Meğer bizim iki ihtiyar eski usullere göre karşılıklı
iki sandalyeye ip germiş, ipe sardıkları battaniye ile beşik yapmışlar.
Sandalyeler devrilmesin diye üst katta buldukları ağırlıkları koymuşlar, ancak
bebek sağa sola kıpırdayınca sandalyeler devrilmiş.
Biz merdivenlere doğru koşarken Zeynep bebek ne oluyor
ulan ne diye düşürdünüz beni der gibi bar bar bağırıp ağlıyordu. Aman sormayın Nuri dede de bir telaş bir
telaş, eyvah bebeğe bir şey olduysa ben annesine ne cevap veririm diyerek
koşuyor.
Neyse zemin tahta, üzerinde Nevin’in rahmetli
annesinin yaptığı Niğde halısı
Dolayısıyla bebek yumuşak iniş yapmış. Belli ki sadece
korkmuştu.
Bu defa bebeği de alıp kahvaltı masasına geldi Nuri
hoca.
Kahvaltı faslı bittikten sonra denize girmemek
kaydıyla ki, Sami hoca bu konuda kararlıydı.
Hep birlikte sahile indik.
Yine yazdan kalma bir gün yaşanıyordu. Ancak ne
olduysa oldu hava birden karardı, şimşekler çakmaya gök gürlemeye başladı.
Yağmura yakalanmayalım diyerek apar topar tekrar eve döndük, döndük dönmesine de Zeynep bebek temiz havadan
eve girince yine kıyameti kopardı. İki dede yine bebeği alıp yukarı çıktılar,
az sonra Nuri hoca aşağıya indi ve;
-Yahu bebeği uyutalım diye yukarı çıktık, ama Sami
hoca şöyle bende uzanayım deyip hemen uykuya daldı.
Ben kendimi gülmemek için zor tutarak
-Hocam yoksa yine ninni söyleyip kendi ninnisine mi
uyudu?
-Yok Fikret hocam ninni söylemeye bile fırsat kalmadı.
-Allah Allah neyse, bebeğin karnı açtır belki ondan
ağlıyordur, belki de anne kokusunu arıyor garip.
-Ne bileyim ben durur sandım ama olmayacak her halde,
hadi gündüz neyse
Gece ne yaparız bilmem.
-Bir şey diyemeyeceğim üstadım, kim bilir belki yatar
uyur ama, sıkıntı olursa sen üzülürsün.
-Evet inşallah hava müsaade ederse, ben bebeği alıp
gideyim, gece kalmayayım.
-Tüh o kadar da yol geldin.
Bu konuşmayı duyan hanımlar, ısrarla Nuri hocayı
kalmaya ikna ettiler.
Rüya onu ben uyuturum dedi, Nevin hanım karnını
doyurur hep beraber ilgileniriz deyince Selda hanım da onlara katıldı.
Derken doktor
hanım, eh nasıl olsa doktorunuz da var hiç korkmayın Nuri hocam deyince hoca
tekrar kalmaya karar verdi.
Sami hocanın şekerlemesi neredeyse akide şekerine
dönmüştü, hoca tam iki buçuk saat uyudu, üstelik aşağıya indiğinde beni neden
uyandırmadınız diyerek bizden davacı oldu.
Akşam yemeği sırasında tesadüfen bağlama ve ritim saz
çalan arkadaşım Mehmet Rıza ve eşi gelince sazlı sözlü bir akşam yemeği yendi.
Saz sesini duyan ve türküleri, şarkıları dinleyen
Zeynep bebek hiç ağlamadı.
Belli ki bu durum çok hoşuna gitmişti. Hatta ellerini
oynatarak müziğe ritim tutması gülüşmelere yol açtı.
Ancak yatma saati gelip herkes odalarına çekilince
olanlar oldu, Zeynep bebek yine kızılca kıyameti kopardı. Bir taraftan da sanki hadi yine çalıp söyleyin
der gibi Nevin’in sazını gösteriyordu. Ben bu nu görünce Nuri hocaya döndüm;
-Nuri hocam senin torun sazende olacak her halde
-Allah korusun benim torunum doktor olacak.
Neticede hanımlar verdikleri sözü tutarak bebeğin gece
bakım işini üstlendiler, ama bebek hiçbir şekilde susmuyordu.
-Nuri hoca şaşkın bir şekilde Sami hocaya yalvardı,
hocam ne olur bir şeyler yap, aklına bir şey gelmiyor mu?
Sami hoca şöyle bir durdu düşündü sonra;
-Var aslında var da, hani olmazsa bu Mehmet Fikret
yine beni makaraya alır diye korkuyorum.
-Nasıl yani, yeni bir ninni mi?
-Yok değil de, buna benzer bir şey yaşamıştım ben, o
zaman yaptığım şeyi uygulayabilirim eğer isterseniz.
-Aman deyim hocam, anlat hele neydi o yöntem?
- Anlatayım o halde, sonra da bir deneyelim bakalım“Bir gün eski eşimle kayınpederin evinde otururken bir kadın
geldi kucağındaki bebeğiyle. Bebek öylesine ağlıyordu ki sesi neredeyse bütün
köyden duyuluyordu.
Benim hoca olduğumu duymuş olan kadın, beni cami
hocası ya da okuyup üfleyen hocalardan sanmış olmalı ki başladı yalvarmaya
," hocam şu bebeğe bir oku" diye.
Kadına tarih hocası olduğumu söylesem de israrinda diretti.
Aldım çocuğu kucağıma, başladım Ayetel Kürsi
okumaya. Yedi kez okuyacaktım, daha üçüncüde çocuk sustu ve uyudu.
Velhasilikelam çocuk uyutmada üstüme yoktur.”
Evet o gece Sami hoca bebeği başarıyla uyutmasaydı, sabahı,
sabah edecektik.
Ve bu dostlarla da veda vakti gelip çatmıştı, ilk
giden bebeğini kaptığı gibi Nuri dede oldu.
Arkasından bu defa Sami hoca ve Rüya erkenden
gittiler.
Bizim buraları çok seven doktor hanım ve Selda hanım bir gece daha kalma kararı alıp ertesi
gün gittiler.
Diğer misafirlerde Sami hocalardan az sonra hep
birlikte ayrılarak memleketlerine doğru yola çıktı.
Edebiyat Evi Ailesinin bizim evde misafirlikleri devam
ediyordu; Yeni haftanın ziyaretçileri için yine bir Cumartesi sabahı tüm
hazırlıklarımızı bitirmiştik.
Aslında sabahın ilk ışıkları ile Müjgan hanımın
telefonu ile uyandık. Değerli hocamız sabah beşte Kuşadası garajına inmiş ve
buradan nasıl geleceğini soruyordu.
Ama o saatte Güzelçamlı’ya araba olmayacağı için
Nevinle birlikte giderek onu garajdan aldık.
Müjgan hocamızın elindeki koca paketin içinde ne
olduğunu sorunca çok şaşırdık ta oralardan bize bir sürü Samsun pidesi
getirmiş, tabi ki bu pidelerde ısıtılarak kahvaltı masasında ki yerlerini
alacaktı.
Arkadaşımızın mesleği İnşaat Mimarlık olduğu için gelir gelmez bizim evin
yapısını incelemeye başladı. Çok beğendiğini söylemesinden mutlu olduk.
İkinci gelen
Selocan’dı? Selocan’ın gelir gelmez ilk sorusu , Faramarz’ın kırdığı bardağın
cam kırıkları oldu. Tamamen
temizlenmediyse ben hallederim dedi. Meğer bu konulara çok büyük hassasiyeti
varmış.
Hemen hazır olan çaydan bir bardak çay ikram etmek
istediysem de, Selocan aman hocam, bana çay, kahve demeyin ne derseniz deyin
cevabını verdi.
Meğer bizim Selocan’ın çay ve kahveye de fobisi
varmış.
Selocan diğer misafirler gelmeden önce kendi başına da
olsa çevreyi dolaşıp fotoğraf çekmek istediğini, yürüyüşe ve fotoğrafa meraklı
olduğunu söyleyince hanımlardan izin isteyerek eşlik ettim.
Eve döndüğümüzde Tokat’dan Doğanay hocanın ve Denizli’den
kızımız Rüyanın geldiğini gördük, az sonra da Sami hocamız teşrif etti. Artık
maskesizdi ve burnu akmıyordu. Ama çok fazla terlediği için hemen üzerini
değiştirdi.
-Doğanay hoca defalarca gördük hocam dememe rağmen
bıkmadan usanmadan Tokat’ı anlatıyordu, arada maniler de söylemeğe başlayınca
onu Sami hocaya teslim ettim.
Derken Kırşehir’den değerli bir üstat daha İpçi
Erdoğan ve Konya’dan Durmuş hoca (Dalim) Garajda karşılaştıkları için birlikte
geldiler. İpçi Erdoğan üstat, kapattığı ipçi dükkanından kalan bir sürü makara
ve yünü paket yapmış, Nevin’e bir sürü hediye getirmişti.
Misafirler acıktığı için diğer iki misafir gelmeden
sofraya geçtik ama az sonra Mehmet Emin Sakin hocamız da geldi.
Her şey çok güzel başlamıştı yine, ah birde Kul 55 de
gelmiş olsa derken telefonum çaldı, telefonda Kul 55 vardı, birden eyvah diye
bağırmışım, herkes telaşla yerinden fırladı.
Devam edecek
Mehmet Fikret ÜNALAN