Yağmurun kale duvarlarını kamçı gibi dövdüğü, ayın yüzünü göstermediği, hain saldırıların aralıksız devam ettiği en karanlık gecede açtım gözlerimi. Cesaretim biraz, yakınımdakilerin darbelerine hazırlıklı olmamdan, biraz da kalenin en izbe köşelerinden bile karanlık gecelerde nasıl kaçmam gerektiğini bilmemden. Sıska bedenimin omuzlarına hem yıkılan bir hanedanı, hem bir şehrin düşüşünü, hem de gözümün önünde öldürülen insanların son görüntülerini yükledim. Hayat kimilerine rutin bir seyir sunarken benim için günü kurtarma telaşına dönüşmüştü. Yıllar içinde pek çok maceradan geçtim. Hiç unutmam kendimi kırmızıya boyanmış bir İran halısı üzerinde bulduğum günü. Tam yanımda bir ceset boylu boyunca uzanmış bana bakıyordu. Kalbinden oluk oluk akan kanının görüntüsü hâlâ zihnime bıçak gibi saplanır... yakınımdaki katilin nefesini hâlâ ensemde hissederim.
Zaman içinde öğrendim ki," bozulduğu zaman insandan daha korkunç bir yaratık yoktur."*
Yaşadıklarımı uzun uzadıya anlatacak değilim. Kaçak teknemizin yerliler tarafından saldırıya uğraması, ilk kaçırılışım, ilkel bir medeniyete kucak açışım, ilk aşık oluşum, ilk salgın hastalığa yakalanışım, kurtulan son kişi oluşum -ki aslında mecazen öldüğüm gündür- son aşık oluşum...
"Yarın küllerimden doğup yeni bir hayata başlayabilirim. Mahvolmadan önce içimdeki insanı keşfedebilirim."**
Evet, yeniden hayata dönmüştüm, yeni bir hayata doğmuştum tabi yaşadıklarımdan sonra adına hayat ya da yaşamak denebilirse. Bu arada unutmadan belirteyim; yaşanmışlıkların, yaşanacakların, olayların savaşların tam göbeğinde yer alsam da ne baş karakter oldum ne yan, ne katildim ne maktul, ne esirdim ne muzaffer, ne komutandım ne de asker. Sanırım ben de hayatın diyetini bu hiçlik kimliğimle ödüyordum.
Vadiye bakan sıralı köy evlerinin birinde hayat buldu hiçlik kimliğim.
"Tükenmiş ruhlar hayata dönmüştü. Yıpranmış geçmiş geleceğin yeniliği arasında kaybolmuştu." ***
Çoğu insan neyi nasıl yaşadığını anlamadan göçüp gidiyordu bu yeni dünyadan. Herkes bir başkasının misyonunu yüklenmiş, güçlü ve zenginin kuklası olmuş gibiydi. Kendimi bulaşıcı kabullenilmişlikten kurulu bir kafes içinde hapsolmuş, kapitalist düzenin seyretmekten zevk aldığı bir ölüm kalım oyununun piyonu gibi hissediyordum. İlk kez korkuyu hissettim. Amaçsızlık ve gelişimsizlik korkusunu.
"Gerçek gelişme içsel değil miydi? insan kendini değiştirerek mutlu olur, çevresini değiştirerek değil."****
İşte içsel yolculuğum tam da bu zamanlara rastlar. Başka dünyalara uzanan yol kendi içimizdeki yol kadar uzun değil, hâlâ kendimizi bulamadıktan sonra...
Kendi içimizdeki bağlar ve diyaloglar başka karakterlerden çok daha kuvvetli, kendimize karşı dürüst ve acımasız olduktan sonra ve sık sık dile getirdiklerimizdir kendimizdeki eksikliklerimiz.
"Başkalarında nefret ettiğimiz şey kendimizde kabul edemediklerimizdir"*****
Hâlâ bu cümleler arasında yer buluyorum kendime ve bazen uzun uzun düşünmeye fırsatım oluyor. Maceracı bir hayatım, özgür bir ruhum ve kelimeler arasında dolaşan düşüncelerim var benim. Ben kim miyim?
Ben bir kitap ayracıyım. Ve kelimelerle yoğrulmuş daha uzun bir yolum var.
"- Bu yol nereye çıkar Olric?"
- Hiç bir yere efendimiz.
- Hiç bir yer neresidir Olric?
- Doğru yerdir efendimiz.
- Gidelim mi?
- Vardık efendimiz!..."******
Aslıhan Savaş
*Savaş ve Barış, Tolstoy
**Kumarbaz, Dostoyevski
***Emma, Jane Austen
****Tanrı Daima Tebdil-i Kıyafet Gezer, Gounelle
*****Yaşamayı Öğrendiğim Gün, Gounelle
******Tutunamayanlar, Oğuz Atay
(
Hayat Yolu başlıklı yazı
saklı bahçe tarafından
4.11.2021 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.