6 Şubat günü
yaşanan ve 11 ilimizi etkileyen, 4 ilimizi ise enkaz yığınına çeviren deprem
felaketinin üçüncü günü akşam saatlerinde Malatya’dan ayrılmak zorunda
kalmıştık.
Depremin olduğu
andan başlayarak Malatya’dan ayrılığımız ana kadar başta depremin yarattığı şokun
etkisi gerek yoğun geçen kış şartları gerekse de barınma ve diğer ihtiyaçları
karşılama konusunda büyük sorunlar ve sıkıntılar yaşamıştık.
Yaşadığımız
sorunun daha da artmasını beklemeden gönüllü insanların destekleriyle
Elazığ’dan temin edilerek yollanan ticari taksi ile Kayseri’ye götürüldük.
İzmir’den ise amcaoğlu tarafından kiralanan bir minibüs ile Kayseri’den
alınarak Balıkesir iline bağlı olan Akçay’a götürüldük.
Akçay’a gider
gitmez birkaç gün baba yarısı amcamlarda kaldıktan sonra bir ev kiraladık.
Geleceğimiz güne kadar da orada kaldık. Depremin açtığı yüreğimizdeki acıyla
birlikte gözyaşları arasında zifiri karanlıklar arasında ayrılmak zorunda
kaldığımız memleketimize 95 gün sonra dönüş yaptık.
Akçay’da
kaldığımız süre içerisinde ilimizde yaşanan gelişmeleri sadece haberler ile sosyal
medya paylaşımlarında görüyor ve üzüntü içerisinde izliyorduk. Dönüş yaptığımız
ana kadar ilimizde yaşanan felaketin yarattığı yıkımın büyüklüğü konusunda tam
olarak bilgi sahibi değildik.
Geldiğimiz günden
itibaren her gün akülü tekerlekli sandalyem ile dışarıya çıkarak dolaştım.
Dışarıda gidebildiğim yerlere gidip gelirken yıkımın devasa büyüklüğünü gördüğümde
boğazımda oluşan yumru ile yutkunamadım. Nefesim tutuldu, gözyaşlarımı zor
tuttum.
Hasanbey, İpek,
Koyunoğlu, Cengiz Topel, Akpınar, Tevfik Temelli, Taştepe, Mehmet Buyruk ve
daha birçok cadde ve sokakta gezerek felaketin boyutunu bizzat gördüm.
Sadece birkaç yeri
gezmeme rağmen gördüklerim karşısında şaşkına dönmüştüm. Cadde ve sokaklarda gördüğüm
yüzlerce binanın aldığı hasarlar nedeniyle duvarlarında derin çatlaklar oluşmuş
ve içerisinde bulunanlar boşaltıldıktan sonra kapı pencereleri sökülmüştü.
Kasabın bıçağını
bekleyen kurbanlık koyun gibi yıkım ekibinin gelmesini bekleyen sıra sıra bu
binalarla birlikte yüz binlerce insanın da iyisiyle kötüsüyle, acısıyla
tatlısıyla, sevinciyle hüznüyle birlikte yaşadıkları ve hafızalarının
derinliklerinde biriktirdikleri anıları yerle yeksan olup toz bulutlarına
karışarak uçup gitmişti.
Deprem felaketi
nedeniyle yaşanan bu tarifsiz acıların ruhumuzda açtığı derin yaraların geçmesi
fiziki yaraların iyileşmesinden daha fazla zaman alacağı kesindir.
Deprem felaketine
maruz kalan insanların yaşamış olduğu sorunların birebir aynısını engelliler
olarak bizlerde yaşadık. Ancak aradaki tek fark bizler her insanın yaşadığı
sorunları katma değerli olarak iki kat fazla yaşıyoruz. Bunu deprem felaketinde
bire bir yaşayarak bir kez daha gerçek olduğunu anlamış oldum.
Özellikle
bedensel, zihinsel, otizm ve benzeri gibi ağır durumda olan engelliler depremin
olduğu andan itibaren çok daha ağır şartlarda yaşama tutunmaya çalıştılar.
Sarsıntılardan
evlerinden kaçarak sağ kurtulan engelliler ile aileleri sığınacak bir yer
bulmada büyük sıkıntılar yaşadılar.
Kamuya ve özel
sektöre ait sosyal tesislere sığınabilenler sadece başlarını sokabildikleri
kapalı bir yer bulmuş oldukları için kendilerini şanslı görüyor ve
seviniyorlardı. Ancak yaşadıkları sevinç olayı tuvalet ihtiyaçları geldiğinde ne
yazık ki hüsrana dönüştü. Çünkü sosyal tesislerin genelinde en önemli
ihtiyaçlar arasında yer alan bu ihtiyaçlarını giderebilmek için erişilebilir
standartlara uygun tuvalet bulunmuyordu.
Evet, 21.yüz yılı
yaşadığımız bilgi ve uzay çağında olmamıza rağmen kamuya ve özel sektöre ait
sosyal tesislerin genelinde erişilebilir standartlara uygun tuvalet bulunmadığı
için, daha doğrusu yasaları uygulamayan valiler başta olmak üzere belediye
başkanları ve kurum müdürleri tarafından yapılmadığı için engelliler mağdur
oldu.
En doğal
ihtiyaçlar arasında olan tuvalet ihtiyaçlarını günlerce gideremediler. Bu
nedenle sindirim sistemlerinde hastalanarak büyük sıkıntılar yaşadılar. Şu anda
da gerek çadır gerekse de konteyner kentlere yerleştirilen engellilerin banyo
ve tuvalet ihtiyaçlarını sağlıklı bir şekilde gideremediklerini biliyorum.
Sözün özü olarak,
bu sorunların bir daha yaşanmaması için valiler, belediye başkanları ve kurum
idarecileri tarafından yapılması gerekenler çok ama çok basittir. Tek yapmaları
gereken başta Anayasa olmak üzere kanun, yönetmelik vb gibi mevzuatlarda
verilen görevlerini eksiksiz olarak yerine getirmektir. Birçok konuda
gösterdikleri hassasiyeti ve iradeyi bu konuda da göstererek ortaya koymaları
gerekmektedir. Yıllardır görevleri arasında bulunan ve bugüne kadar görmezden
gelerek sümen altı ettikleri özellikle erişilebilirlik ve ulaşılabilirlik
konularıyla ilgili yasaları bundan sonra uygulayarak hayata geçirmeleridir.