Dünyaya geldim. Bembeyaz bir sayfa gibi tertemizdim. Annem ve babam benim için güzel bir isim
düşündüler ve o ismi koydular. Sonrasında etraftan o isimle ilgili eleştirileri
dinleyince kendi beğendikleri ismi değiştirdiler. Herkesin hoşuna gidecek
modern bir isim koydular. Aradan üç dört yıl geçti. Artık anlatılanları
anlıyor, dinlediklerimden ders çıkarabiliyordum.
Beslenmesi gereken sadece bedenim değildi, zihnimin de gönül
dünyamın da beslenmesi gerekiyordu. Bana herkesin anlattığı masalları
anlattılar. Masalların hepsi masum değildi oysa. Bu eğlenceli metinler bana
değer yargıları aşılıyordu. Bilinçaltıma olaylar karşısında nasıl tavır almam
gerektiğini aşılıyordu. Dinlediğim masalların çoğu çarpık değer yargılarıyla
örülmüş Batı kaynaklı hikâyelerdi.
Ağustos böceğine merhamet etmeden kışın soğuğunda onu ölüme
terk eden karınca hem çalışkan hem de çok akıllıydı. İstediği zenginden
istediği miktardaki parayı onun rızası olmadan alan istediğine istediği kadar
dağıtan Robin Hood kahramandı. Kırk haramilerin çaldığı altınları onlardan
çalan adam da çok kurnazdı. İyiler hep güzel, kötüler hep çirkindi, üvey
anneler her zaman kötüydü.
Biz büyüdükçe ruhumuzu ve kişiliğimizi besleyen kaynaklar
çoğaldı. Televizyonda çizgi filmler izlemeye başladık. Günümüz çocukları bu
etkinliği telefon ve tabletten yapıyorlar. Kuvvetini gölgelerin gücünden alan
hatta başka bir kaynağa ihtiyacı olmayan doğuştan yenilmez güçlere sahip olan
kahramanlar gönül dünyamızda taht kurmaya başladı. Hepimiz birer Süperman,
Batman, Örümcek adam olurduk zaman zaman. Ellerimizdeki hayali ışın kılıçlarıyla
uzayı fethe çıkardık. Bu kahramanlar hiçbir zaman Allah’ı anmaz, gerçek güç
sahibinin Yaradan olduğunu düşünmez, hiçbir işinde besmele çekmez, Allah’a el
açıp dua etmezdi. Buna gerek yoktu zaten hepsi birer yarı ilahtı.
Günler birbirini kovaladı. Lisede okumaya başladık. Bu sefer
ses efektleri, yüksek çözünürlüklü kameralarla arttırılmış gerçekliğin büyüsüne
kapıldık. Bazen evdeki ekranlarda, bazen elimizdeki telefonlarda, bazen de
yüzlerce şaşkın gözün dikkat kesildiği dev ekranlarda… Araçlar değişiyordu
ancak kahramanlarımızın vasıfları değişmiyordu. Gönül dünyamızdaki kahramanlar
hep Batı dünyasının bize pazarladığı kahramanlar oldu. Kendi ecdadımız
sıradandı bizim için, hayranlık uyandırmıyorlardı. Çünkü anlattığım ortamlarda
onlardan ya az bahsediliyor ya da hiç bahsedilmiyordu.
Amerikalılar her zaman haklıydı ve hiçbir zaman yenilmezlerdi.
Kızılderililer vahşiydiler, acımasızdılar. Avrupa ulaşılması güç bir zenginliğe
ve refah seviyesine sahipti. Biz ne yaparsak yapalım onların yakaladığı
seviyeye ulaşamazdık. Onlar medenî biz ise geri kalmıştık artık.
Gençtik, dinamiktik, idealisttik. Ne yazık ki özgüvenimiz
eksikti. Çünkü bize küçük yaşlardan beri Batı’nın çarpık değerleri aşılandı.
Kendi ecdadımıza, onların hayat tarzlarına, tarihi kahramanlarımıza burun
kıvırmayı, onların tarihine ve yaşam tarzına hayran olmayı öğrendik. Hayran
olduğumuz bir iki kahramanımız vardı, bilimde, sanatta, sporda Batı dünyasından
hayran olduklarımızın sayısı belli değildi.
Artık karşımıza çıkan sorunlara yerli çözümler üretemez
olduk. Olayları yerli bakış açısıyla değerlendiremez olduk. Ne yiyeceğimizi, ne
içeceğimizi, ne giyeceğimizi biz belirlemiyorduk; onlar belirliyordu. Batı’da
moda olan herhangi bir akım anında gençlerimiz tarafından benimseniyor ve
doğruluğu, yanlışlığı tartışılmadan uygulamaya geçiliyordu. Çünkü onlar bizden
üstündüler, bizden daha iyi düşünür ve daha doğru hareket ederlerdi.
Hayranlıklarımız öyle bir noktaya geldi ki bizim için Batılı
gibi olmak onların hayat standartlarını yakalamak ulaşılması amaçlanan tek
hedefti. Önce yaşam tarzlarını taklit ettik, onlar gibi giyindik; onların
yediklerini yedik, içtiklerini içtik. Sonra onlar gibi düşünmeye başladık. Öyle
bir noktaya geldik ki inancımızın reddettiği yanlışları bile Batı insanı doğru
kabul ettiği için biz de doğru kabul ettik. Öyle ki çevremizde inancımız tarafından lanetlenmiş eşcinselliği
savunarak dolaşan Müslüman (!) sıfatlı insanlarımız bile türedi.
Aramızdan bize giydirilmek istenen deli gömleğini yırtıp
çıkaranlar oldu. Bu seçkin kişiler milletimize sunulan sahte yaşam biçimini
reddettiler. Feryat edercesine bizlere gerçekleri anlattılar, içine düştüğümüz
yanılgıları bıkmadan izah ettiler. Yaptıkları iş kolay değildi, yıllardır
kronikleşmiş bir anlayışı yıkmak çok zordu. Bu uğurda toplumun geneli
tarafından dışlanmayı göze aldılar, kınayanın kınamasına aldırmadılar.
Usanmadan anlattılar, anlattılar, anlattılar…
Bizler bu seçkin şahsiyetlere kulak verince nasıl bir oyun içinde
olduğumuzu fark ettik. Bize dayatılan yaşam tarzını, düşünce biçimini tespit
ettik. Onların anlattıklarını zihin dünyamızda anlamlandırmaya çalıştık. Gerçekle
yüzleşmek heyecan verici ve ruhumuzu dirilticiydi. Düşündük, düşündük,
düşündük… Okuduk, okuduk, okuduk …
Hâlbuki Amerika keşfedilmemiş, işgal edilmişti.
Kızılderililer vahşi değil, yaşadıkları çağa göre yüksek bir medeniyete
sahiptiler. Avrupa ülkeleri zenginliklerini, Afrika’daki sömürdükleri ve
sefalete terk ettikleri halkların yeraltı ve yerüstü kaynaklarına borçluydu.
Bilim dünyasında birçok keşfi Müslüman bilim insanları gerçekleştirmişti. Batı
dünyası dünya düz mü yuvarlak mı, kadın insan mı yoksa şeytan mı diye
tartışırken bizim düşünürlerimiz binli yıllarda dünyanın çevresini hesaplamış,
tıpta en modern tedavi yollarını icat etmişti.
Okudukça, düşündükçe duruşumuz değişti. Eğik ve mahcup
başımız dikleşti. Kamburlaşmaya yüz tutmuş sırtımız düzleşti. Göğsümüz
gerginleşti. Onurlu olduk ancak hiçbir zaman kibirli olmadık. Kaybettiklerimizi
bulmuştuk. Geleceğe güvenle bakmaya başladık. Gücümüzü inancımızdan ve şanlı
tarihimizden almayı öğrendik. Hayata umutla bakmaya başladık. Değişmeyeceğine
inandığımız makus talihimizin kaçınılmaz kaderimiz olmadığını gördük. Gerçekten
kınanması gerekenlerin bizi yalanlarla oyalayan, memleketimizi Batı’ya köle
eden, bizden gözüken ve asla bizden olmayanların olduğunu fark ettik. Kendi
kendimize söz verdik. Her sabah yabancıların misyonerliğini yapanlarla mücadele
edeceğimize ant içerek güne başladık.
Bütün bu anlattıklarım, içinde yaşadığımız halkımızın nasıl
bir çıkmazda olduğunu ve bu çıkmazdan bir an önce kurtulmak zorunda olduğumuzu
ortaya koyma çabasıdır. İşimiz çok zor, yer yer akıntıya kürek çekmek zorunda
kalacağız ama vaz geçmeyeceğiz. Bu vatan, atalarımızın kanlarıyla suladığı
topraklardan ibaret. Onlar kan dökmüşlerse bizler de ter dökeceğiz,
gerektiğinde de kanımızı akıtmaktan kaçınmayacağız. Bu güzel memleketi düşmana
yar etmeyeceğiz inşallah.
Yapacağımız ilk iş. Bizleri içine düşürmek istedikleri
tuzağın farkına varmak. Sonrasında filmleriyle, dizileriyle, sosyal medyadaki
yayınları ve platformlarıyla bizlere ve çocuklarımıza şekil vermelerinin önüne
geçmek. Öz değerlerimizi öne çıkarmak, neslimizi bu doğrultuda yetiştirmek.
Onlara gerçek kahramanlarımızı tanıtmak; inançlarına sarılmalarını, her zaman
ve her yerde doğruluktan dürüstlükten ayrılmamalarını öğütlemek. İşimiz çok zor ancak bir o kadar da hayati
öneme sahip bir iş. Hatta bu hepimize düşen bir görev.
Rabbim yar ve
yardımcımız olsun. Hakikat savaşçılarına selam olsun.