Fotoğrafta geri
dönüş yolunda koleradan ölen ve yol kenarlarında hasta ve yorgun Osmanlı
askerleri(*)
Balkan Savaşı, Salgın
Hastalıklar ve Askerler
[“… Birbiri ardı
sıra girilen savaşlar, salgın hastalıkların yayılması açısından adeta bir
zincirin halkaları gibidir. Osmanlı
Ordularında Balkan Savaşı’ndan Dünya Savaşı’na salgın hastalık taşıyan bir
etkilenme süreci saptanmıştır. (E) Tümgeneral Dr. Ekrem Şadi Kavur, Balkan Savaşı’nı
kastederek; bu savaş dolayısıyla terhis edilen erlerin portör olarak
Anadolu’nun her yerinde salgına neden olan bulaşıcı hastalıkların taşıyıcıları
olduğunu ve kısa süre sonra başlayan Dünya Savaşı’nda, özellikle Doğu
Cephesi’nde bulunan 3. Ordu’yu perişan ettiğini yazmıştır. Yine aynı kaynağa göre; Balkan ve Dünya
Savaşları’nda salgına yol açan bulaşıcı hastalıkların etkisi Türk İstiklal
Savaşı’nda da sürmüştür.”[1]
“1912-1913 Balkan Savaşı’nda ve Büyük Savaş’ta
Osmanlı Ordusu’nun büyük bölümünde açlık baş göstermiştir ve kolera, tifo ve
dizanteriden ölen askerlerin sayısı çatışmalarda yaralanarak ölenlerden çok
daha fazladır.”[2]
"Osmanlı
İmparatorluğu'ndaki en büyük kolera salgını
1912-1913 Balkan Savaşları sırasında
yaşanmıştır, ordu personeli ve muhacirler arasında ciddi zayiata sebep
olmuştur."[3] ]
Mehmet Oğlu
Durmuş ve Evlilikleri
1878 Ermenek,
Yukarı İzvit doğumlu, Abdulsamedoğullarından Mehmet oğlu Durmuş, askerlik
yapmak üzere orduya çağrılmış. Gidiş o gidiş. Tam dört yıl ne izine gelebilmiş
ne de bir haberi gelmiş.
Askere gitmeden
önce köyde üç erkek evladı ve eşini bırakarak vatan görevine alınmıştır.
Mehmet oğlu
Durmuş’un köyde ne anası, ne babası, ne de kardeşleri vardır. Bir üvey erkek
kardeşi Abdullah varmış ancak onu daha önce kaybetmiş. Babasını küçük yaşta
kaybettiğinden bir ailenin öküzlerini gütmüş, işlerini yapmış. Geçimi böyle
sağlamaya çalışırken o ailenin yakınlarından birinin hasta “Sarıkız” lakaplı
bir kız ile evlendirilmiş. Onunla üç yıl evli kalmış, ancak hasta Sarıkız ile
evliliğinden hiç memnun olmadığı gibi, bir çocukları da olmamış.
Bir gün
kararını vermiş “Ben bu kadını boşayacağım.” düşüncesi ile Abit Çavuş lakaplı
kişiye danışmaya gidiyor. Abit Çavuş’a fikrini açıklıyor. O sırada Abit Çavuş
bir tane tokat vuruyor.
Ne olduğunu
daha anlamadan Abit Çavuş;
-Sen aklını mı
oynatıyorsun. Sarıkız zaten hasta, mal dediğin gani. Üç gün sonra ölecek bütün
mallar sana dökülüp kalacak. Kendine gel. Seni sevmesem bir tokatla falan
kalmazsın. Git malına sahip ol!” der.
Mehmet oğlu
Durmuş, tokat yemişliğin mahcubiyeti içinde evine döner. Kimseye bir şey demez.
Olacak bu ya üç
gün sonra Sarıkız vefat eder. Gerçekten köy yerinde hatırı sayılır tarlalar
kalır. Lakin eşsiz kalmış, çoluk çocuk da yok.
Aradan zaman
geçer bir gün bir haber gelir. “Gel bu kızı sana isteyelim.” derler. Bu kız ise
hatırı sayılır Zahide’den olma, Çolak Hüseyin’in kızı 1881 doğumlu Fadime’yi
vermezler diye düşünür. Fadime’nin Ahmet, Ali ve Mehmet isminde üç de erkek
kardeşi olunca ve kendisi önceden evlenmiş dul sayıldığından iyice tereddüt eder.
Aralar bulunur,
Fadime evlenir. Fadime, aralarında ikişer yaş olan, üç tane erkek çocuk dünyaya
getirir.
Bu dönemde
etrafta diğer kadınlarda gördüğü kunduralardan bir tane de kendinin olması
hevesine kapılır. Gençlik işte gönül istemez mi? İster de kocasının alıp
geldiği kunduranın tokalı kunduraya değiştirilmesi sonrasında kendisine köydeki
kadınlar çoktan “Tokalı” lakabını takarlar bile.
Durmuş’un Ağabeyi Yaralı Dönüyor
Mehmet oğlu
Durmuş’un ağabeyi Abdullah 16 yıldır askerde olduğundan ikinci evlat askere
alınmamıştır.
Bir gün Mehmet
oğlu Abdullah yaralı olarak köye ulaşır. Ulaşır da eşini ve 16 yıl önce bırakıp
gittiği iki çocuğunu sorar. Önce kimse bir şey söyleyemezler. Alıştıra alıştıra
eşinin ve çocuklarının öldüklerini söylerler. Yaralı olan Abdullah şimdi de
yüreğinden büyük bir yara alır. Hâlâ vücudunda kurşun olduğundan bu konuda
bilgisi olan birine danışılır. O da “Fare ezilip yara üzerine sarılırsa içerden
kurşunu çıkarır.” der. Öyle yapılır ancak kurşun çıkmaz, Abdullah vefat eder.
Mehmet Oğlu
Durmuş Askere Çağrılıyor
Mehmet oğlu
Durmuş’un ağabeyi ölünce çok üzülür. Elden bir şey gelmez diye düşündüğü
günlerde askerlik çağrısı ulaşır. Askere gidiş hazırlıkları, veda töreni derken
üç oğlunu öpe koklaya vedalaşır. Üç çocuğunu önce Allah’a sonra karısına emanet
eder.
Fadime, üç
çocuk, iki öküz, bir katır, tarla tezek mücadele eder. Bu mücadele dört yıl devam
eder.
Hasta Asker
Durmuş Arazide Bırakılıyor
1878 Ermenek,
Yukarı İzvit doğumlu, Abdulsamedoğullarından Mehmet oğlu Durmuş, 1912-1913
Balkan Savaşı’na katılmış. Ancak Osmanlı Ordusu’nun büyük bölümü kolera, tifo ve dizanteri salgınına yakalanmış.
Ordu arazide
iken Mehmet oğlu Durmuş, tamamen takatsiz kalmış ve bir ölüden farkı kalmayınca
ordu onu arazide bırakıyor.
Asker Durmuş’un Ölüm Künyesi Okunuyor
Mehmet oğlu Durmuş’un ölüm künyesi ise Ermenek,
Halimiye Bucağı Askerlik Şubesine gönderilir. Tebligat dağıtan askerler ölüm
künyesini Yukarı İzvit karyesine ulaştırırlar.
Şehit haberleri Cuma günleri hutbede okunduğu için
Durmuş’un ölüm künyesi camide okunur.
Bu sırada Fadime Gelin, ekip kaldırdıkları pamuktan
çıkrıkta ip eğirirken (bükerken) büyük annesi Akife gelir.
“Kocanın ölüm
künyesi camide okunsun, sen burada ip eğir.” deyince elindeki ip yumağını yere
bırakıverir.
Evde feryat figan başlar. Komşular akın akın eve
toplanırlar. Şehit haberi ile köy çalkalanır.
Kur’an ve Yasin okunur.
Fadime, dört
yıldır kocası gelecek ümidiyle yaşamını sürdürmeye çalışırken ölüm haberi onu
derinden yıkar. Bir yandan üç çocuk bakmanın
zorluğu, bir yandan iki öküz, bir katıra bakmanın güçlüğü, cabası arazinin ekimi,
dikimi onca çaresizlik içinde bocalayıp kalır. Her anı gözyaşı akıtmak ve yas
etmekle geçmeye başlar.
Küçük Kardeşlerin Mal Paylaşımı
“Ben bu
çocuklarımı nasıl besleyeceğim, tarlalarımı nasıl ekip kaldıracağım?” diye yas
ederken üç çoğunun en büyüğü 12 yaşlarında olan en büyük oğlu Mehmet; “Anne sen
ağlama! Ben babamın çizmesini giyerim. Tarlalarımızı eker kaldırırım.” diye
söyler.
Onun küçüğü 8
yaşlarında olan Hüseyin; “Bende babamın fesini alacağım.” der.
En küçük olan 6
yaşlarındaki Ali’de “Ben de babamın darabulusunu[4] alırım.” der.
Katır Satılıyor
Fadime yoksulluk içinde parasız, pulsuz çocuklarının bakımı derken tek çare
olarak katırlarını satmayı planlar. Konum komşuya duyurur. Katırın satacağı tüm
köyde duyulur. Köyden kimse katırı almaz. Hatta bu satılık katır haberi Yukarı
İzvit üzerinden eski Karaman yolu üzerinde komşu olan, üç saatte yaya olarak
ulaşılan Balkusan köyüne kadar yayılır.
Karaduta bağlı
katırın boynuna sarılan Fadime Gelin hıçkıra hıçkıra ağlar. Üç çocuğu “peşli
zıbınının” peşlerinden tutunup çığlıklar içinde ağlarlar.
Alıcı parasını
öder. Nihayet katırı yularından tutup götürür.
Arazide Öldü Diye Bırakılıyor
Savaştan çok önce askere alınan Durmuş, Balkan
Savaşına katılır. Ancak salgın hastalığa yakalanıp arazide bırakılmasından
sonra orada ne kadar kaldığı bilinmeyen Asker Durmuş, kendisine gelir.
Uzaktan ışıklar görür. O ışıklara doğru yürür. Burası Balkan
Türklerinin yaşadığı bir köydür. Köye girdiğinde köpek sesleri köylüyü harekete
geçirir.
Uzaktan” kimsin?” sorusu sorulunca buranın bir Türk
köyü olduğunu anlar. “Ben hasta bir askerim.” der.
Köylüler etrafına birer birer toplanırlar. Olayı
anlamaya çalışırlar. Orduyla birlikte yürüyüş halinde iken düştüğünü
hatırladığını, ondan başka bir şey hatırlamadığını anlatır.
Hemen bu hasta asker için yatacak bir yer sağlanır. İyileşinceye
kadar besledikleri gibi aralarında para toplayıp verirler. İstanbul’a giden
trenin nereden geçtiğini nereden trene binebileceğini anlatırlar.
Yürüyerek trene binebileceği istasyona ulaşır. Trene
binmeyi başarır. Memleketine gitmek üzere yola çıkar. (Bu yolculuğa çıkış yerinin
hangi şehir olduğu biz torunlarına intikal etmemiştir.)
Trenle Karaman’a gelir. Trenden iner. Karaman’da Ermenek yönüne
gidecek yolcular arar. Kimseyi bulamaz. Yolda yiyeceği ekmeği alır. Üç gün
yürüyerek gideceği yolculuğuna başlar. Bitkin ama yürümek zorundadır. İki gece
yol üzerindeki hanlarda yatar.
Asker Durmuş’un
yolculuğunun üçüncü gününde... Bu kısmında torunları arasında üç ayrı ihtilaflı
anlatım mevcuttur.
Birinci
anlatım; Aladağ köylerinin birinden geçerken çeşme başında katır sulayan
adamla karşılaştı şeklinde.
İkinci anlatım; Balkusan
’a akşam vakti gelir. Bir evde misafir kalmak için eve girerken, ev sahibinin
ellindeki idare lambasının ışığında ahırdan yukarıya çıkış merdiveninde
aşağıdaki katırı görür ve katırın kendinin katırı olduğunu söyler. Anlaşırlar
ve katırı geri aldığı şeklindedir.
Üçüncü anlatım; ise bizzat en
küçük oğlu Ali’den (babam) dinlediğim şekliyledir.
Nihayet dedem,
Asker Durmuş Balkusan'a gelir. Bir çeşme başına yanaşıp su içmek ve oturup
dinlenmek ister. Suyunu içip, elini yüzünü yıkar. Halen hastalığının etkisinde
olduğundan oturup dinlenirken uykusu gelir. Biraz kestirmek için uzanır.
Uyurken çeşmeye bir kişi katırını sulamak üzere gelir. Katır su içerken arada ona
ıslık çalar.
Islık çaldığı
sırada Asker Durmuş uyanır, yerinden kalkar. Baksa ki 4 yıl önce bırakıp
gittiği katırı çeşmede sulanıyor. Yanında da yular zincirini tutan bir
Balkusanlı duruyor.
Karşılıklı
selamlaşmadan sonra su içen katıra, ismini seslenir. Katır su içmeyi bırakıp Asker
Durmuş’un yanına doğru hareket eder. Zincir elinde katırını sulayan adam şaşırır.
Şaşkınlığı henüz bitmeden Asker Durmuş;
"Arkadaş
bu katır benim. Sen kimden satın aldın?" diye sorar.
Adam;
"Yokarı
İzvit'ten Fatma Gelin diye biri var, kocası 4 yıl önce askere gitmiş, askerin
öldü haberi gelmiş. Kadıncağız çaresiz kalmış, katırı satılığa çıkarmış
bende talip oldum, 6 ay önce satın aldım.” der.
Asker Durmuş;
“O askerde öldü dedikleri kadının kocası benim arkadaş. Ölmedim ve şimdi köyüme
gidiyorum. Evet, katırım satılmış. Sana bir teklifim var; bu katıra kaç mecidiye
verdiysen köyüme varıp tedarik edip, sana paranı versem, katırımı tekrar bana
verir misin?” der.
Adam askere
gidip öldüğü söylenen askerin adını sanını önceden öğrendiği için “Künyeni
söyle bakayım.” der.
“1878 doğumlu,
Abdulsamedoğullarından Mehmet oğlu Durmuş’um.” der. Adam hiç ses etmez ama Fadime Gelin’in kocası olduğuna
kanaat getirir.
“Bak asker ağa, o Fadime Gelinin ve üç oğlunun karadut
ağacının dibinde ağlayışı, çocukların çırpınışları benim gözümün önünde. Hele sesleri
kulağımdan hiç gitmiyor.” Başka hiçbir şey söylemeden “Katırı alıp
götürebilirsin asker ağa.” der sadece. Hatta parayı ne zaman ödeyeceksin diye
sormaz bile.
O zamanın
insanlarındaki anlayış ve güvene bakın. Birbirini hiç görmemiş iki kişi
arasındaki konuşmalar sonrasında katırın yular zincirini Asker Durmuş’a
uzatması gerçekten olgunluğun, adamlığın, güvenin tavan yaptığı bir insanlık
örneği değil midir?
Asker Durmuş,
eline aldığı yular zincirinden tuttuğu katırını öper, okşar, sever ve ağlar.
“Bir ay içinde ben borcumu ödemeye gelirim.”
Ya katırın
aradan geçen dört koca yılın ardından sahibinin bir defa adını söylemesiyle
yanına gelmesindeki sadakate ne demeli? Bir de derler ki; bir katır sahibini
günde dokuz defa öldürmeye niyet eder, ama öldüremez. Gerçek öyle midir
bilinmez. Ancak bu sadakate ne demeli?
İki kişi çeşme
başında vedalaşarak ayrılırlar. Ayrılırlar ama Asker Durmuş, adama saygısızlık
olmasın diye katırın yular zincirinden tutarak Balkusan köyden dışarıya
çıkıncaya kadar katırının üzerine binmez. Ta ki köyden dışarıya çıktıktan sonra
ancak katırına biner. Daha gidilecek üç saat sürecek bir yol vardır.
Yaşadığı
hastalığın bitkinliği, takatsizliği üzerinde olan Asker Durmuş, bir de üç
gündür süren bu yaya yolculuk sırasında katırına kavuşup ona binmesi kendine
ayrı bir sevinç, mutluluk yaşatmıştı.
Gün akşam
olmadan evine ulaşmak ister ama yol bu uzun, hemen biter mi? Evine ancak yatsı
ezanından bir hayli sonra ulaşır.
Katırın
üzerinden inip evin önündeki karadut ağacına bağlar. Ağaç kepennikten
(merdiven) evine çıkar. El ile yontularak yapılmış tahta kapısını tıklatır.
İçeriden Fadime Gelin ‘Kim o?’ diye seslenir.
“Benim, ben
Durmuş’um.” der. Ancak içeriden Fadime Gelin “Hayır benim kocam askerde öldü. Ecelini
kapımda arama sen Durmuş falan olamazsın. Ben sana kapı falan açmam, boşuna
kapımda bekleme, kimsen çek git.” der.
Asker Durmuş,
karaduta bağlı katırının yanına iner biraz düşünür. Muhtar aklına gelir.
Muhtarın evine gider, yenice yatağına yatmış olan muhtara seslenir. Muhtar elinde
idare lambası ile dışarı çıkar. İdareyi hafif yukarı kaldırarak karşısında
duran kişiye bakar. Büyük bir şaşkınlık yaşar. “Senin ölüm künyen camide okundu, sen yaşıyor musun?”
diye görünce şaşırır. Konuşurlar. Sonra tekrar beraberce geriye
gelirler.
Muhtar kapıyı
tıklatır Fadime Geline durumu anlatır. Fadime Gelin Kapıyı açar. Kocasının
dönüşüne çok sevinen Fadime Gelinin sevinci yüreğinden taşar. Hele bir de
katırının da geri gelişini duyunca sevinçten ağlar. Üç çocuğunu uyandırmazlar.
Çocuklar sabah uyanınca şaşırırlar. Önce uzak dururlar. Sonra teker teker babalarına
sarılırlar.
Asker Durmuş’un
köye dönüşü haberini tüm köylü duyar. Köylü akın akın hoş geldin ziyaretine
gelirler. Bu ziyaretler sorasında dört yıllık ayrılık ve öldü söylentileri
üzerine bol bol sohbetler edilir. Köyde böyle bir olayın güzel bir sonla
bitmesi herkesin yüzünü güldürür.
Asker Durmuş,
köyüne Gelince askerlik hayatı anılarda kalmış ve herkes ona geçmişten gelen
lakapları Abdulsamedeoğlu yerine Samed Durmuş’u demeye başlar.
Samed Durmuş’u kısa
zamanda katırın parasını mecidiye olarak tedarik eder. Zira o dönemde Osmanlı
Devletinde mecidiye para birimi kullanılmaktaydı. Katırına binerek Balkusan
köyüne borcunu ödemek için gider.
Samed Durmuş’u,
Balkusan’a varınca daha önce köyüne dönen askerin ve katırının hikâyesini
duyanlar gelip görüşürler.
Samed Durmuş’u
askerden geldikten uzun yıllar sonra dördüncü çocuğu Sultan kızı dünyaya
geliyor. Sultan 11 yaşında vefat eder.
Kendisi,
acısıyla tatlısıyla bu dünyada geçirdiği yaşamını 63 yaşında iken tamamlayarak
ebedi âleme göç eder.
1958 yılında en
büyük oğlu yıldırım çarpması ile yaşamını yitirir. 1975 yılında eşi Fadime Gelin
(Tokalı Fadime) vefat eder. Ortanca oğlu 1991 yılında, en küçük oğlu Ali ise
1985 tarihinde hayata gözlerini yumar. [5]
Şimdi ise Asker
Durmuş’un torunlarının bu ibretlik anıyı unutmamaları için gerçek yaşam öyküsü olarak
kaleme alınmıştır.
Asker Durmuş'un adını taşımam bir ömür boyu benim şeref nişanım olacaktır.
07.02.2015
Durmuş Ali ÖZBEK
[1] Ekrem Şadi Kavur, “Askerî Hekimliğin Sıhhiye
Hizmetlerinde Bir Etüd”, Dirim, Cilt XLIX, Sayı 8, (Ağustos 1973), ss. 194-195
ve 378. / Prof. Dr. Hikmet ÖZDEMİR, Salgın Hastalıklardan Ölümler 1914 –
1918,
Türk Tarih Kurumu Yayınları, XVI. Dizi – Sayı 104,
ANKARA – 2005
[2] Erik Jan
Zürcher, “Teoride ve Pratikte Osmanlı Zorunlu Askerlik Sistemi”, Devletin
Silahlanması, (Çev. M. Tanju Akad), (İstanbul, Bilgi Üniversitesi Y., 2003), s.
96. / Prof. Dr. Hikmet ÖZDEMİR, Salgın Hastalıklardan Ölümler 1914 –
1918,
Türk Tarih Kurumu
Yayınları, XVI. Dizi – Sayı 104, ANKARA – 2005
[3] Halaçoğlu,
Ahmet, Balkan Harbi Sırasında Rumeli'den Türk Göçleri (1912-1913),
3. Baskı, Ankara, Türk Tarih Kurumu, 2014, ISBN 978-975-16-2958-6 s.
142
[4] Tarabulus,
trabulus, darabulus gibi isimlerle söylenen ibrişimden yapılan ucu püsküllü
kuşak.
[5] Olay gerçek
hayattan alınmış olup, babam Ali Özbek’in anlatımları, amcamın kızı Saadet
Özbek Açıkbaş’ın anlatımlarından kaleme alınmıştır.
(*) Prof. Dr.
Metin Ayışığı, Türk Dünyası Araştırmaları, Eylül-Ekim, Balkan Savaşları
Sırasında Kolera İle Mücadele, s.50