Bir Hamza


Bundan üç ay önceydi. Temmuzun tam ortası. Sıcaklık kırk derece. Betonun üstüne yumurta koysan on dakikada pişer

   

Yaşadığım bölgede düğünler pazar günleri yapılır ve aynı saate üç tane düğün; üçüne de davetliydim. Takı muhabbetine girmiyorum.

    

Gayet mütevazi, dikkat çekmeyen bayramlıklarımı giyinip çıktım. Bir düğün salonu yürüme mesafesindeydi. Önce ona gidecektim. Tam dış kapıdan çıkarken, on metre yakınımda bir genç komşumun oturduğunu gördüm. Adı Hamza. Otuz otuz beş yaşlarında. Hiç muhabbetim yoktu. Kibrimden değil ( kibir, kizb ve ucubtan ALLAHA sığınırım) zamanı kokuttuğumuzdan. Manevi değerlerimizi yok ettiğimizden.

   

Selam verip geçtim. Elli metre uzaklaşmıştım ki, selamımı almadığını fark ettim. Zira kafasını öne eğmiş sigarasını tüttürüyordu. Yanına geri döndüm. Kafasını kaldırıp baktı. Ağlıyordu. ''Ne var, ne oldu?'' diye sordum  ama ''Bir şey yok.'' deyip geçiştirdi.

    

Kendi ilkelerime göre başkasının özellerini karıştırmak etik değildi.   Ben biraz yürüdükten sonra bir otomobil durdu. Sorunca düğüne gideceğimi söyledim.  Hasılı üç düğünü de gezindikten sonra arkadaşım beni eve bıraktı.

Söz konusu Hamza 
benim evime gelmiş ve '' Suphi amca benim problemimi çözsün.'' demiş.

Eşim bana anlattı. 
Hamza'nın eşi Hamza'yı evde kovmuş. 

Eşimi ve ev sahibimin eşini Hamza'nın evine gönderdim. Hanımından etraflıca sebeplerini öğrenmelerini istedim.

Bizim eve gelmişler. 
Zor olsa da ben haremlik selamlık geleneğini yaşatmaya çalışıyorum. Birinci derecede akrabalarım dışında. Hanım hanıma konuşmuşlar. Ben odamdan çıkmadım.
      

Bizim Hamza esrar müptelasıymış. İş güç yapamaz olmuş. Eşi çare bulamayınca kapı dışarı etmiş.

Bir gün sonra tekrar bana geldi ve yeniden konuştuk.  Bir yerde düşüp dizi yarılmış. Şehir içi dolmuşa binip hastaneye gitmek için eşine yalvararak on lira para  istemiş. Eşi o on lirayı vermemiş. 
Çocuklarını toplayıp babasının evine gitmiş. İki tanesi ikiz, dört çocuk. Küçücük..


Hamza bir alt katımda, yarım bodrum bir dairede oturuyordu. Eşini ve çocuklarını tanımazdım. Görmemiştim. Tanısaydım gitmesine engel olabilirdim.

     

Aradan bir ay geçti. Hamza tekrar yanıma geldi. Ağlıyordu. Şimdi yazarken bile içim acıyor. ''Amca'' dedi, ''Ben eşimi çok seviyorum,  ona ve çocukların yokluğuna dayanamıyorum.''  Dilim döndüğünce hiç aralıksız iki saat konuştum. Ortada Kur'an gibi bir hakikat varken esrarla ailesi arasında bir tercih yapmasını söyledim ve tedavi yollarını gösterdim. İkna etmiştim.

Eşimi ve ev sahibinin eşini, Hamza'nın eşine ricacı olarak gönderdim. Hamzayı eve alsın diye



Nuh deyip peygamber demeyen cinstenmiş  kadın. İkna edilememiş. ''Babama gidin, o kabul ederse ben de kabul ederim, yoksa yok.'' demiş.


Babasına gitmem söylendi. Bana düşen aralarını düzeltip, Hamza'yı tedavi ettirmekti. 
Sonuna kadar bu işi götürmeliydim. Ticarî bir taksi tutup yola kuyuyduk.
    

Hamzanın kayın babası, bir yuvanın dağılma eşiğine geldiğinin farkındaydı. 
Bir yandan bize acımasız yüzünü göstermeye çalışırken diğer yandan torunlarına bakarken dolu dolu gözlerini gizleyemiyordu.
Uzun konuşmalardan sonra bana güvendiğini ve bana bıraktığını söyledi.


Hamza'nın eşi Hamza'yı eve kabul etmişti  ama  bu  durum s
adece iki hafta sürdü.


Hamza'nın eşi, kendisine ait olan eşyalarını alıp babasının evine gitmiş, Hamza da geri kalanını alıp o da babasının evine.



İki tanesi ikiz dört tane küçücük çocuk ve yaşadıkları müddetçe unutamayacakları anne ve babalar...

   

Sadece bir tane Hamza mı?



Şimdi sormak gerekiyor. Öldürülen kadınlar. 
Hunharca katledilen küçük çocuklar. Cinnet sonucu bütün ailesini yok eden babalar. Dolup dolup taşan cezaevleri...


Bu gün ceza evlerindeki nüfus üniversitelerdeki öğrencilerin nüfusuyla eşitlenmiş durumdadır. 
Mahkemelerimiz, mesailerinin %80 i ni bu konuya ayırmaktadır.


Kendi halkım için, eğer rahat uyuyorsam ALLAH benim belâmı versin.


Duyarsız yürekler ıslah et RABBİM.

Ülkemi ve halkımı bu cendereden kurtar RABBİM.
Duamın devamını sizlere bırakarak, okuyan bütün kardeşlerimi saygıyla selamlıyorum.








( Bir Hamza başlıklı yazı suphi-seku tarafından 20.10.2024 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu