Daha henüz açılamamış Çingene falında
uyumaktayım.
Yaşanamayanlar, başımı koyduğum dikenli çalı
yastık.
Yaşanmışlar, koyunyünlü eski bir yorgandır
üzerimde.
Görmeye çalıştığım tüm rüyalarımı
kovalayıp,
Tüyleri dökülmüş baykuşun ara gazı
vermesiyle,
Köhnemiş ninnilerini başucumda üfürmeye
çalışıyor gece.
Hep bana mı çıkıyor, açılımları olmayan bilmece.
Gelmeyecek o baharı, yar diye neden
beklerim anlaşılamaz.
Bana nasıl “madik” attığını, önüne gelene
anlatıp gülüyor, geçmiş yaz.
Yaşam hamamında, beklemek olmuş bir göbek
taşı.
Mazi elindeki tastan, bocalıyor başımdan
aşağı kaynar suları.
Kurak mevsimde, boşuna ümitlenmekte içleri
çekilmiş aşklar.
Sarhoş sokaklarda, flu gölgeler bir
birlerini sarmalar.
Ak saçlı yaşlı dilencinin yüz kırışıklarına
not düşüp,
Beni buralarda bırakarak, küheylan
gençliğimle sırra kadem basan yıllar.
Kuru yapraklarının üzerinde turalıyor bir
sümüklü böcek.
İki gözü iki çeşme ağlamakta, hazanın
başlangıcındaki koca çınar.
Günışığının nerelere kaçıp saklandığı belli
değil.
Efkâr dumanlarını zevkle tüttürmekte zifiri
karanlıklar.
Kılıçları kırıldı, meydan muharebelerindeki
umutların.
Belli ki sıfırlanmış, korkudan çıkıp
gelemiyor yarın.
Elemelerin şefliğini yapıyor Hüzün
Senfonisi.
Gözüne kestirdiği garip umutlarımla,
bitmiyor yağlı güreşi.
Çocuksu ağlamalara bürünmüş, bir cümle ne
varsa umuttan yana.
Ayrılık, acımasız tokattır, saf
duygularımın yanaklarında.
Çaresizce kanat çırpıp, kaçarcasına gidiyor
göçmen kuşlar.
Sahipsiz ha bire kaynıyor kader ateşindeki
isli kazanlar.
Ne çekip gitti, ne bir teselli, ne de beni
ihya etti.
Rezillikleri getirip burada bırakan, ne
ayaktın anlayamadım zaman…
(1
Kasım 2012 – 10.Şiir Kitabımdan)