Bana doğru yönetilen meraklı gözleri biraz bekleterek, telefonun diğer ucundaki Kul 55’e ne yapması gerektiğini söyledim.
Meğer bizim Kul 55 otobüste uyuya kalmış, muavin
Kuşadası’na geldik diye bağırmış ama bizimki derin uykuda duymayınca Bodrum’a
kadar gitmiş.
Neyse yaklaşık iki, iki buçuk saatlik gecikmeden sonra
nihayet Kul 55’de aramıza katıldı. Ama kahvaltıyı yalnız başına yapmak zorunda
kaldı.
O gelene kadar bizler İpçi Erdoğan’dan halk ozanı tadında şiirler, Kemal hocadan ise Tokat manileri dinledik. Durmuş hoca çok sessiz kalınca ona da bir şiir okuması için ısrar ettim, ama hoca bir başladı pir başladı, durup durup ben bir tane daha okuyayım diyerek , yedi tane şiir okudu.
Kahvaltı da Müjgan hocanın getirdiği pidelerin bir
kısmını tükettik, ama o kadar çok pide getirmiş ki sağ olsun, kalanlardan biraz
Kul 55’e ayırıp gerisini Nevin buzdolabına kaldırdı.
Mehmet Emin Sakin hocamız ise gerçekten soyadı gibi
sakindi, ne doğru düzgün bir şey yiyor ne de konuşuyordu, onu rahatlatmak için
arada bir laf atsam da biraz gülümsüyor, bir iki şey söylüyor sonra yine eski
sessiz haline dönüyordu.
Selocan yine
manzaranın güzelliğine kendini kaptırarak yeni fotoğraflar çekmek üzere izin
istedi ve bu defa kendi başına dışarı çıktı. Daha sonra hep beraber
çıkarak onu sahilde bulduk.
Misafirlerin şansına bu yıl havalar ne kadar güzel
gidiyor; Rüya’yı bıraksak neredeyse yollarda koşacak, zıplayacak.
Ama o koşmasa da neşe içinde yeni misafirlere
Güzelçamlımızı anlattı. Eh artık bir hayli tecrübeli, her yeri öğrendi, o nedenle
her işte olduğu gibi tanıtım işinde de benim ve Nevin ablasının yükünü alıyor.
Selocan’a da fotoğraf çekmesi için epeyce rehberlik etti.
İpçi Erdoğan’ın sohbeti çok güzeldi; Sürekli
Kırşehir’den bir şeyler anlatıyor dedesi Gadersiz İreşit’den, amcaları; Rıza,
Halil ve Tahsin’den en çok da babası Hasan bey’den anılar anlatıyordu. Köyler
arası savaşları anlatırken bir heyecanlanıyor bir heyecanlanıyor sanki o
günleri yaşıyordu. Ve tabi ki en güzel anısı da halen arada bir başına gittiği
babası ile birlikte yaptığı çeşmeydi.
Akşam yemeğimiz de yine her zaman olduğu gibi
eğlenceli ve bolca şiirlerin okunduğu bir muhabbet sofrasıydı. Zaten şiirlere
yaptığı yorumlar gibi kısa ve öz konuşan Kul 55 yorgunluğunda etkisiyle çay
faslından sonra erkenden izin isteyerek yattı.
Ben arada bir Sami hocaya takıldıkça, Rüya gülüyor,
Nevin hanım yeter artık üzme adamı der gibi kaş göz işaretleri yapıyor, İpçi
Erdoğan’da sizin bu atışmalarınız alem diyerek bana destek veriyordu.
Bir ara Dalim (Durmuş hoca) Uzun uzun artık dost
bulmanın çok zor olduğunu anlattı. O nedenle bu buluşmadan ziyadesiyle
memnuniyetini belirtti.
Diğer toplantıların aksine bu gurupla bir hayli sessiz
bir gece geçirdik ve yine Sabah kahvaltısından önce Rüya ile birlikte bir
sonraki haftanın isim listesini oluşturduk.
-Evet kızım kimler kaldı bakalım, sanırım artık sona
doğru geliyoruz.
-Haklısın Fikret amca, sona yaklaşıyoruz artık, başa
Sami dedemle, kendimi yazayım mı?
-Elbette yazacaksın, siz demirbaşsınız
-Peki o halde Kara Osman olsun ilk sırada ne dersin.
-Evet olsun bakalım, sonra sonra Gökdeniz hoca olsun,
sizinle birlikte etti mi dört.
-Evet yenilerden İsmail Ülger var Fikret amcam, hani
resmi şu eski Türk Filmlerinde ki yakışıklı amcalara benzeyen.
-Peki o da tamam, sayımız beş oldu. Erhan Tığlı var,
gelir mi bilmem ama, onu da ilave edelim, ha birde Ahmet Akkoyun; hikayeyi
gizli gizli okuduğunu duydum.
-Vay Fikret amcam yine kadınlardan kimse yok!
-Haklısın o zaman, Nurcan Aslan ile yenilerden Elif
usta’yı ilave ettik mi tamamdır.
-Haydi bakalım
liste hazır olduğuna göre sıra şimdi Nevin abla’na yardıma geldi, galiba
o içeride sac böreği yapıyor.
-Tamam Fikret amca o halde sen ona yardım et, ben de
şu balkonu yıkayayım, hava güzel veranda da kahvaltı yaparız.
-Peki hadi bakalım.
Tam içeri girdim Rüya’nın çığlığı ile geri döndüm.
-Ne oldu kızım
-Nuri dedem geliyor karşıdan, kucağında da Zeynep
bebek
-Yapma yahu, neden acaba?
-Şaka şaka…
-Hay Allah seni yaramaz, haydi çabuk yıka balkonu bak uyanır
şimdi misafirler.
Kahvaltı da Sami hoca her hafta bize gelip gitmekten
yorulduğunu, Nevin hanımla, benimse onları misafir etmekten yorulmadığımızı
söyledi. Ben bu fırsatı kaçırır mıyım?
-Üstat yan çizmek için bahane arıyorsun.
-Yok öyle değil ama yorulmadınız mı yahu, hele Nevin
hanım her defasında değişik değişik yemekler, eh birde kahvaltı sofraları.
Çarşaf ser, çarşaf yıka, oho, ne çok iş…
-Biz ikimiz de misafiri çok severiz üstadım rahat ol,
siz olmazsanız şimdi başka konuklarımız olurdu.
-Eh ne diyelim, çok kişi kaldı mı daha?
-Bilmem sayıyı Rüya biliyor. Rüya çok mu
konuk edeceğimiz arkadaş sayısı?
-Yok Fikret amcam , pek fazla kalmadı,
sanıyorum iki üç hafta içinde biter.
-Yapma yahu o kadar az mı kaldı
alışmıştık ne güzel.
Ve o sabahta veda vakti gelip çatmıştı, konuklarımızı
birer birer uğurlarken, içimizde buruk bir mutluluk vardı.
Ertesi hafta konukların gelişi Sami
hocamızın macerası ile başladı.
Sami üstadım, biletini almış Fethiye’den
bize gelmek için otobüsün içine oturmuş, kalkmasını bekliyor. O sırada da biri
yırtınıyor '' Söke yolcusu kalmasın. (Fethiyeden Güzelçamlı’ya gelmek için
Söke’den aktarma gerek) '' Kendi kendine '' Ulan hangi hıyar kim bilir. Onun
yüzünden otobüs bekleyip duruyor'' Diyormuş yandaki otobüse bakıp.
Derken efendim yandaki otobüs kalkmış az sonra
da bir bayan, elinde bilet '' beyefendi burası benim yerim. Siz yerinize geçer
misiniz lütfen '' Demez mi bizim hocaya.
Biletini gösterip . '' Burası benim yerim. Bakın
3 numara..'' Kadın bilete bakmış evet 3 Numara... Bu arada otobüsün şoförü ve
muavin de binmiş. Kadın öfkeyle bağırmış onlara. '' Aynı koltuğa iki ayrı bilet
kesmişsiniz bu ne rezalet.?''
Şoför biletlere bakıp kadına dönmüş.
Hanımefendi siz buyurun oturun. Beyefendi Söke
yolcusu, biz Bodrum’a gidiyoruz.)
Söke otobüsünü bekleten, akabinde de kaçıran arkadaş
bizim Sami hocaymış meğer.
Hoca eve soluk soluğa geldiğinde hem bunu
kendine kızarak anlatıyor, hem de Rüya ile benim kahkahalarla gülmeme
sinirleniyordu. Bense damarına basarak sordum;
-Ne yaptın hocam ne yaptın, bir daha anlatsana,
yahu senin yaptığın Kul 55 den daha komik…
-Söyledim ya kardeşim, yanlış otobüse binen
benmişim işte.
-Sonra birde kendine hıyar dedin öyle mi?
-Yahu ben ne bileyim hatayı yapanın ben
olduğumu, yoksa der miyim hiç, sende hiç fırsat kaçırmıyorsun vallahi.
-Eh sonra ne yaptın hocam, bilet yandı mı,
tekrar para istediler mi?
-Yok emekliyim, emekli öğretmenim deyince, para
almadılar.
-Peki öğretmenim, o halde 24 Kasım öğretmenler
günün kutlu olsun, ver elini öpeyim.
Nevin, Rüya ve ben sırayla üçümüzde Sami
hocamızın elini öptük.
Edebiyat Evi ailemizin Sevgili Öğretmenleri 24
Kasım Öğretmenler gününüz kutlu olsun
Devam edecek
Mehmet Fikret ÜNALAN