SAPLANTILARIMIZ
Her yaratılan,
yaratıldığı için bu dünyada huzur, barış, adalet içinde yaşamak ve yaşatmak
ister. Ancak insanoğlu varolduğu günden beri içinde yaşattığı egoları yüzünden
barışa, huzura ve adalete hasret kalmıştır.
İnsanların
zihninde ve vicdanında yuvalanan kötücül duygular diye tanımladığımız kin,
öfke, nefret, aç gözlülük, sahiplenme arzusu ve çekememezlik duygusu insanların
hayat yolunu taşlı, dikenli, engebeli ve alevli yollara çevirmektedir. Bu
zorlu yolları aşmak için arada bir sözü dinlenen barışçı insanlar çıkmış,
küskünleri barıştırmak ve düzeni sağlamak için mücadele etmiştir. Kısa süreli
olsa da insanlar, huzurun ve barı-şın muazzam bir şey olduğunu görmüştür.
İnsanlık tarihi
kanla, savaşla yazılmıştır. Her millet, kendi devleti içinde devletin sunduğu
imkanlar kadarıyla yaşar. Devletin sunduğu imkanlar her zaman olduğu gibi
insanlar için yeterli olmamıştır. Zira devleti yönetenler, devletin büyük
imkanlarının en büyüğünü gasp etmiştir. Bu zulme dayanamayıp isyan eden
yerliler ve köleler pek çok zaman zulüm çarkını kırıp, hak ettiklerini almayı
başarmıştır. Roma hukukunun temelinde, mazlumların mücadelesinin kanı ve alın
teri bulunmaktadır.
Peygamberler
vasıtasıyla dinler tebliğ edilmişti. Dinlerin temel özelliği adaleti, barışı ve
huzuru sağlamaktı. Dinler, ayetleriyle insan nefsinin terbiye edilmesini
sağlamaya çalışmıştır. Samimiyetle dinine inanan bir avuç insan kitlesi, dininin
gereğini yerine getirerek yaşamış; insanların zihnini ve yüreğini kemiren
kötücül duyguları alt etmenin zor olmadığını kanıtlamıştır. İslam Peygamberi
Hz. Muhammed’e sahabeleri; “artık düşmanımız kalmadı. Kiminle mücadele
edeceğiz?” diye sormuştu. Allah’ın elçisi;
“asıl mücadele şimdi başlıyor ve o düşman nefsinizdir.” diye cevap vermişti.
Müşriklerin arsızlaştığı, insanların köleleştirildiği o dönemlerde sahabeler Hz.
Muhammed’in müşriklerin kahrolması için beddua etmesini istemişti. Allah’ın
elçisi; “ben beddua etmek için değil, rahmet peygamberi olarak gönderildim.”
diye cevap vermişti. Hz. İsa ise bir sözünde inananlara şöyle söylemişti:
“Biri size bir tokat vurursa, öteki yüzünüzü de çevirin.”
Bu yaşanmışlıklar
bizlere birşeyler anlatıyor olmalı. Önce iyi duygular içinde olarak yaşamak ve
kötülük yapanın kötülük yaptığını fark ettirmek. Kötülük yapanlara karşı
affedici ve güleryüzlü olarak dinin bir barış, huzur ve adalet dini olduğunu
bizzat kendisi yaşayarak ve yaşatarak göstermek; insanların gönlünü İslam’a
ısındırmaktı. Bu sebeple kısa zamanda Hz. Muhammed’in çağrısına kulak verenler
küçük guruplar halinde Müslüman olmuşlardı. İlk dönemler sayıları az olan
Müslümanlar, ilerleyen süreçte çoğalmış ve müşriklerin düzenini yerle bir
ederek Allah’ın emrini yerine getirmiştir. Ancak bu hak ve adalet temelli
devlet düzeni düzenbaz Muaviye ve oğlu Yezid tarafından yok edilmişti.
Günümüzde
manzara nasıl?
Günümüz insanlarının gözünü para, şan şöhret hırsı bürümüş. Kapitalist sistemin bir temel felsefesi vardır; “bırakınız vursunlar, bırakınız geçsinler. Hedefe varmak için her yol mübah.” İşte bu egoizmi körükleyen anlayış küresel bir fırtınaya dönüşerek bu günlere kadar gelmiştir. Tüm devletlerin ekonomisinin temelini oluşturmuştur.
Önceleri zenginler faiz/riba ile borç veriyordu ve devlet gayrimeşri kazançtan pay alamıyordu. Modern devletler kurulduğunda bankacılık sistemi gelişti. Böylece tefecilik ortadan kaldırıldı. Modern devletler, bankacılık sistemiyle payına düşeni almaya başladı. Yani mülkiyet-para kontrol altına alındı. Her ne olursa olsun, insanların hayatını zora sokacak tüm faiz ve benzeri işlemler meşru değildir. Bana göre günümüzün modern bankacılık sistemi geçmişin tefeciliğinden bir farkı yoktur. Bu rezil sistemi kuranlar insanlar olduğuna göre ortadan kaldıracak olan da yine insanlardır.
Faize karşı bir
alternatif yok mudur? Bir ekonomist değilim ama bir vatandaş olarak şunu
söyleyebilirim. Kâr haddine dayanan bir sistem geliştirilebilir. Bu ve benzeri tezleri
ortaya koyan insanların makalelerini okumuştum yıllar önce. Bu sebeple, neden
olmasın, diyorum.
Refah seviyesi
en düşük ve en yüksek devletlere bir baktığımızda iki kutuplu bir dünya
görürüz. Modern devletler genellikle İskandinav ülkeleri olarak öne
çıkmaktadır. İskandinav ve Avrupa ülkelerinde insan ve hayvan haklarına büyük
değer verilmektedir. Kişi hak ve hürriyeti güvence altına alınmıştır. Fakir
ile zengin arasındaki fark İslam coğrafyalarında olduğu gibi değildir.
Adalet
konusunda bu ülkeler asla taviz vermezler. Bu ülkelerde de kapitalizm egemen
bir ekonomik unsurdur ancak insanoğlu vahşi kapitalizmi ehlileştirmeyi başarmış;
insanların hakları ve hukukları kapitalizme rağmen korunmuştur. Çalışma
şartları ve ücretleri işçilerin lehine olacak şekilde düzenlenmiştir. Enflasyon
karşısında çalışan emekçilerin hakları korunmuştur. İskandinav ve Avrupa
ülkelerinde çalışan emekçiler yılda bir veya birkaç kez turistik seyahat yapabilmektedir.
İnsanların sosyal hakları genişletilmiştir. Yani hayat standardları üst
noktaya gelmiştir. Dünya genelinde yapılan mutluluk endeksi de gösteriyor ki yeryüzünün
en mutlu insanları İskandinav ve Avrupa ülkelerindedir. Bu ülkelerde protesto
eylemi hiçbir zaman engellenemez. İşçiler ve işverenler hukuk önünde haklarını
alabilmektedir. Hiç kimsenin bir başkasını ezmesine müsaade edilmez. Bu
ülkelerde terör ve mafyatik yapılara müsaade edilmez; insanların güvenliği
sağlanır. Bu ülkelerin sosyo-ekonomik durumuna baktığımızda acaba bu mucizeyi
nasıl başarabildiler, diye soruyoruz. Ülkemizden ve İslam coğrafyalarından
fakir, gariban ve geleceği çalınmış insanların ilk tercihleri Avrupa ülkeleri
olmaktadır. Neden acaba, diye sormamız icap etmez mi?
Sonuç olarak:
Araştırmaların
ortaya koyduğu gerçeklere baktığımızda insanların hayat yolunu ateşe çeviren
kötücül duyguları besleyen unsurlar ortada kaldırıldığında o ülkede insanların
doğru bir çizgiye geldiğini görüyoruz. Yani insanların hayat standardı
yükselirse, hak ve hukuk önünde haklarını alabiliyorsa, geleceğine güvenle
bakabiliyorsa, sağlam bir eğitim aldığında işsiz kalma kaygısı yaşamıyorsa,
yöneticileri rahatlıkla eleştirebiliyor, protesto edebiliyorsa insanların
içinde yaşayan kötücül duygular da doğal olarak yok olmaktadır. Refah seviyesi
yüksek ülkeler bu işi çözmüş görünüyor.
Artık dini
referanslarla kötücül duyguları yok etmenin imkansızlığı geçmişte olup-bitenlerle
ve günümüz Müslüman görünümlü şahısların yaptıklarıyla sabittir.
Yeryüzünde tüm
kötülükler İslam coğrafyalarından neşet etmektedir. Kardeş kanı İslam coğrafyalarında
dökülüyor. Müslüman ülkeler birbirine düşmanlık besliyor ve İslam düşmanı devletlerle
işbirliği yapıyor. Uyuşturucu maddeleri İslam ülkelerinde yetiştirilip diğer
ülke baronları vasıtasıyla dünyanın dört bir yanına dağıtılıyor. Rüşvet,
hırsızlık, gasp, taht ve saltanat kavgaları ve kellelerin düşmesiyle Müslümanlar
nasıl Müslüman olduğunu gösteriyor aslında.
Şu Müslüman
halimize bakıp şu soruları sormamız gerekiyor: Nerede İslam? Nerede hukuk ve
adalet? Nerede insanların yaşam standardı? Barış nerede? Nerede bilimsel
eğitimler? Bunların hangisini görüyorsunuz Türkiye’de ve diğer Müslüman
ülkelerinde? Elbette hiç birisi yok, maalesef!
Şu çürümüş
halimize bakmadan seksen beş milyonun gözünün içine baka baka; “dünya bizi
kıskanıyor” diyebiliyoruz! Bu söz de hayrete şayan müthiş bir seda olarak halen
kulağımızda çınlamaya devam ediyor!
Tüm bu
olup-bitenleri gördükten sonra elde kalanlara bakmalıyız. Sıfıra sıfır elde var
sıfır! Yapacağımız tek şey İslam’ı bir inanç olarak yüreğimizin en temiz
köşesinde muhafaza edip, yaşamalıyız.