İnsan Olmak İçimizde Hicran Yarası
Şu dünyaya bir gelen pişman, bir de gelmeyen pişman. Kutsal
metinlerde insanoğlu eşrefi mahlûkat olarak tanımlanır. Yeryüzünde yaratılan
her varlığın insanların emrine sunulduğu bildirilir. O sebepledir ki insanlar,
hayvanları ehlileştirerek kendilerine hizmet edecek hale getirmiştir. Hayvanları
konuşturabiliyorlar. Hayvanlara ezberletebiliyorlar. Hayvanlara bazı
davranışları öğretiyorlar ve emre amade bir hale getiriyorlar. Bu, insan
aklının ne kadar önemli olduğunun ispatıdır. Tabi bu sonuca varabilmek için
insan denilen mahlûk, uzun süren bir gözlem ve deneyim ile hayvanları
ehlileştirmeyi başarmıştır. İnsanoğlu artık hayvanların neredeyse ne
istediğini, nelerden hoşlandığını ve hoşlanmadığını çözmüştür. Bitkiler üzerinde
de gözlemler ve deneyimler yaparak bitkilerin dilinden anlar hale gelmiştir. Bitkilerin
ve hayvanların insanların sevgisine ve ilgisine ihtiyaç duyduğunu fark etmiştir.
Bu fark ediş, bitkilerin ıslahına kadar gitmiştir. Bitkiler daha fazla ürün
veriyor ve daha sağlıklı yaşayabiliyor. Dolayısıyla insanlara bin bir çeşit
lezzet ve yaşam aşısı sunuyor. Ancak insan denilen bir kısım kötücül mahlûklar,
daha fazlasını istediğinden tüm gıda maddelerinin “GDO”suyla oynayarak
zehirlemektedir. Bu bilimsel çalışma insanlara zehir olarak dönmekte,
insanların kanser olmasına sebep olmaktadır. Bunların bilinçli yapıldığına
inanıyorum. Zira küresel ilaç sektörleri, ürettikleri hastalığı tedavi edecek
aşılar ve haplar piyasaya sürmekte, hastanelerde tedavi amaçlı kullan-maktadır.
İnsanın insana ihaneti ne acıdır ki böyle oluyor!
İnsanlar bununla yetinmemiş uzayı keşfetme yoluna
girmiştir. “Big beng”, “Büyük Patlama” deneyini yaparak ilk dönemde kâinatın
nasıl oluştuğunu çözmeye çalışmıştır. Bu çalışma henüz tam ve sağlıklı bir
sonuç vermese de insanlara bir yol, bir umut olmuştur. İnsanoğlunun yaratılışla
ve “Kuantum” fiziği ile ilgili sınavı henüz tamamlanmamıştır. Ancak insanoğlu
bilim ve teknoloji yolunda bir hayli mesafe almış; ay ve yıldız gözlemleri
yaparak uzay yolculuğuna çıkmayı başarmıştır. Bilim ve teknolojinin daha ileri
hedefi “Zamanda Yolculuk” ve “Yapay Zekâ” olmuştur. İnsanoğlu ilim yapıyor.
Yüce Kudret’in verdiği akıl ile.
Bana öyle geliyor ki, tüm bu olumlu gelişmeler insanların
hayatını kolaylaştırırken, yeni ufuklar açarken diğer yandan vicdanlar içe
çöküyor. Daha doğrusu insanlık tıpkı “kara delikler” gibi kendi içine çökerek
bir başka yapıyı ortaya çıkarıyor. Ortaya çıkan bu yapı/enerji tüm insanlarda
olmasa da büyük bir insan kitlesinde kötücül duygular olarak kendini
gösteriyor. İlginç olan şu ki; kötülük ne yazık ki organize olabiliyor. Bu güçlenme
hali insanları sindirmeye yöneliyor. İnsanların sessizliği de kötücül
duyguların daha da güçlenmesine neden oluyor. Bunun doğal sonucunda yeryüzünde
barış, adalet ve insani duygular siliniyor. Böylece kötülerin egemenliği ortaya
çıkıyor. İyi insanlar, kötüler kadar organize olabilmeyi başarabilseydi,
kötülük tohumları yeryüzüne, oradan da bir enerji olarak tüm kozmik sisteme
sirayet edemezdi. Her düşünce, her eylem ve sözler aslında birer enerji
olduğundan yeryüzünde ve atmosferde yankılanmaktadır. Kötülerin yaydığı
enerjiler yoğun olduğu için insanların düşünce sistemine de doğrudan etki
etmektedir. İnsanlar etkileniyor. Medya, sosyal medya, dijital platformlar,
diziler, magazin, basın ve yayın organlar, sanat adı altında üretilen sözde
sanatlar ve sanatçılar insani değerlerin yok olmasına katkı sağlıyor. Böylece insan
denilen mahlûk içi boş bir kabuğa dönüşebiliyor. İşte bu aşamadan sonra
insanların temiz yürekleri ve zihinleri kirli-zehirli objelerle doluyor. İnsanların
“meta” tutkunu olması sağlanıyor. İnsanlar bunun farkına varamıyor. Zaman içinde
kendisinin farklı, sosyal ve teknolojiyi takip eden bir insan olduğuna inanıyor.
Buna ben insan fıtratının zehirlenmesi diyorum.
Fırat ve Dicle nehirlerinin arasında kalan bölge Mezopotamya
olarak adlandırılır. Uygarlığın beşiği; semavi dinlerin-de neşet ettiği kutsal
topraklara ve Ortadoğu Coğrafyasında nelerin yaşandığına baktığımızda savaşların
hiç eksik olmadığını görürüz. İnsanlar, en büyük zulmü bu coğrafyalarda
yaşamıştır. Özellikle din savaşları! Bu topraklarda hayat bulan dinlerden biri
de Yehuda dinidir yani Tevrat kaynaklı Yahudiliktir. İlahi mesajlar içeren
Tevrat, Musa Peygamber’den sonra tahrif edilmiş, bir takım din adamlarının
dinine dönüşmüştür. Bu sebepledir ki, Yahudilikte 24 kitap mevcuttur. Bazı
Yahudi bilgin; Rut ve Softim (Hakimler) kitapları ve Yirmeyahu (Yeremya) ve
Echa (Ağıtlar) kitaplarını kabul etmişlerdir. Tahrif edilmiş Tevrat’ta Arz-ı
Mevud’un sınırları “Mısır ırmağından Fırat ırmağına kadar olan bölgede ayak
bastığınız her yer sizin olacaktır” beyanı vardır. İşte Kuran’ın lanetlediği bu
Yahudi milleti uydurulan Tevrat’a inanarak tüm Ortadoğu coğrafyasının
kendilerine ilahi emirle vaat edildiğine inanıyorlar ve bu sebepten dolayı
Ortadoğu’yu kan gölüne çevirmektedir.
Vahşete Davetiye: İnsanlar kör, sağır ve dilsiz:
Küresel şer güçleri, “Arz-ı Mevut” hedefini daha da
genişleterek dünyada egemenlik kurmanın planını yapmaktadır.
Yeni ve geliştirilen projenin adı ilk zaman BOP, sonraki
dönemde GOP olmuştur. Batılı emperyal güçler, İsrail devletini Ortadoğu
coğrafyasına bile-isteye kurmuştur. İsrail, ABD ve Batılı ülkelerin ileri
karakoludur ve bu uyduruk devlet, Arap coğrafyasını kontrol altında tutmak ve
sömürgeleştirmek amacındadır ve bugün bunu başarmış durumdadır. Düşündürücü olan
şu ki; İsrail devleti kurulduğu günden beri sürekli ABD ve batı âlemiyle gerek
siyasi, gerek ticari ve teknoloji anlamında sürekli içli dışlı olmuş; her batı
ülkeleri içinde lobilerini kurmuştur. Öyle ki, koca ABD devletine kafa tutacak
seviyeye gelmiştir. Her alanda ilme yönelen İsrailoğulları, küresel güçlere de
sırtını dayayarak Ortadoğu Müslümanlarına kan kusturmaktadır. Müslümanlar uyurken!
Müslümanlar ilimden ve fenden nefret ederken! Bu bölgenin insanları, atalarının
hatalarını kanlarıyla ve canlarıyla ödüyorlar! Yan gelip yatmanın dayanılmaz
acısını yaşıyorlar. Bu da yetmiyor, uzun yıllar öncesinden bu güne, bazı Arap
ülkelerinin İslam düşmanı olan ve lanetli olan İsrailoğullarıyla hem siyasi,
hem ticari yönden sıkı bir işbirliği halindeler. Bu sebepten dolayı, lanetli
bir kavmin lanetli halkası, Arap dünyasının boynuna geçirilmiş durumdadır. Buradan
kurtulmanın yolunu hiç aramıyorlar! “Müslüman Müslümanın kardeşidir”
düsturunun gereğini yerine getirecek hiçbir hamle yapmıyorlar! Dökülen binlerce
Müslüman kanına rağmen! Yıkılan Müslüman devletlere rağmen!
Son cümle olarak; senin aklın nerede ey Müslüman! Onlarca
yıl lanetler okudun ama okuduğunuz lanet, bir bumerang gibi size döndü; İsrail’e
güç ve kuvvet olarak yaradı. Dualarınızın neden kabul olmadığını biraz düşünseydiniz
mutlaka bir çözüm bulurdunuz ve anlardınız ki kurtuluş için “dua yetmiyormuş”
derdiniz. İlim yapmanın gerekli olduğunu, aklı çalıştırmanın ilahi bir emir
olduğunu ve “Lanetli Kavim” ile dost olunamayacağını anlar, güçlü bir Arap Birliği
kurabilirdiniz.
Her şeyden öte; insanlar, akıllarıyla kendi türünü yok
ediyor. Bu coğrafyalarda oluk oluk insan kanı dökülüyor. Büyük bir yıkım,
büyük bir dram yaşanıyorken, kendini akıllı gören dünya insanlığı sadece
seyrediyor. Akıllar düğümlenmiş, gözler kör ve kulaklar sağır olmuş. “İnsan
olmak içimizde hicran yarası” olmaya devam edecek gibi görünüyor. Çok yazık!
Yazarın
Önceki Yazısı