gri bir zaman diliminde
tonu mat bir beş dakikaydın,
ansızın geçip giden...


gölgen yadigar bırakıldı bir tarafına geçmişin,
iz düşümünse geleceğe miras fukara bir hatıra idi,
bense yapraklarını cehenneme sarkıtmış
taşlanmış bir peygamber çiçeği tomurcuğu,
bir ölü anne çocuğu,
kaçı gösterdiğinin hiçbir önemi kalmamış herhangi bir saatin buçuğu,
bir muallak kaybediş yolculuğu...


ki bu henüz başlamadan kaybedilmiş bir savaşın
zamanından çok sonra piyasaya sürülmüş mağlubiyet bildirgesi,
ki bu bir orospunun ucuzdur diye alış veriş yaptığı
bir sahtekar parfümeri vitrini,
ki bu yalanların,
ki bu sen...


bana bardağın boş tarafından
tebessüm ederek bak öylece sevgilim, iyi bak!
evladınım ben senin,
masum bir veledim ben,
çocuğum ben,
henüz anlayamam birinin birisini sevmemesini...


gözlerim damlalığı belki de bu aşk zehrinin,
damıtıyor yanaklarım seni tuzla buz ederek,
kutsamışım böylece seni,
inmemekte direten bir ayetsin sen imanıma,
vaftizimsin sen,
ah ne de güzel ağlaşmak yokluğunla,
bilakis kemik sargılarımın da
bu vesileyle çözülür diye yorgun lifleri,
hiç kıpırdamadan kalır, kanar da
hüzünlü bir dayanışma ile tüm hücrelerim...


ah benim sevmediğin,
sevemediğin milyarlarca
mikroskobik hüzünler sergileyen görünmez küçük hücrelerim...



vel hasıl seyrimde
ağlamaklı bir çocuk edasıyla şimdi
uçurtmalara takılmış
kopup rüzgarlara kapılmış başıboş bulutlar,
dilimde kulaklarının işitmediği bir aşk sedası uğultusuyla
korkak, tedirgin susmalar
ve yüreğimde pek de hoşnut kalmayacağın,
aslında hiçbir şekilde kalmayacağın bir sen sevdası duruyor,
malesef...


evet sen,
sen varoluşumun sebebi,
sen yaralarımdaki o katımsı iltihap,
sen kalbimdeki kuluçka süresi sonsuz bakteri,
sen tüm elementlerimin periyodik ölüm tablosu,
sen bir intihar reçetesi,
sen,
sen beni sevmeyen,
dokundakça kulaklarıma sancıyan o yüzü asık virtüöz,
tüm renklerin simsiyah bileşkesi...


ve ben yanlış mezara gömüldüğü düşüncesine kapılmış kötümser ceset,
ben tayfası boğularak ölen kaptanın hüznü,
ben saçlarına dokunmak için banyonun  rafında bekleyen tarak ,
adımlarının es geçtiği herhangi bir kaldırım taşı,
ben,
sevmediğin ben,
açmadığın tüm kapıların kırık kolu...


ki sen
gri bir zaman diliminde
tonu mat bir bej dakikaydın sadece,
ansızın geçip giden...


ve ben
renk pigmentleri sezeryanla alınmış
bir peygamber çiçeği tomurcuğuydum, saydamlaştırılan
kendi yansımasını kendi yanılgısında kaybeden,
bir ölü anne çocuğu..


hala sana ait bir şeyler taşıyor cüzdanımda kimliğim,
her zaman bir ihtimal
ve bir umut vardır diyerekten...
dönsen de,
dönmesen de, eyvallah
bu mağlup yürek, bil ki
asla vazgeçmeyecek seni sevmekten...


( Beş Dakika başlıklı yazı hakan-dl tarafından 10.04.2024 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu