Zaman Ve Hayat Bir Yanılsama Mı

Zaman ve Hayat Bir Yanılsama mı?

 

Bilim insanları, dinler ve inanmayanlar bu konuda neler söylüyorlar?

 

Ölüm! İnsanların korktuğu bu ölüm dediğimiz gerçek nedir acaba? Hayat! İnsanların yaşadığını sandığı bir halüsinasyon mudur acaba? Doğum ile ölüm arasında yaşadığımız onca olaylar gerçek midir? Sevinçlerimiz, hüzünlerimiz bir rüya mıdır acaba? Doğum, yaşam ve ölüm arasındaki bu sorulara muhatap olan şey nedir? Hayat, şayet bir rüya ise hissettiklerimiz nedir? Hissettiklerimiz de hissettiğimizi sandığımız şeyler midir acaba? Ölüm bir uyku mudur? Şayet ölüm bir derin uyku ise yaşantılarımız bir rüyadan ibaret midir? Şayet bir rüya ise ölüler rüya görebilir mi? Peki uyku sonrası uyanış nedir? Yeni bir hayata başlangıç mıdır, yoksa gerçek hayatın ta kendisi midir? Ölüler için doğum, yaşam ve ölüm nasıl olabilir? Bir ölümden bahsediyorsak şayet demek ki doğmuşuz! Her canlı gibi.

 

Yoksa ruhlar, evrenin herhangi bir yerinde asılı duran bir can mıdır acaba? O can mı bizlere rüya gösteriyor? Ya da yaşadığımızı sandırıyor? Hayat deyip inandığımız bu durum bir rüya ya da bir yanılsama mı acaba? Şayet öyle ise bu bir yalancı dünya olmuyor mu? Koskoca evren bir sanal hayat için mi yaratıldı? Ya diğer canlılar! Okyanuslar, denizler, ırmaklar ve içinde yaşayan bin bir türlü canlılar! Onlar da mı bir halüsinasyondan ibaret? Ya da bizim gördüğümüz rüyanın varlıkları mı? Ormanlar, çiçekler, böcekler ve bin bir türlü hayvanlar! Onlar da mı rüyaların meyvesi?

 

Ölümler, katliamlar, açlıklar ve sefaletler neyin nesidir? İnsanların insanları kemirmesi, sömürmesi neyin sonucudur? Tüm bu olup-bitenlerin sebebi neye dayanır? Hepsi bir rüya ise üstünde düşünmeye gerek var mıdır? Ama halâ bu rüyaları ve bu halüsinasyonları görüp duruyoruz! Neden bir türlü bitmek bilmeyen rüyaları görüyoruz? Ya da bitmek bilmeyen rüya hisside mi bir yanılsamanın sonucudur? Hayır! Hayır bu bir halüsinasyon ya da rüya olamaz! Böyle mi düşünmeliyiz acaba?

 

İnsanoğlu, akli olgunluğa erdiği günden beri bu ve daha fazlasını kendisine soragelmiştir. Pek çok bilim dalı bu ve benzeri sorulara cevaplar aramıştır. Bazı bilim/ilim insanları hayatın bir yanılsama olduğunu düşünmektedir ancak yukarıda sıraladığımız pek çok sorunun cevabını verememiştir. Bazı bilim insanları da hayatın gerçek olduğunu düşünüyor. Hayat dediğimiz şeyin doğum, yaşam ve ölüm arasında yaşananlar olduğuna inanan bilim çevreleri de vardır. İki zıt kutuplu düşünce çeşitli fikirler ileri sürerek hayatın bir yanılsama mı, yoksa gerçek mi olduğu konusunda tartışıyor. Düşüncelerini pekiştirmek için çeşitli varsayımlar ileri sürüyorlar. Haklılar! Çünkü her teorinin bir dayanağı olmalı! Onlar da teorilerini/düşüncelerini hem bilimsel hem de pratik alanda ispatlamaya çalışıyorlar. Giriş bölümünden buraya kadar yer alan sorular benim özgün sorularımdır ve şimdi bu sorularıma beşeri bilimler çerçevesinde ve din açısından kısa da olsa cevap bulmaya çalışıyorum.

 

Hayat-zaman teorilerden bazıları şöyledir:

 

"Zaman bir yanılsamadır" ifadesi, kullanıldığı bağlama bağlı olarak çeşitli yorumlara sahip olabilir. İşte bazı temel bakış açıları:

 

Felsefi Bakış Açısı: Bazı filozoflar zamanın insan algısından bağımsız olarak var olmadığını savunurlar. Bu bakış açısına göre zaman, deneyimlerimizi anlamamıza ve düzenlememize yardımcı olmak için yaratılmış bir yapı olarak görülebilir. Immanuel Kant gibi düşünürler, zamanın gerçekliğin temel bir yönü ol-maktan ziyade zihinlerimizin deneyimleri yapılandırmasının bir yolu olduğunu öne sürmüşlerdir.

 

Fiziksel Bakış Açısı: Fizikte, özellikle görelilik bağlamında, zaman sabit, mutlak bir varlık olarak kabul e-dilmez. Einstein'ın görelilik kuramı, zamanın göreli olduğunu ve gözlemcinin hızına ve yer çekimi alanına bağlı olarak değişebileceğini öne sürer. Bu, herkes için aynı şekilde işleyen evrensel bir zamanın gelenek-sel kavramına meydan okur.

 

Psikolojik Bakış Açısı: Psikolojik olarak zaman algımız akışkan olabilir. İnsanlar genellikle yoğun deneyimler sırasında zamanın yavaşladığını veya sıradan deneyimler sırasında hızlandığını bildirir. Bu öznel deneyim, zaman anlayışımızın göründüğü kadar basit olmadığı fikrine yol açabilir.

 

Doğu Felsefe Gelenekleri: Budizm gibi bazı Doğu felsefelerinde zaman genellikle doğrusal olmaktan ziyade döngüsel olarak görülür. Bu bakış açısı, varoluşun geçici doğasını ve geçmişe veya geleceğe tutunmanın acıya yol açabileceği fikrini vurgular.

 

Metafiziksel Bakış Açısı: Bazı metafizikçiler, yalnızca şimdiki anın gerçek olduğunu ve geçmiş ve geleceğin yalnızca hafıza ve beklentinin yapıları olduğunu ileri sürerler. Bu görüş, kuantum mekaniğinin ve gerçekliğin doğasının belirli yorumlarıyla uyumludur.

 

Özet; "zaman bir yanılsamadır" demek, gerçekliğin, algının ve varoluşun doğası üzerine düşünmeye devam ediyor ve zaman an-layışımızın göründüğünden daha karmaşık olabileceğini öne sürüyor.


Albert Einstein'ın ölümünden birkaç hafta önce, yakın zamanda ölen bir arkadaşının ailesine yazdığı mektupta şöyle diyordu: "Fiziğe inanan bizim gibi insanlar için geçmiş, şimdi ve gelecek arasındaki ayrım, kabul edilmelidir ki inatçı bir yanılsamanın öneminden başka bir şey değildir."

 

Yorumcu: “Einstein adına konuşamam ama ben de fizik yoluyla değil, titiz bir içsel sorgulamayla aynı sonuca vardım ve zaman anlayışıma göre zaman düşündüğümüz kadar gerçek değil.”

 

Zaman (geçmiş ve gelecek), yalnızca ona olan kolektif inancımızla yerinde tutulan, birlikte yaratılan bir düşünce yapısıdır. Geçmiş, şimdi ve gelecek arasındaki hayali ayrımlar ortadan kalktığında, zaman çöker ve gerçekliğimizin gerçek doğası kendini zamansız, ebedi ve her şeyin şu anda gerçekleştiği olarak ortaya koyar. Bu bilinç durumunda zaman gerçekte olduğu gibi görülür: Dışarıya yansıttığımız, hayal gücümüzün rüya benzeri bir ürünü.

 

Bu duygu, dünyanın dört bir yanındaki bilgelik gelenekleri tarafından yankılanır. Yerli kültürler, zihnin işlevinin rüya görmek olduğunu uzun zamandır biliyorlardı. "Vizyonlama" ileriye (geleceğe) rüya görmektir. "Hatırlama" geriye (geçmişe) rüya görmektir. Öteki dünya hayal gücüdür. Bunu anladığımızda, zaman yolculuğu bambaşka bir anlam kazanıyor! Kaynak: https://www.quora.com/

 

Özgün düşüncem:

 

Görüldüğü üzere beşeri bilimler sadece varsayımlar üzerinden konuya ışık tutmaya çalışıyorlar. Şu gerçeği de göz ardı edersek konuyu eksik bırakmış oluruz. O gerçek, insanlık tarihi kadar eski olan dinler tarihidir. Yukarıda sıraladığımız tüm soruların cevabını dinler kendi inanç sistemi içinde vermişlerdir.

 

Din bilimleri vahiyli ve vahiysiz dinleri araştırır. Yani Allah/Tanrı, vahiyler ve peygamberler. Vahiy dediğimiz husus, Allah’ın bildirimlerinin tamamıdır. Yaratan Kudret, muradını/isteğini insanlara iletmesi için her toplumun içinden düzgün, asaletli, güvenilir ve akli yeterliliğe ulaşmış yüce gönüllü insanları peygamber olarak seçmiş ve vahiylerini seçtiği elçilerin zihnine kodlamıştır. Elçiler de zihinlerine kodlanan vahiyleri günün şartlarına göre insanlara iletmiştir. İşte insanlar, Tanrı’dan gelen bu mesajlar sayesinde hayatı ve ölümü tanımışlardır. Ve insanlar, bu vahiylerle yaratılışın bir gayesinin olduğunu öğrenmişlerdir. Hayatın bir rüya/yanılsama olmadığını, bu dünyanın bir sınav alanı olduğunu insanlara bildirmişlerdir. İnsanların sorduğu pek çok soruya semavi dinler cevap vermiştir. İnsanlara ölümü hatırlatmıştır. İnsanların öldükten sonra yeniden diriltileceğini ve yaptıklarından hesaba çekileceğini de özellikle bildirmiştir. Yani insanların yaptığı kötülüğün cezasız kalmayacağını bildirerek kötülüklerden korumaya çalışmıştır. Allah’ın buyruklarına uyarak yaşayan insanların da cennete alınacağını bildirmiştir. Bazı peygamberler, bu uğurda hayatlarını feda etmiştir. Ve böylece her din kendi dönemini tamamladıktan sonra yeni peygamberler gelmiş ve vahiylerde dönemin koşullarına göre yeniden gelmeye başlamıştır.

 

Tabi şunu da hatırlatmakta fayda vardır ki; kitaplı dinlerin yanı sıra kitapsız/vahiysiz ve elçisiz dinlerde var dır. Vahiy almayan dinler; Cainizm, Şintoizm, Budizm, Hinduizm ve Konfüçyüs dinleridir. Bu dinlerin yanı sıra kültürel dinler de vardır.

 

Vahiysiz dinleri kısaca tanıyalım:

 

Buda dini, ölümden sonra bir hayat olduğunu bildirir. Var olan hayat Nirvana’ya ulaşınca başlar. Nirvana'ya ulaşamayanlar sonsuz kere doğarlar. Budizm'de birkaç cennet vardır ve hepsi halâ Samsara'nın illiz-yon gerçekliğinin bir parçasıdır. Cennet; geçici ve illüzyon gerçekliğinin bir parçası olduğu için Budistler yeniden doğuş döngüsünden kaçmaya ve aydınlanmaya/Nirvana’ya ulaşmaya daha fazla odaklanırlar.

 

Caynizm dininde; öldükten sonra ruh göçü başlar ve ölen kişi insan, hayvan ya da bitki olarak yeniden doğar. Cennet ve cehennemin varlığına ve asla yok olmayacağına inanır. Hint yarımadasında ortaya çıkan ve kurucusu Mahavira (M.Ö. 599-527) olan Caynizm, insanın bir kast içerisinde yaratıldığı anlayışına ve “Tanrı” veya “Yüce Varlık” gibi yaratıcı varlık fikrine karşı çıkar.

 

Şintoist dininde ahiret hayatı yoktur. Takamagahara adında cennet benzeri bir yer vardır, ancak insanlar hayatlarında yaptıkları her iyi şey için oraya gidemezler. Ayrıca, Yomi veya Kakuryio adında cehennem benzeri bir yer vardır, ancak oraya ceza veya kötü işler için gitmezsiniz.

 

Hinduizm'de Svargarohana Parvan'da, cennet ve cehennem kavramları, Hindu mitolojisine ve dini inançlarına göre şekillendirilmiştir. Cennet, en yüksek mutluluk, huzur ve ruhsal doyumun olduğu bir mekân olarak betimlenir. Burası ruhların arzulardan ve dünyevi acılardan arındığı bir yerdir. Görüldüğü üzere vahiysiz dinler de insan, hayat ve zaman konusunu bu şekilde anlıyorlar.

 

Herhangi bir dine inanan insanlar, kendi dinlerinin emniyeti içerisinde hayat serüvenlerine devam ediyorlar. Kimileri dinlerinin emirlerini yerine getirerek cennete gideceğini ümit ediyor, kimi günahlarından dolayı tövbe edip arınmaya çalışıyor. Kimi ıslah olmayanlar da cehennemde yanacağını düşünüp, karalar bağlayıp dövünüyor. Hayatı bir yanılsama olarak gören dinlere inananlar da günahlarından dolayı yanacağını düşünmediğinden korkuya kapılmıyorlar ya da iyi insan olduğunu düşünerek cennet özlemiyle yanıp tutuşmuyorlar. Bazı inananlar da öldükten sonra bir ot, bir böcek ya da reenkarnasyon yoluyla bir başka kişide yeniden dünyaya geleceğini düşünüp kaygısız bir şekilde yaşamaya devam ediyor. Hiçbir dine inanmayan insanlar da Allah diye bir varlığa inanmadıklarından gayet rahattırlar. Yalnız şunu itiraf etmeliyim ki deist ve ateist arkadaşlarım vardır ve her biri çok temiz meziyetlere sahipler. Bu arkadaşlarla dini konularda sohbet ederken şu sözleri işitiyorum. “İyi, dürüst, ahlaklı, yardımsever ve erdemli insanlar neden bir dine ihtiyaç duysunlar ki? Dinler; kötü, ahlaksız, adaletsiz ve merhametsiz insanlara gereklidir” diyerek kendilerini haklı görüyorlar. Günümüzde dinlerin ne hale geldiğini ve insanları da çeşitli mezhep ve tarikatlar yoluyla birbirine düşürdüğünü savunuyorlar. Ayrıca, peygamberlere inanıyorlar ancak peygamber olarak değil, bir devrimci lider olduklarına inanıyorlar. Deist ve Ateistlere inançları bakı-mından hiçbir şekilde katılmam mümkün değil ancak haklı oldukları yerde de haklı olduklarını söylüyorum ve günümüzde yaşanan dinin gerçek İslam ile hiçbir ilgisinin olmadığını çeşitli yönleriyle ve örnekleriyle anlatsam da onların zihinlerinde Allah kavramı olmadığından söylenen sözlerin de bir anlamı olmuyor, diyerek makalemi tamamlıyorum.


( Zaman Ve Hayat Bir Yanılsama Mı başlıklı yazı Halit Durucan tarafından 12.11.2024 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu