M.
NİHAT MALKOÇ
Vicdanların kanadığı yerdir Bosna-Hersek...
Bosna-Hersek, "Evlâd-ı Fâtihân"
diye tabir ettiğimiz, Anadolu'dan kopup gelen insanların çileler içinde de
olsa, hiçbir taviz vermeden şerefiyle yaşadığı kadim coğrafyadır. Buralar Saraybosna’sıyla, Mostar’ıyla,
Drina’sıyla adeta bir
yeryüzü cennetidir. Bu topraklarda yaşayan insanlar mâzilerini unutmamış,
köklerinden beslenmeye devam etmişlerdir. Fakat köklerimizden rahatsız olanlar,
onlara rahat yüzü göstermemişlerdir.
Yirminci yüzyılın en büyük dramının
yaşandığı yerdir Bosna-Hersek. Zira takvimler yirminci asrın sonlarını
gösterirken, dünya medeniyetinin beşiği olduklarını iddia edenler, demokrasinin
anayurdu dedikleri Avrupa'nın ortasında vahşet denebilecek bir soykırıma imza
atmışlardır. Elinde silah olmayan yaşlılar, çocuklar ve kadınlar Srebrenitsa'da soykırıma tabi tutulmuşlardır.
Bu vahşeti uzaktan seyredenler, müdahalede bulunma gereği duymamışlardır.
Bütün bunlar yaşanırken Aliya
İzzetbegoviç isminde bir kahraman çıkıyordu meydana. Avrupa'nın ortasında varlık
mücadelesi veren mazlum milletine hürriyet düşüncesini ve bu uğurda mücadele
etme azmini aşılıyordu. Kısa zamanda halkıyla sımsıkı kenetleniyordu.
O, tabir caizse Bosna'nın kara kutusuydu
Yiğit Aliya, insanların İslâm'ı
konuşamadığı ve yaşayamadığı zor bir zamanda Genç Müslümanlar Teşkilatı'nı
kurduğunda etrafında sadece 15 kişi vardı. Fakat o, iyi niyetle yola çıktığı
için bu sayının çok kısa zamanda yüzlere, binlere, on binlere; hatta yüz
binlere yükseleceğine yürekten
inanıyordu. Nitekim öyle de oldu. Kartopu büyüklüğündeki kütle, çok kısa zaman
içerisinde bir çığa dönüştü; önündeki bütün engelleri yerle bir etti.
Hem devlet hem de dava adamı olan merhum
Aliya, bağımsızlığa koşan halkının önündeki bütün engelleri bir bir aştı.
Onlara cesaret ve güven verdi. Bosna'ya sahip çıktı. Avrupa topraklarında doğup
büyüyen Müslüman bir genç olan Aliya'yı tanımadan ve anlamadan Bosna -Hersek'i
anlayamazsınız. O, tabir caizse Bosna'nın kara kutusuydu.
Bilge Kral Aliya; cesareti, iradesi
ve dirayetiyle 78 yaşına kadar elif gibi dimdik yaşadı. Baskı ve tehditlere
hiçbir zaman boyun eğmedi. Hayata ve hadiselere hep İslâm'ın hakikat
penceresinden baktı. Bosna'yı Bosna yapan ruhu yaşadı ve yaşattı. O, İslâm dünyasındaki krizleri sadece görmedi,
onlara çözüm yolları da bulmaya çalıştı. Kararlı bir şekilde "Köle
olmayacağız" diyerek başta Avrupa olmak üzere, bütün dünyaya haykırdı.
Aliya İzzetbegoviç gönül gözü açık bilge bir insandı
"Bilge Kral" diye
adlandırılan Aliya İzzetbegoviç gerçekten de gönül gözü açık bilge bir insandı.
Millî ve manevî duyguları fazlasıyla inkişaf etmiş bu özgürlük savaşçısının felsefî
bir derinliği de vardı. İslâm'ı üst kimlik olarak gören Bilge Kral Aliya,
yirminci asrın önemli Müslüman düşünürlerinden biriydi. "İslâm
Deklarasyonu", "Doğu ve Batı Arasında
İslâm", "Özgürlüğe Kaçışım/Zindandan
Notlar", "Tarihe Tanıklığım", "Köle Olmayacağız",
"Geleceği Yenilemek", "İslâmî Yeniden Doğuşun
Sorunları" ve "Bosna Mucizesi Konuşmalar" adlı eserleri
kaleme alan Aliya'nın aforizma diyebileceğimiz birbirinden kıymetli sözleri de vardır.
Aforizma niteliğindeki bu özlü sözlerden birkaçını paylaşmak istiyorum:
“Yeryüzünün öğretmeni olabilmek için gökyüzünün öğrencisi olmak lâzım.”, “Bizi
toprağa gömdüler; fakat tohum olduğumuzu bilmiyorlardı.”, “Savaşta büyük zulme
uğradınız. Zalimleri affedip affetmemekte serbestsiniz. Ne yaparsanız yapın ama
soykırımı unutmayın. Çünkü unutulan soykırım tekrarlanır.”, “Din hurafeleri yok
etmezse, hurafeler dini yok eder.”, “Sanat için soyunana alkış tutanlar; Allah
için giyinene neden zulmeder?”, “İslâm korkakların değil, cesur ve atılgan
Müslümanların omuzlarında yükselecektir.”
,“Savaş ölünce değil, düşmana benzeyince kaybedilir.”, “Allah'ın iradesine
teslimiyet, insanların iradelerine karşı bağımsızlık demektir.”, “Kuran ve İslâm
sadece hocalara bırakılmayacak kadar önemlidir.”
O; zalimlerin karşısında, mazlumların hep yanındaydı
Doğu'yla Batı arasında sıkışıp kalan
bir ülkenin lideri olan Aliya İzzetbegoviç, tarihiyle ve Müslüman kimliğiyle daima
gurur duyuyordu. Zira o, tertemiz bir mâzisi olan bir milletin ve medeniyetin
mensubuydu. Hıristiyan Avrupalılar, tarihin her döneminde barbarlaşırken
Müslümanlar, Kur'an ahkâmından ve İslâmiyet'in merhamet sınırlarından
çıkmıyorlardı. Aliya böyle bir iklimde yetiştiği için savaşın da bir ahlâkı
olabileceğini düşünüyordu. Geçmişe dair keşke'leri yoktu onun. Atalarının
bıraktığı tertemiz mâzi onun başını dik tutuyor; bunu şöyle ifade ediyordu: "Ben
Avrupa’ya giderken kafam önümde eğik gitmiyorum. Çünkü çocuk, kadın ve ihtiyar
öldürmedik. Çünkü hiçbir kutsal yere saldırmadık. Oysa onlar bunların tamamını
yaptılar. Hem de Batı’nın gözü önünde; Batı medeniyeti adına."
Bosna-Hersek'in kurucu
Cumhurbaşkanı olan Aliya İzzetbegoviç, komplekssiz bir insandı. Bu yönüyle
adeta bir tevazu abidesiydi. O, acılarla büyüyüp olgunlaşmıştı. Adalet duygusu
üst düzeydeydi. O, daima zalimlerin karşısında, mazlumların yanındaydı. Sakin
ve soğukkanlı olsa da millet ve memleket kavramları geçtiğinde iyice
hassaslaşırdı.
Dirayetli bir dava adamı olan Aliya, meselesi İslâm olan bir
insandı
Dirayetli bir
dava adamı olan Aliya, meselesi olan bir insandı. Fakat meselesi şahsî değil, umumîydi.
O, şuurlu bir Müslümandı. Etiket Müslümanı değildi. O, davası Hakk ve hakikat
olan bir liderdi. Bu yönüyle dünyevîleşmekten çok uzaktı. “Benim için
yeryüzünde iyi, doğru ve güzel olan ne varsa onun adı İSLÂM`dır.” diyen Aliya,
teslimiyetin zirvesiydi.
Osmanlı'yı ve Türkleri çok seven bir
insan olan Aliya, Batı'da yaşasa da Doğu'ya ait bir insandı. 1994'te savaş
devam ederken bir Alman dergisine şunları söylemişti: "Benim hoşgörüm
Avrupa değil, İslâm kökenlidir. Eğer hoşgörülüysem öncelikle ve en çok Müslüman
olduğum için, ancak ondan sonra Avrupalı olduğum içindir. Avrupa, parıldayan
gerçeklere rağmen kendisini kurtarmaya kesinlikle muktedir olamadığı
kuruntulara sahiptir. Örneğin, Bosna'daki bu savaş sırasında, yüzlerce kilise
ve cami yıkıldı. Bunlardan bir teki bile Boşnaklar tarafından yıkılmadı, hepsi
Avrupalılar tarafından yıkıldı. Türk idarecileri dünyanın en yumuşak
yöneticileri değillerdi, ama tüm Hıristiyan halklar ve onların Ortaçağdan kalma
en önemli anıtlarının hepsi 500 yıllık Türk idaresi boyunca ayakta kalabildi.
Bu bir gerçek. Belgrat'tan fazla uzak olmayan Fruska, Gora Tepeleri'nin meşhur
manastırları Türk yönetiminin 300 yılı boyunca ayakta kaldı; ama üç yıllık
'Avrupalı' yönetimine dayanamadı. II. Dünya Savaşı sırasında yakılıp
yıkıldılar. Faşizm ve komünizm Asya'nın değil, Avrupa'nın ürünleridir. Ve şimdi
bile Avrupa, Balkanlarda faşizmin ortaya çıkışına karşı fazla bir hassasiyet
göstermemiştir. Avrupa'ya değer veriyor ve takdir ediyorum; ama kanımca
kendisini olduğundan çok daha büyük görüyor." (Tarihe Tanıklığım, s. 196)
Bilge Lider Aliya, Doğu'yla Batı arasında adeta bir köprü
vazifesi görüyordu
Cehaletin,
milletlerin felâketine davetiye çıkardığını düşünen Bilge Kral Aliya; ruhu
vatan sevgisiyle cilalanmış; bilgili, bilinçli ve duyarlı bir neslin
peşindeydi. Böyle bir nesil, aydınlık yarınların teminatıydı aynı zamanda.
Ancak böyle bir nesil hürriyetini kazanabilir, kazandıktan sonra da muhafaza
edebilirdi. Ona göre çocukların eğitiminde anneler daima baş roldedir. O, bu
hususta kadınların eğitimine özellikle vurgu yaparak İslâm Deklarasyonu'nda
şöyle diyordu: “Okumamış, ihmal edilmiş mutsuz bir anne, Müslüman halkların
yeniden doğuşunu başlatacak ve başarılı bir şekilde devam ettirecek oğulları, kızları
büyütemez…”
Hem Doğu'yu hem de Batı'yı çok iyi
tanıyan Aliya, Doğu'yla Batı arasında adeta bir köprü vazifesi görüyordu. O, hakkaniyetli
bir bakış açısıyla Batılıların çarpık inançlarını eleştirirken, dünya hayatına
dair sistemlerini övüyordu. Öte yandan İslâm'ı överken Müslümanları
eleştiriyordu. Bu çerçevede 1997’de Tahran’da İKÖ toplantısında şunları
söylüyordu: “Açık konuştuğum için beni
bağışlayın. Güzel yalanların bize faydası olmaz; ama acı gerçekler ilaç
olabilir… Batı çürümüş değil; güçlü, örgütlü ve eğitimli. Okulları
bizimkilerden iyi, kentleri bizimkilerden temiz. İnsan hakları düzeyi yüksek ve
sosyal yardım konusunda daha örgütlü. Batılılar çoğunlukla sorumlu ve
dakik kişiler. Bunlar, Batılılardan edindiğim tecrübelerim. Batılıların
ilerlemelerinin karanlık yönünü de biliyorum ve bunun gözümden kaçmasına izin
vermiyorum. Hakikat, İslâm en iyisi! Ama biz en iyisi değiliz. Batı’dan
nefret etmek yerine, onunla rekabet etmeliyiz. Kur’an da bize bunu emretmiyor mu?
Hayırlı işlerde yarışın." (Maide 48)” (Tarihe Tanıklığım, Klasik
Yayınları s. 414)
Esir bir topluluktan bir millet çıkaran
veya inşa eden merhum Aliya mazlum milletlere güç ve cesaret vermiştir. O, 78
yıllık ömrüne birçok güzel örnekler sığdırmıştır. Ümmetin gür sesi Aliya'yı
ölümünün 16. yılında rahmet ve minnetle anıyorum. Ruhu şad olsun.