mı? Tüm mesele burada.
Açıklama: Sayın Sunay Akın 25 Ocak 1995’ten bu güne Karakoç’u okumuş ise belki Balkon’a dair görüşlerinde bir değişiklik olmuştur. Olmamış ise olmasını bekleriz!...
Bu makale, 27 Ocak 1995 Tarihinde kaleme alınmıştır.
-Dosya devam edecek-
(
Sezai Karakoç Dosyası 2 başlıklı yazı
MehmetALİ tarafından
19.02.2010 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.