Sevgili Mahir;
Meyvelerinden
sonra şimdi de yaprakları hoş bir turuncuya dönüşmüş kayısı ağacının altında
yazıyorum bu mektubu sana. Biliyorum bana biraz kırgınsın ilk mektubumun
üzerinden hayli zaman geçti. Artık bunları düşünmeyelim olur mu? Yeniden bir
arada olmamızın keyfini çıkaralım. Görüşmeyeli nasılsın bilmiyorum ama iyi
olmanın bir yolunu bulduğuna inanmak istiyorum. Seni gerçekten özlemişim; beni
dinlemeni, kelimelerimi senin satırlarına emanet etmeyi, tanıdığım sokaklarda
gezmeyi, içtiğimiz mis gibi çayın kokusunu ve göz göze geldiğimizde sadece
ikimizin anladığı o lisanı konuşmayı..
Mahir; engeller
yan yana dizilip bir kervana dönüştüğünde seni öyle çok aradım ki, her şeyin
dışına sürülüp de bir kalem ve kâğıdı bile bulamadığım anlarda, zihnimde
kaybolduğumda senin hayalinle bastığım yerleri aydınlattım. Kendi ismimi
unuttuğum anlar oldu, gülme çizgim sonsuza kadar kayboldu sandım. Sonra uzun
uzun düşündüm seni ve hayatı.. Yaşamak bu olmamalıydı; insan siyahı kabul ediyorsa
beyazı da yok sayamazdı. Evren zıtlıklar üzerine inşa edilirken bir faninin
buna direnmesi ne garipti. Gözlerinin rengini bilmiyorum ama içinde bir parça
da olsa umudun mavisi olduğuna eminim.
Bugün hava rüzgârlı
biraz ama ara ara esen yumuşacık bir rüzgâr. Doğanın kocaman arpı rüzgâr esince
nasıl da kulaklarımızı huzurla dolduruyor. Her yaprak birbirinin ardına ve ayrı
bir ritimle dalından ayrılıyor. Sanki birinin eli kristal bir avizeye değiyor
da o ışıltılı parçalar birbirine sevgiyle dokunuyor.. Sonra sen gelip yanıma oturuyorsun. Kuş yürekli halimle buna nasıl dayanırım hiç bilmiyorum. Her gece izlemek için bulutsuz günleri iple
çektiğim aydan daha heyecan verici bir şey bu. Cildi lahor mavisi defterimi
yanımdan alıp sayfalarını merakla çevirirken gözlerin hangi şiirde bir mola
verecek diye kalbim ağzımda bekliyorum. Sesini duymak neye benzerdi acaba?
Bahattin
Karakoç’un, Ihlamurlar Çiçek Açtığı Zaman şiirini de geçiyorsun. Hint şair
Tagore’nin, Anlat şiiri bu, duruyorsun! Derin bir nefesi ciğerlerinin çıkmaz
sokaklarına kadar çektiğini duyuyorum. Bense nefesimi tutuyorum ve kulaklarımı iyice açıyorum çünkü
bugün bu kulaklar yepyeni bir enstrümanın tınılarına şahit olacak. Okumaya
başlıyorsun…
Tagore / Anlat
dostum!
kalbinin sırrını
kendine saklama
anlat bana
usulca
ve bana yalnızca
nazlı nazlı
gülümserken
fısıldayıver
kulağıma usulca
inan ki
kulaklarım değil,
yüreğim duyacaktır
bu sesi
bak gece ıssız,
ev sessiz
ve kuşlar
yuvalarında
yalnızca uykular
kanat çırpıyor
anlat!
kararsız
gözyaşlarınla
ürkek gülümsemelerinle
anlat!
tatlı utancınla
pas tutan
acılarınla
anlat bana!
kalbinin sırrını
bana anlat
anlat
Sesin; beyaz bir
güvercinin havalandıktan sonra geriye doğru tekrar tekrar attığı ters taklalar
kadar büyülüydü. O an anladım ki kuşlar olmasaydı bulutlar hareket edemezdi ve
sevgi olmasaydı kanatlar yerçekimine kafa tutamazdı..
Mutlulukla hüzün
kardeştir derler. Kulaklarımdaki sarhoşluk geçince olan olmuştu işte. Evet Mahir
yapmıştın yapacağını, teselli arayan gülme çizgimi, iki vakitsiz damla ile
yıkamıştın. Ne gerek vardı ki şimdi buna, tamam bu şiiri çok seviyorum ama
bugün değil. Bugün göz pınarlarımı değil yüreğimin nilüfer çiçekleriyle süslü
gölünü dolduracaktın. Burnuma gelen acı kahve kokusuyla yerimden kalkıyorum. Senin
için hazırladığım közün üzerindeki bakır cezveyi alıp, meraklı bakışlarını
görmezden gelerek fincanlarla yerime oturuyorum. Kahvenden bir yudum alınca elini
elimin üzerine iki defa usulca vurduğunda, kalbim yine yumuşacık oluveriyor. Yok
Mahir biz konuşunca değil susunca anlıyoruz birbirimizi..
Mahir, işte en çok
bunu seviyorum; senin yanında kendim gibi olabiliyorum, çekincelerim olmadan,
anlaşılabileceğimi bilerek öyle rahatım ki.. Bir gün kim bilir, bir mucize olur
ve belki sen de anlatırsın kendini,
sustuklarını, kendine saklamaktan yorulduklarını..
Bir papatya
bahçesinden ayrılır gibi ferahi hissediyorum kendimi. İyi ki oradasın…
Görüşmek
dileğiyle..
Gülce..