...
Korkut, Nihal’i daha
fazla merak içinde bırakmamak için gayet sakin bir şekilde anlatmaya başladı.
“Moltke; Almanya’nın
Meklenburg kasabasında doğdu. Gezmek için geldiği Türkiye’de, Türk ordusunda
dört yıl askeri uzman olarak çalıştı. Alman-Fransız savaşında üstün başarıları
oldu. Almanya Genelkurmay Başkanlığı yaptı. Az konuşur, gözlemlerinde yanılmaz,
bir komutandan daha çok bir bilge kişiye benzerdi. Ölümüne kadar Alman Milli
Savunma Kurul Başkanlığı yaptı.”
“Gerçekten böyle biri var
mı? Yoksa beni mi işletiyorsun?”
“Seni ne diye işleteyim
ki? Bana inanmıyorsan, Gogul Amca’ya bir soru ver.”
Nihal cep telefonunu
çıkardı ve Moltke yazarak arama tuşuna bastı. Önüne bir sürü sayfa
dökülüvermişti. Nihal şaşkındı. Nerdeyse yüz otuz yıl önce yaşamış birinin
yanlarına gelmesi mümkün müydü?
Daha üzerindeki
şaşkınlığını ve yaşadıklarını beyninde tasnif ederek bir yerlere yerleştirmeye
çalışırken, Korkut’un sözleri ile hazmetmeyi bir kenara bırakarak kendini
toplamaya çalıştı.
“Bak Nihal bak…
“Neye bakayım?”
“Şimdi de leydi Mary
geldi.”
“O da kim?
“Kim olduğunun ne önemi
var. Söylediklerini duyabiliyor musun?”
“Ben denizin
dalgalarından başka bir şey duymuyorum. Yine sana geldiler galiba…”
“Zaten beni hiç yalnız
bırakmıyorlar ki! Bak, leydi gülümseyerek bize bakıyor. Gözlerinin içi gülerek;
“Türk kadını canlı bir inci ve paha biçilmez bir pırlantadır,” diyor.
Nihal inci ve kadın
sözlerini duyunca biraz gevşer gibi oldu.
Alay edercesine sesine bir gevreklik vererek; “Başka ne söylüyor?” diye
sordu.
“Onu tanımıyor olmana
biraz kırıldı. Ama yine de senin için ‘Sadece saf ve masum bir kız, sevgi
arayan bir kız,” dedi.
“Başka ne dedi.”
“Onlar süslenmek için
elmas ve zümrüt takınmazlar, üzerlerinde taşıdıkları o taşları süslemiş ve
kıymetlendirmiş olurlar. Onların en büyük süsü Türk oluşlarıdır.”
O arada sanki gök
delinmiş gibi sağanak şeklinde bir yağmur bastırdı. İçeriye kaçmak zorunda
kaldılar. Üzerlerindeki yağmur tanelerini silkeleyerek içeriye girip sakin bir
yere oturdular. Nihal kalktı iki çay kapıp geldi. “Üşümüşündür. Isınırsın…”
Korkut, teşekkür etti. Çay bardağını avcunun içine alınca ellerinin üşüdüğünün
farkına vardı.
“Bari leydi’yi de içeriye
davet etseydin. Ona da bir Türk çayı ikram ederdik.”
“Ne yazık ki o, çoktan
gitti.”
“Leydi güzel miydi?”
“Allah sahibine
bağışlasın. Beyaz ve sarışındı. Edward adlı bir İngiliz sefirle evlenerek
Avrupa’yı gezmiş, bir süre İstanbul’da yaşamış, mektuplarında İstanbul
izlenimlerini en ince ayrıntılarına kadar yazmış bir İngiliz kadın. İngiliz sosyetesinin
kibrine olan nefreti yüzünden eşinden boşanmış ve Venedikli bir kontla
evlenmiş, ikinci kocasının ölümünden sonra, tekrar İtalya’dan Londra’ya dönmüş
ve 74 yaşında ölmüş bir İngiliz kadın...”
“Hani az önce gelmişti.
Siz bir ölüden bahsediyorsunuz. Bir ölü nasıl gelebilir ki?”
…
Devamı var
...
Ant. - 311219