GOCA HOCANIN SAKALI !

                                    yorganın içindemi dışında mı

http://www.cagdaskirsehir.com/images/space.gif

             Öğle namazını kıldırdıktan sonra evinin kapısına geldiğinde bal almak için kendisini bekleyen yakın köyden Yanık Ahmet'le göz göze geldi. Hoş beş,  hal hatır sormalardan sonra Ahmet, "Acelem var Hocam, bana biraz bal keser misin"
             Yırtık ve yamalıktan gözükmeyen maskesini başına geçirdi. Önceden içini mayısla (inek pisliği) doldurduğu tütsüyü eline alıp kovanlara yaklaştı.

            Evinin avlusu büyüktü orası onun bağı, bahçesi, tarlası, bostanı, adeta her şeyiydi. Artan kısmına beş-on kovan arı koymuş imamlıktan gelen gelirine sonradan öğrendiği arıcılığı da katmıştı.

            Dışarıdaki sıcaktan dolayı eli, yüzü buram buram terlemeye başladı. Az sonra terler başından boynuna boncuk boncuk akarken içindeki tuz gittiği yerleri kaşındırdırıyor, üstelik bu da yetmezmiş gibi acıştırıyordu. Az önce yere bıraktığı tütsüyü yakıp onun dumanıyla kovandaki arıları uzaklaştıracak ama terden elleri ıslandığı için kibriti yakamıyordu.

            Bir kaç gün öncesine kadar arı ile olan işlerini torunu Burhan'la birlikte yapıyorlardı. Burhan o gün sabah erkenden şehre bir yatılı okulun imtihanına gitmişti. Yanık Ahmet'in başına da bir maske geçirerek güç bela kesimi tamamladılar.

            Yıllar önceleri bu köye yurdun başka bir köyünden Ramazan ayına mahsus tutma imam olarak gelmiş, köylünün de sevgi ve itimadını zamanla kazanmış, köyden bir kızla evlenerek çoluk çocuğa karışmış buraya yerleşmişti. Kalacak yerini de köylüler el birliği ile tahsis etmişler ortaklaşa yardım ederek imamlarına iki odalı bir ev yapmışlardı. 

            Aradan geçen yıllar içerisinde çocukları büyümüş, erkek olanları baba mesleğini tercih ederek başka yerlere imam dururken kızlarını da everip hanımıyla baş başa kalmışlardı.

  
            Hamza zamanla köye, köylüye alışmış yaşı ilerlemiş, kısa olan sakalı da ona göre uzamış, Hamza adı unutulup
GOCA HOCAYA çıkmıştı. Ara sıra köylü kapısına gelip muska yazması talebinde bulunuyor, muskanın bir işe yaramayan üfürükçü işi olduğunu kimseye anlatamıyordu. Artan ısrarlar karşısında ağrı sızı için bir şeyler karalıyor uzatılan hediyelere kızıyor geri yırtarım ha diye tehditler savuruyordu.

            O yıllarda köyünde daha henüz dışarıya göç olmadığından caminin cemaati bayağı kalabalık oluyordu. Hele oruç ayı geldiğinde cemaat tek camiye sığmıyor, dışarıya serilen halı, kilim, pala, hasır üzerinde namazlarını kılıyorlardı. Vaazı kendisi veriyor, kameti de ya oğullarından biri ya da köylüden biri getiriyordu. Bunu da sonradan oruç ayı münasebetiyle köye gelen tutma imamlar yapmaya başladılar da o da rahatladı.
            Mustafa Çavuş'un, Halil köyünde lafı, sözü dinlenen, hatır, gönül kırmayan biridir. Kimsenin varına, yoğuna karışmaz, hoş sohbeti sever, nüktedan bir kişiydi.

            Dört kardeştiler, aza kanaatle yetinmişler, Alman-ya'ya bir kardeşi işçi olarak gitmiş, diğerleri de köyde çiftçilikle, hayvancılıkla geçinmeye gayret etmişlerdi.

            Halil Çavuş bütçesine göre şık giyinir, ağzı da iyi laf yaptığından konuşurken herkes onu pür dikkat dinlerdi. Cami evlerine yakın olduğundan dolayı  vakit namazlarına ara vermez, Goca Hoca’ya dini bilgiler sorup eksiklerini tamamlamaya gayret ederdi. Arada sırada müziplik olsun diye “Hocam cennetlik le cehennemlik le pek uğraşma ölünce onları caminin içi almaz” derken cennetle cehennemin caminin arka bölmesinde olduğunu kasteder, hocayı ve çevresindekileri güldürürdü.

           Bir kış günü Cuma namazından çıktıktan sonra Muzip Halil, Goca Hoca’nın koluna girip, “Hocam ortalık kar  kış, eve gidip de ne yapacaksın, şurada ikindi namazına kadar oturalım” dedi. Şura dediği yer caminin karşısındaki Hamid'in Ali'nin bakkal dükkanıydı.
           GocaHoca buna ikna oldu, selam verip içeri girerlerken “Ali sobaya çayların suyunu koy dışarısı bayağı soğuk, şuradan şuraya üşüdük diyerek” Halil sohbeti açtı.
           Altlarına verilen sandalyelere oturdular. Arada dükkana müşteri geliyor, ortadaki laf devam etse de yarım kaldığı için pek tadı olmuyordu. Çaylar höpürdetilirken zaten sobadan ısınan dükkanın sıcaklığına bir de mideye giren çayların sıcaklığı eklenince başında kavuk bulunan hocanın teri sakalına iniyor, o da bunu arada çıkardığı mendille siliyor, böyle olunca da sakalının dağılmasına neden oluyordu. Goca Hoca bir yandan sakalını avucundaki tarakla tararken bir yandan da Mustafa Çavuş'un Halil'in itina ile seçerek sorduğu sorulara cevap veriyordu. Aslında Halil'in aklından sorduğu soruya alacağı cevap çıkmış, bütün dikkatini Goca Hoca'nın sakalına verdiği önem ve özene dikmişti. Aradığı fırsat eline şimdi tam geçmişti. Dini cenneti-cehennemi, camiyi-cemaati bir yana koydu “ hocam” diyerek Goca Hoca'ya sorduğu sorunun cevabının bitimini beklemeden, “Sen o güzelim sakalına bence daha az önem veriyorsun. Eğer o bende olsa bak nasıl bakarım, nelerle onu besler ne güzel parfümlerle kokuturum” deyiverdi.

           Goca Hoca gözlerini Halil'e dikmiş kendi kendine sakalı için bir eksiği olduğu mu yorumunu yapmaya başlamış, içine fitne düşmüş, istemeden  asıl konuyu unutmuştu. Halilin sözleri onu kendisine getirdi.
           - Hocam bu güzelim sakalın bakımı falan zor ama hoca olduğun için bırakmak zorundasın. Hocam sorumu maruz gör, sen yatağa girdiğinde sakalın yorganın içinde mi yoksa dışında mı kalıyor?
           Goca Hoca hayatında önem vermediği, umursamadığı bir soruyla karşı karşıya kaldı, teri biraz daha arttı.
Halil hiç farkında olmadan saatine baktı, “Vakit ne de çabuk geçmiş, ooo ikindi yaklaşmış ben abdest tazeleyeyim” diyerek oradan ayrıldı.
            Goca Hoca, evin yolunu tutarken, abdest alırken, ezan okumaya camiye giderken, kafası Halil'in bu sorusundaydı. Hatta kendini öyle bırakmıştı ki neredeyse ezanı şaşıracaktı. Akşam namazı ardından yemek, sonra yatsı namazı derken yatağa başını koydu. Sakal yorganın içinde mi, dışında mı diye düşünürken tam dalacak birden silkiniyor, gözünü uyku tutmuyordu. Az buçuk uyuduysada birden hanımının dürtüsüyle uyandı, neredeyse sabah ezanını vaktinde okumaya yetişemeyecekti.
            Günler böyle akıp gidiyor aklı fikri sakalda olduğundan bazen camide okuduğu süreyi şaşırdığı oluyordu. Onun bu dalgınlığı gerek hanımı, gerekse cemaatin dikkatini çekiyor, “hocanın bu dalgınlığı neyin nesidir” diye ister istemez merakta kalıyorlardı.
            Goca Hoca oğlu Hasan'ın aklına uyup devletten müsaade alarak eştirmiş olduğu define yerinden bir şey çıkmamış ettiği onca masraf hebaya gitmişti, “acaba hala aklı onda mı kaldı” diye yorum yapıyorlardı.

