GOCA HOCANIN SAKALI !
yorganın içindemi dışında mı
Öğle namazını kıldırdıktan sonra evinin kapısına geldiğinde bal almak için kendisini bekleyen yakın köyden Yanık Ahmet'le göz göze geldi. Hoş beş, hal hatır sormalardan sonra Ahmet, "Acelem var Hocam, bana biraz bal keser misin"
Yırtık ve yamalıktan
gözükmeyen maskesini başına geçirdi. Önceden içini mayısla (inek pisliği)
doldurduğu tütsüyü eline alıp kovanlara yaklaştı.
Evinin avlusu büyüktü
orası onun bağı, bahçesi, tarlası, bostanı, adeta her şeyiydi. Artan kısmına
beş-on kovan arı koymuş imamlıktan gelen gelirine sonradan öğrendiği
arıcılığı da katmıştı.
Dışarıdaki sıcaktan dolayı eli, yüzü buram buram terlemeye başladı. Az sonra terler başından boynuna boncuk boncuk akarken içindeki tuz gittiği yerleri kaşındırdırıyor, üstelik bu da yetmezmiş gibi acıştırıyordu. Az önce yere bıraktığı tütsüyü yakıp onun dumanıyla kovandaki arıları uzaklaştıracak ama terden elleri ıslandığı için kibriti yakamıyordu.
Bir kaç gün öncesine kadar arı ile olan işlerini torunu Burhan'la birlikte yapıyorlardı. Burhan o gün sabah erkenden şehre bir yatılı okulun imtihanına gitmişti. Yanık Ahmet'in başına da bir maske geçirerek güç bela kesimi tamamladılar.
Yıllar önceleri bu köye yurdun başka bir köyünden Ramazan ayına mahsus tutma imam olarak gelmiş, köylünün de sevgi ve itimadını zamanla kazanmış, köyden bir kızla evlenerek çoluk çocuğa karışmış buraya yerleşmişti. Kalacak yerini de köylüler el birliği ile tahsis etmişler ortaklaşa yardım ederek imamlarına iki odalı bir ev yapmışlardı.
Aradan geçen yıllar içerisinde çocukları büyümüş, erkek olanları baba mesleğini tercih ederek başka yerlere imam dururken kızlarını da everip hanımıyla baş başa kalmışlardı.
Hamza zamanla köye, köylüye
alışmış yaşı ilerlemiş, kısa olan sakalı da ona göre uzamış, Hamza adı
unutulup GOCA HOCAYA çıkmıştı. Ara sıra köylü kapısına gelip muska yazması
talebinde bulunuyor, muskanın bir işe yaramayan üfürükçü işi olduğunu kimseye
anlatamıyordu. Artan ısrarlar karşısında ağrı sızı için bir şeyler karalıyor
uzatılan hediyelere kızıyor geri yırtarım ha diye tehditler savuruyordu.
O
yıllarda köyünde daha henüz dışarıya göç olmadığından caminin cemaati
bayağı kalabalık oluyordu. Hele oruç ayı geldiğinde cemaat tek camiye
sığmıyor, dışarıya serilen halı, kilim, pala, hasır üzerinde namazlarını
kılıyorlardı. Vaazı kendisi veriyor, kameti de ya oğullarından biri ya da
köylüden biri getiriyordu. Bunu da sonradan oruç ayı münasebetiyle köye gelen
tutma imamlar yapmaya başladılar da o da rahatladı.
Mustafa Çavuş'un, Halil
köyünde lafı, sözü dinlenen, hatır, gönül kırmayan biridir. Kimsenin varına,
yoğuna karışmaz, hoş sohbeti sever, nüktedan bir kişiydi.
Dört
kardeştiler, aza kanaatle yetinmişler, Alman-ya'ya bir kardeşi işçi olarak
gitmiş, diğerleri de köyde çiftçilikle, hayvancılıkla geçinmeye gayret
etmişlerdi.
Halil Çavuş bütçesine göre şık giyinir, ağzı da iyi laf yaptığından konuşurken herkes onu pür dikkat dinlerdi. Cami evlerine yakın
olduğundan dolayı vakit namazlarına ara vermez, Goca Hoca’ya dini bilgiler sorup eksiklerini
tamamlamaya gayret ederdi. Arada sırada müziplik olsun diye “Hocam cennetlik le cehennemlik le pek uğraşma ölünce onları caminin içi almaz”
derken cennetle cehennemin caminin arka bölmesinde olduğunu kasteder, hocayı
ve çevresindekileri güldürürdü.
Bir
kış günü Cuma namazından çıktıktan sonra Muzip Halil, Goca Hoca’nın koluna
girip, “Hocam ortalık kar kış, eve
gidip de ne yapacaksın, şurada ikindi namazına kadar oturalım” dedi. Şura
dediği yer caminin karşısındaki Hamid'in Ali'nin bakkal dükkanıydı.
GocaHoca buna ikna oldu,
selam verip içeri girerlerken “Ali sobaya çayların suyunu koy dışarısı bayağı
soğuk, şuradan şuraya üşüdük diyerek” Halil sohbeti açtı.
Altlarına verilen
sandalyelere oturdular. Arada dükkana müşteri geliyor, ortadaki laf devam
etse de yarım kaldığı için pek tadı olmuyordu. Çaylar höpürdetilirken zaten
sobadan ısınan dükkanın sıcaklığına bir de mideye giren çayların sıcaklığı
eklenince başında kavuk bulunan hocanın teri sakalına iniyor, o da bunu arada
çıkardığı mendille siliyor, böyle olunca da sakalının dağılmasına neden
oluyordu. Goca Hoca bir yandan sakalını avucundaki tarakla tararken bir
yandan da Mustafa Çavuş'un Halil'in itina ile seçerek sorduğu sorulara cevap
veriyordu. Aslında Halil'in aklından sorduğu soruya alacağı cevap çıkmış,
bütün dikkatini Goca Hoca'nın sakalına verdiği önem ve özene dikmişti.
Aradığı fırsat eline şimdi tam geçmişti. Dini cenneti-cehennemi,
camiyi-cemaati bir yana koydu “ hocam” diyerek Goca Hoca'ya sorduğu sorunun
cevabının bitimini beklemeden, “Sen o güzelim sakalına bence daha az önem
veriyorsun. Eğer o bende olsa bak nasıl bakarım, nelerle onu besler ne güzel
parfümlerle kokuturum” deyiverdi.
Goca Hoca gözlerini Halil'e dikmiş kendi kendine sakalı için bir
eksiği olduğu mu yorumunu yapmaya başlamış, içine fitne düşmüş, istemeden asıl konuyu unutmuştu. Halilin sözleri onu
kendisine getirdi.
- Hocam bu güzelim sakalın bakımı
falan zor ama hoca olduğun için
bırakmak zorundasın. Hocam sorumu maruz gör, sen yatağa girdiğinde
sakalın yorganın içinde mi yoksa dışında mı kalıyor?
Goca Hoca hayatında önem
vermediği, umursamadığı bir soruyla karşı karşıya kaldı, teri biraz daha
arttı.
Halil hiç farkında olmadan saatine baktı, “Vakit ne de çabuk geçmiş, ooo
ikindi yaklaşmış ben abdest tazeleyeyim” diyerek oradan ayrıldı.
Goca Hoca, evin yolunu
tutarken, abdest alırken, ezan okumaya camiye giderken, kafası Halil'in bu
sorusundaydı. Hatta kendini öyle bırakmıştı ki neredeyse ezanı şaşıracaktı.
Akşam namazı ardından yemek, sonra yatsı namazı derken yatağa başını koydu.
Sakal yorganın içinde mi, dışında mı diye düşünürken tam dalacak birden
silkiniyor, gözünü uyku tutmuyordu. Az buçuk uyuduysada birden hanımının
dürtüsüyle uyandı, neredeyse sabah ezanını vaktinde okumaya yetişemeyecekti.
Günler böyle akıp gidiyor
aklı fikri sakalda olduğundan bazen camide okuduğu süreyi şaşırdığı oluyordu.
Onun bu dalgınlığı gerek hanımı, gerekse cemaatin dikkatini çekiyor, “hocanın
bu dalgınlığı neyin nesidir” diye ister istemez merakta kalıyorlardı.
Goca Hoca oğlu Hasan'ın
aklına uyup devletten müsaade alarak eştirmiş olduğu define yerinden bir şey çıkmamış ettiği onca masraf hebaya gitmişti, “acaba
hala aklı onda mı kaldı” diye yorum yapıyorlardı.
Goca
Hoca içinde bulunduğu durumdan hem üzüntü duyuyor, hem de ister istemez
köylüden utanıyordu. Gidip, “Mustafa Çavuş'un Halil'in yakasından tutup, “ulan
dürzü benim sakalımın haltını karıştırmak sana mı düştü” diye toplasa hem
kendine yakışmaz, hem de bu aile ile arı sokması yüzünden bir müddet küslük
yaşamış sonra barışmıştı. Tekrar küsmek ayıp olurdu.
Vaktiyle Halil'in kardeşi Kara Sali tarladan
at arabasıyla sap çekerken atlara hocanın kapısından geçtiği anda kırbaç
sallamış, bundan ürken arılarda onu sokarak komalık etmişlerdi. Bir yerde bu
arılar başına çok işler açıyor, arı sokması yüzünden komşularıyla hır gür
oluyordu. Arıcılığı bıraksa ne ile geçinecekti.
En sonunda bu dalgınlığı
cemaatin sabah namazında onu beklemesi, gelmemesiyle de caminin kapalı
olmasından dağılması bardağı taşıran son damla olmuştu. Köy muhtarı ve köyün
ileri gelenleri hocayı ikaz etmek için muhtarın odasında toplandılar. Muhtar köyün
tellalı çırak Kadir'le Goca Hoca’ya odasına gelmesi için haber saldı. Biraz sonra odaya gelen Goca
Hoca, utancından yere bakıyor heyetin soracağı sorulara ne cevap vereceğini
düşünüyordu.
Köylüler
onu köylüsü kabul etmiş, bağrına basmıştı. Fakat bir aydır hocaları camiyi ve
cemaati ihmal ediyordu.
Sözcü seçilen muhtar Goca Hoca’ya cemaatin şikayetlerini
iletirken bazen yumuşuyor, bazen sertleşiyordu.
- Derdin neyse paylaşalım, yardımcı olalım hocam.
Goca Hoca ağır ağır başını yerden kaldırdı.
- Cemaat sağ olun hiçbir
derdim yok, yardım edelim demekle bana sahip çıktığınızı belli ettiniz. Beni
bunca zamandır sizlere mahcup eden mesele Mustafa Çavuş'un Halil'in sakalımın
haltını karıştırmasıdır. Benim de kör şeytana uyup kafamı boş yere vesveseye
vermem. Az nefes aldı, düşünüyor gibi yaparak ağır ağır,
-Kusura kalmayın, tövbeler olsun bir daha
böyle olmayacak. Ağzından bir sürü yeminler çıktıktan sonra,
“Aha size aklıma gelen bütün yeminleri
ettim” derken içinden bu badireyi
atlatmasının sevinci içindeydi.
ERDOĞAN ÇALIŞKAN 31 12 2011 KIRŞEHİR GERÇEK
YAŞANMIŞLIKLAR
Not: 1-Öyküleri şahısları küçük düşürmek mirasçılarını
rencide etmek için yazmadım.