...
Şoför valizi arabanın bagajından çıkarıp kaldırıma bırakmıştı.
Lidya da valizi çekerek siteye girdi, evini çok özlemişti, buraların havasını, kendini ait hissettiği her şeyi özlemle inceliyordu..
Bina girişine yakın olan kameriyede Peyman oturmuş onu bekliyordu, Lidya kapıdan geçip asansöre yönelirken bir ses işitti.
Geriye doğru arkasını dönüp baktığında, ayaklarının ucuna kadar defne yapraklarıyla süslenmiş bir patika yol oluştu.
Binadan çıkıp, bu huzur veren yolda durmaksızın yürümeye başladı, daha önce hissetmediği bu istem gücü kıtlıktan sonraki bolluk gibi zenginlik ve berekete doğru ilerliyordu..
Peyman bütün samimiyetiyle ve üstüne başına bulaşan özlemle, ona doğru gelen Lidya’ya bakıyordu.
İkisi de daha önce burunlarına çekmedikleri bir hava karışımıyla nefes alıp vermeye başlamıştı..
Mekândan ve zamandan azade olan bu an, bir tespihin tanelerini her şeyden uzaklaşıp, tefekkürle çeviren gözü yaşlı bir keşişin sükûta kavuşması gibiydi.
Gökyüzü daha fazla sabredemedi, sayfalarına mim çekilmiş bu aşkı saflığın simgesi yağmur damlalarıyla kutsamaya başladı..
Peyman, Lidya’nın bulut beyazı küçücük ellerini avuçlarının arasına aldı, ikisinin de parmakları birbirine dokunurken, her yer sessizdi ama bu âşıkların yüreğinde sanki iki tufan birbirlerine karışıyordu.
Metrelerce uzun ladin ağaçlarının kökleri sökülmüş, nehirler gökyüzüne doğru akmaya başlamıştı.
Kilometrelerce yüksekten çakan şimşeklerle bir saniyede evler, arabalar, devasa köprüler küle dönüyordu..
Peyman Lidya’sının yanağına doğru düşen tek dal saçını okşarken, birbirlerinden ayrı geçirdikleri her gün için tek tek af diliyordu sanki.
Lidya’nın gözyaşları, akıntıya ters yüzen somonlar gibi aşağıya akmamaya direniyordu ama Peyman’ın kolları belini sardığında daha fazla güç bulamadı kendinde ve gümüşi bir parıltı gibi iki damla düştü..
...