           Goca Hoca içinde bulunduğu durumdan hem üzüntü duyuyor, hem de ister istemez köylüden utanıyordu. Gidip, “Mustafa Çavuş'un Halil'in yakasından tutup, “ulan dürzü benim sakalımın haltını karıştırmak sana mı düştü” diye toplasa hem kendine yakışmaz, hem de bu aile ile arı sokması yüzünden bir müddet küslük yaşamış sonra barışmıştı. Tekrar küsmek ayıp olurdu.

            Vaktiyle Halil'in kardeşi Kara Sali tarladan at arabasıyla sap çekerken atlara hocanın kapısından geçtiği anda kırbaç sallamış, bundan ürken arılarda onu sokarak komalık etmişlerdi. Bir yerde bu arılar başına çok işler açıyor, arı sokması yüzünden komşularıyla hır gür oluyordu. Arıcılığı bıraksa ne ile geçinecekti.
            En sonunda bu dalgınlığı cemaatin sabah namazında onu beklemesi, gelmemesiyle de caminin kapalı olmasından dağılması bardağı taşıran son damla olmuştu. Köy muhtarı ve köyün ileri gelenleri hocayı ikaz etmek için muhtarın odasında toplandılar. Muhtar köyün tellalı çırak Kadir'le Goca Hoca’ya odasına gelmesi için haber saldı. Biraz sonra odaya gelen Goca Hoca, utancından yere bakıyor heyetin soracağı sorulara ne cevap vereceğini düşünüyordu.

           Köylüler onu köylüsü kabul etmiş, bağrına basmıştı. Fakat bir aydır hocaları camiyi ve cemaati ihmal ediyordu.
           Sözcü seçilen muhtar  Goca Hoca’ya cemaatin şikayetlerini iletirken bazen yumuşuyor, bazen sertleşiyordu.
- Derdin neyse paylaşalım, yardımcı olalım hocam.
Goca Hoca ağır ağır başını yerden kaldırdı.
           - Cemaat sağ olun hiçbir derdim yok, yardım edelim demekle bana sahip çıktığınızı belli ettiniz. Beni bunca zamandır sizlere mahcup eden mesele Mustafa Çavuş'un Halil'in sakalımın haltını karıştırmasıdır. Benim de kör şeytana uyup kafamı boş yere vesveseye vermem. Az nefes aldı, düşünüyor gibi yaparak ağır ağır,

            -Kusura kalmayın, tövbeler olsun bir daha böyle olmayacak. Ağzından bir sürü yeminler çıktıktan sonra,
            “Aha size aklıma gelen bütün yeminleri ettim” derken  içinden bu badireyi atlatmasının sevinci içindeydi.

ERDOĞAN ÇALIŞKAN 31 12 2011 KIRŞEHİR GERÇEK YAŞANMIŞLIKLAR

Not: 1-Öyküleri şahısları küçük düşürmek mirasçılarını rencide etmek için yazmadım.

 Not 2   Yukarıdaki silemediğim logo zamanında bu öyküyü yayınlayan sonradan da kapanan gazeteye aittir


 

( Goca Hocanın Sakalı başlıklı yazı İpciERDOĞAN tarafından 14.12.2019 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu