“Ne kadar bilirsen bil; söylediklerin, karşındakinin anladığı kadardır.” der Mevlana. Bir alimin ilimdeki mertebesi kadar o ilmi başkalarına aktarabilmesi de önemlidir. Bildiklerini başkalarına öğretemeyen ilim sahipleri yalnızca kendilerine faydalı olabilirler. Yunus Emre denilince benim aklıma derin bilgi birikimini insanlara en veciz bir şekilde anlatabilen alim bir şair gelir. Vefatından yedi yüz sonra bile şiirlerinden feyz aldığımız, Türk dünyasının bu büyük şairine çok şey borçluyuz.
Yunus Emre “Sen kendini bilmezsen ya bu nice okumaktır.” diyerek öncelikle
bakışlarımızı kendimize yöneltmemiz gerektiğini vurguluyor. Kendini bilmeyen
kişinin yüzlerce eser okusa da, hafızasında binlerce bilgi barındırsa da kuru
bir emek harcadığını iddia sahibinin suratına bir tokat gibi çarpıyor. Ona
ilimle kibirlenme kapısını kapatıyor, onu sarsıyor kendine getiriyor. Bilginin
en önemli güç olarak pazarlandığı, biteviye yüceltildiği bu çağda esas
bilinmesi gerekeni gösteriyor bize. O çok iyi biliyor ki Rabbimizi bilmenin
yolu kendimizi bilmekten geçmektedir.
Kendini bilme mertebesine ulaşan kişiye bu
sefer bakışlarını dışarıya yöneltmesini öğütlüyor. Sadece bununla da kalmıyor
dışımızdaki dünyayı nasıl temaşa edeceğimizi de izah ediyor. Etrafımıza öyle
bir nazar etmelisin ki baktığın her yerde Yüce Yaradanı görmelisin diyor. Bu
gerçeği “Cümle yerde Hak nazır, göz
gerekir göresi” diyerek ifade ediyor.
Kainata böyle bakabilme kabiliyeti vermesi için de Cenab-ı Hakk’a yalvarıyor. “Dağlar ile taşlar ile çağırayım Mevlam seni”
diyerek bu arzusunu dile getiriyor. Aynı zamanda bizlere de dağlara, taşlara
hangi gözle bakmamız gerektiğini
öğretiyor.
“Göklerde
ve yerde ne varsa hepsi Allah'ı tesbih eder. O, Azîz- Hakîmdir.” buyuruyor
Yüce Rabbimiz Kur’anda. İşte Yunus bize bu teşbihi göstermeye çalışır ve der ki
“Benim bir karıncaya ulu nazarım vardır.”
Böyle diyerek kendisini manevi mertebelere ulaştıran yolu gösterir. Hakikati
kavramak isteyen herkese bu yoldan yürümelisiniz demeye çalışır. Rabbim gönül
gözümüzü açsın inşallah.
Nefsimizin ve kainatın yaratıcısı Yüce Mevlayı tefekkür
yoluyla keşfeden insan kendinle barışık yaşamanın da sırrına vakıf olur. “Ballar
balını buldum, kovanım yağma olsun.” diyen Yunus da sırra vakıf olduğunu bu
şekilde ifade ediyordu. O Rabbimizin yoluna öyle bir yönelişle yönelmişti ki gözü
başkasını görmüyordu. Kendisine düşmanca davranan kişiye bile hayır duada
bulunma yürekliliğini gösterebiliyordu. Buyurun Yunus’a kulak verelim, bakalım
ne demiş :
Önümce kuyu kazanı. Hak tahtın ağdırsın (yüceltsin) onu.
Ardımca taşlar atana, Güller nisar (saçılsın) olsun ona.
İyilik yapana iyilik, kötülük
yapana kötülük yapmak her kişinin işi, kötülük yapan için hayır duada bulunmak
Yunus gibi er kişinin işi. Onun tek derdi Rabbini razı etmekti, o bir an bile
kendini Allah’ın rızasını kazanamayacağı bir işle oyalanmaktan çok korkuyordu.
“Yaratılanı sev Yardandan ötürü” diyerek insanlara nefret nazarıyla değil
sevgi nazarıyla bakmayı öğütlüyordu. Gelin yine ne demiş, kulak verelim :
Ben gelmedim dava için,
benim işim sevi için
Dost'un evi gönüllerdir, gönüller yapmağa geldim
Onun derdi gönül yıkmak değil, gönül yapmaktı. Her gönülden
Allah’a ulaşan bir yol olduğunu keşfetmişti. Bize de o yolu göstermeye
çalışıyordu. Ne mutlu muhatabının gönlünden Rabbine giden bir yol bulana.
Yunus’ta bizi etkileyen
bir başka husus olabildiğince alçakgönüllü olması ve bunu herkese tavsiye
etmesidir. Gelin onun sesine kulak verelim :
Yol odur ki doğru vara, göz odur ki Hakk'ı göre
Er odur alçakta dura, yüceden bakan göz değil
O “Ben çok bilgiliyim, manevi mertebeler aştım. Herkes beni
dinlesin” şeklinde bir tavır takınmıyor. Hatta şiirlerinde onu yetiştiren
mürşidini anarak ulaştığı mertebenin kendi başarısı olmadığını Allah’ın lütfu
ve mürşidin gayretleriyle o seviyeye geldiğini vurguluyor. Bakın ne diyor :
Yunus miskin çiğ idik piştik
elhamdülillah
Büyük Mürşid Taptuk
Emre’nin yazdığı, günümüze intikal eden herhangi bir eser mevcut değil, ancak
Yunus Emre gibi çağlara meydan okuyan alim ve çok etkili bir şair yetiştirdi.
Başka bir deyişle Yunus Emre’yi yazdı, yedi yüz yıldır da insanlık onu
okumakta, ondan feyz almaktadır. Ne mutlu Taptuk Emre’ye… Rabbim makamını
yükseltsin bizleri onunla cennette buluştursun.
“Hayatta en çok istediğin şey
nedir?” diye kime sorsanız size “mutlu olmak” cevabını verecektir. Yunus Emre
bir cümlede bu sırrı özetlemiş. “Bunca
varlık varken gitmez gönül darlığı” Gönül Yaradan’a yönelirse huzura
kavuşur. Dünyanın hazları peşinde koşan kişinin gönlü daima karma karışıktır.
Aklımız ve kalbimiz Allah’ı unutup maddi varlıklarımızla, hırslarımızla; haset,
kibir, açgözlülük, dedikodu, ümitsizlik gibi zaaflarımızla meşgul olursa gönül
tahtımıza Rabbimizi bir türlü oturtamayız ve hiçbir zaman uzun süren bir
mutluluğu yakalayamayız.
Yunus Emre’nin kıymetini
artıran diğer bir yönü de asıl kaynakları Arapça olan İslam dininin temel
meselelerini Türkçe kavramlarla ve o kavramlara İslam’ın özünü emdirerek
anlatmasıdır. O öyle güzel anlatmıştır ki halkın en alt kesiminden en üst
kesimine kadar her Türk evladının anlayacağı kadar sade bir şekilde ifade
etmeyi başarabilmiştir. Bu çabaları sonunda Türkçemiz de kıvraklık ve akıcılık
kazanmış. Dilimiz bir pınardan gelen su sesi gibi kulağı okşayan ahengini
yakalamıştır.
Yunus Emre’den sonra
dünyaya şair ve yazarlarımız içinde ondan ilham almamış, onun gönül pınarından
su içmemiş tek bir sanatçı bulamazsınız. Onun hiçbir eserini okumamış bile olsa
halkın dilinde dolaşan o kadar çok sözü var ki. Şairimizin tesiri Türk
dünyasını da aşmıştır. Bu sebeple UNESCO 1991 yılını Yunus Emre Sevgi yılı
olarak belirlemiştir. Rahatlıkla şu cümleyi kurabiliriz : Yunus Emre gelmiş
geçmiş en büyük Türk şairidir. Ne mutlu bize ki insanlığın irfanını bu derece
yoğuran böyle bir şaire, böyle bir alime, böyle bir mürşide sahibiz. Yedi yüz
yılı aşkın sesini duyar ondan akıl alırız. Son olarak gelin yine ona kulak
verelim:
Bizden de sana selam olsun ey büyük veli. Rabbim makamını
yükseltsin, seni Peygamber efendimiz (sav)’e komşu eylesin. Bizleri seninle
cennette buluştursun.