''Onlar'' diye birileri var. Sanki düşmemizi bekliyorlar.
Tüm işleri bizi izlemek, ne yaparsak yapalım eleştirmek, ne dersek diyelim dalga geçmek. Onlar; kendi mutluluklarını bir başkasının hüznünde bulan, gülmek için birilerinin ağlamasını bekleyen, empatiden ölümüne korkan, konuşmayı, sırf üstünlüklerini belirtmek için öğrenmiş, susmayı ise henüz öğrenememiş, özgürlük emen insan müsvetteleri. Onlar...
Ki yetmiyoruz. Bir oluyorsak da yeniliyoruz. Birlere karşı on(lar) oluyorlar.
''Elalem ne der'' diyoruz. Patronum, öğretmenim, arkadaşlarım veyahut sevgilim ne der ? Onların onaylamayacağı adımlardan korkuyoruz. Yasalardan, dinden, fizik kurallarından... Her şeyden korkuyoruz. Hatta kitaplardan bile. Çünkü aydınlık saçıyorlar ve bizlerin karanlığa aşina gözleri, acıyor onları yüzümüze tutarken.
Onlar var. Korktukça olacaklar. Korktukça büyüyecek, korktukça keskinleşecekler. Ama bir gün bir kelime yapışacak zihnimize. Bir kelime ki, bizden büyük, bizden kat ve kat değerli... Anlayacağız; korkunun tedavisi o korkuyu yaşamaktır. Yaşayacağız. Çünkü zihnimize yapışan o kelime haykıracak bize. ''Yaşa !'' Ve susturamayacağız onu. Bir manzarayı izlerken sessizce, kulaklarımızı tıkayacağız ellerimiz ile. Bağırarak konuşacak, son ses müzik dinleyeceğiz. Lakin biz fısıltı, o çığlık olacak.
''Yaşa !''
...
An gelecek, katledeceğiz onları. Umurumuzda olmamalarını sağlayacağız.
Ve yaşamak denen aşamaya -işte o vakit- adım atacağız.
bazen ben dahi kendim ile konuşmak, bir şeyler paylaşmak istemiyorum. öyle bir ıssızlığa maruzum ki, -çoğu zaman- yok olmanın bitişiğinde, var olmanın uzağında buluyorum kendimi. ve ortada büyükçe bir sorun var; anlatmak, beni rahatlatmıyor artık. insan -bir yerden sonra- biraz olsun anlaşılmak, anlaşıldığını hissetmek istiyor.
nefes kadar zaruri değil midir sevilmek ve anlaşılmak da? ölmez mi insan bu ikisi noksan ise. ölür elbet. cesedi sıcak kalır da içi soğur. ölür elbet. nefesler devam etse de... Gerçekten iyiyse geceler , iyi geceler.