Dereyi yamacı
tutan gürgenlerin ve söğütlerin yaprakları soldu. Gövdeleri soğudukça yerleri
silip süpüren ağaçlar serinliğine güz kayıtlandı kuruldu. İsim isim kendini
duyup çağıran her şey ömür katıpına bir demlik dünya hayatı daha ekleyerek,
teraslardan uzaklara bakan bağlar bahçeler, köşede bucakta çağın azgın
akıntılarına dayanıp direndiği son kalanlarını dürdü büktü insan ahalisinin
doyum şehrine ve gönül heybesine diyar etti.
Kavun oldu,
üzüm kesildi, nar tanelendi, tevek saçaklandı, toz yikindi, poyraz pervaneleri
bir yandan öbür yana dolandı döndü, saat öteki saatlere geçti gitti ilerledi..
Balkondan
bahçeden, bakraçtan kuyudan, çeşmeden çarşıdan , dalgadan ve kayıktan ili yaka
aradı asma köprülerin yol arkadaşlığını ıslıkları çalınan yakınlığa katarak,
yorgunlar avutan kahve içimliği dem tiryakiliğine yudum yuduma bir hayatın
tortusu telvesiyle dura gide hayli bir zaman ve nice insan…
Eylül
Günlüklerinde böylece yorulmak usanmak ve dinlenmek bilmeden mutun ve
mutluluğun sınırını çiçeğe kanatlanmış huzur yüküyle arılar misaline isim isim
kendini çağıran yoklamaya kimi hasreti kimi vuslatı ömür nafakasında vebal
kılarak giden gittiii, kalansa gelecek olan seyri sefere adını yazdırıp aşktan
beriki ve bu yana, merama tutkun sağ salim mühlet diledi
..lafin daha ötesi siirin hakkiydi herdaim..