Ne kadar yürüdüğümüzü bilemiyorum.
Etrafı ağaç ve çitlerle çevrili orman içinde bu vahşilerin yaşadıklarını tahmin ettiğim bir köye geldik.
Köy meydanına koskocaman bir ateş yakılmış yarı çıplak vaziyette erkekler ateşin etrafında şarkılar söyleyerek acayip bir şekilde zıplayıp duruyorlardı. Bu onların esir aldıklarında yaptıkları ateş dansıymış.Bizi görünce durdular.
Sanki uzaydan inmiş acayip yaratıklar gibi bizleri incelemeye başladılar.
Sonra birden bire yine acayip sesler çıkararak ateşin etrafındaki o danslarına devam ettiler.
Bir ara içlerinden bir kişinin emri ile hepimizi etrafı uzun çitlerle çevrili üstü açık bir yere tıkadılar. Ellerimizi çözüp kapıya da bir kaç mızraklı nöbetçi diktiler.
İlk şaşkınlığımız geçince ateşin yansıttığı ışığın altında etrafı keşfetmeye çalıştık.
Anladığımız kadarıyla burası bu vahşilerin köyüydü. Tamamen ormanlık alanın içinde sanki dünyadan tecrit edilmişti.
Etrafta birer katlı çamur, çeşitli otlar, sert ağaç dalları ve hayvan gübresinden yapılmış evler görünüyordu.
Bazı kadınlar hayvan gübrelerini elleriyle alıp yeni yaptıkları birkaç evin yüzüne sürüyorlardı. Kadınların kulaklarında kocaman kocaman çay tabağına benzer küpeler sarkıyordu.
Biraz sonra bu acayip atlama zıplamalara kadınlar ve çocuklar da katıldılar.
Saatlarca atlayıp zıpladılar.Bu vahşiler hiç mi yorulmuyorlardı?
Acaba bize ne yapacaklardı?
Kimdi bunlar neyin nesiydi? Yoksa şu insan yiyen vahşi yamyamlar bunlar mıydı? Bizi diri diri de yeseler haşlayıp da yeseler yapacak hiç bir şeyimiz yoktu?
Artık sonumuz gelmişti.
Günahlarımıza tevbe etmekten ve ölümü beklemekten caşka yapacak işimiz kalmamıştı.
Fatma hanım ve Meryem hanım sessiz sessiz ağlamaya başlamışlardı.
Onlara göre daha sağduyulu olan Mücella hanım,
-Bacım ağlamakla sızlamakta kaderi değiştiremeyiz. Yapılacak iş dua ederek Allah’a sığınmaktır. Zalim olarak öleceğimize mazlum olarak Rabbımızın katına çıkalım.
Fatma Hanım ve Meryem hanım hem ağlıyorlar hem de “haklısın bacım” diyorlardı.
Fikret üstad ise bütün kabahati bana yüklüyor,
-Ah Nuri hoca ah. Hep bunlar senin yüzünden başımıza geldi. Eğer buradan bir kurtulayım seni hicivle yerin dinine batırmazsam bana da Fikret demesinler.
Sami hocanın sesi duyuldu tabii duyuldu demek uygunsa. Sanki kuyu dibinden geliyordu.
-Yav Fikret kolundan zorla mu tutup getirdi Allah’ını seversen. Sen değil miydin illa safariye gideceğim diye tutturan Nuri hocanın ne suçu var?
İpçi de Onu destekledi .Şampiyon,
-Yav bir susun arkadaşlar saatlerden beri kafa yoruyorum nasıl bir kurtuluş yolu bulabiliriz? diye.
Harun hoca sitemle.
-Daha kurtuluş mu kaldı Şampiyon?
Ali Gorgan:
-Allah büyüktür. Eğer ecelimiz gelmemişse kimse bizi öldüremez.
-Amenna dediler hep bir ağızdan.
Artık gece yarısı çoktan geçmişti.
Hem bizler hem de vahşiler yavaş yavaş uykunun kollarına teslim olmaya başlamıştık.
Başımıza yeni nöbetçiler bırakan vahşiler de yavaş yavaş kulübelerine çekildiler.
Sabah olmuştu. Köyde bir canlılık başladı yine. İlk önce kocaman bir sepet içerisinde bize ananasa benzer bir yiyecek verdiler. Kabuğunu soyup ısırdığımızda ilk önce yüzlerimiz buruştu. Bir acayip tadı vardı. Acımtırak kekremsi bir şey. Önce kimse yemek istemedi. Ama Sami hocanın
-Arkadaşlar, tadı kötü de olsa yemek zorundayız. Beş yıldızlı otelde lüks bir lokantada değiliz bunu unutmayın Bu vahşiler de bundan daha lüks bir yiyecek verecek değiller bize deyince” istemeye istemeye yemek zorunda kaldık.
Bir kaç saat sonra köyün bütün ahalisi meydana toplanmışlardı. Bize ne yapacaklardı acaba?
Bizi tekrar o mahpus tutulduğumuz kulübeden çıkarıp teker teker meydandaki kazığa benzer ağaçlara bağladılar.
Harun hoca.
-Hakkınızı helal edin arkadaşkar vakit geldi galiba?
Fikret üstad da sesi titreyerek
-Helal olsun Harun Hocam. Artık kurtuluş yok dedi.
Bu sırada etrafımızı köy ahalisi çevirmiş bizi seyrediyorlardı.
Birden herkes geri geri çekilmeye başladı. Meydan tamamen boşaltılmış ortada sadece bizler kalmıştık.
Başında acayip tüyler ve iki boynuz olan bir vahşi orta yere geldi. Elinde tuttuğu bir sürahiden eline ve yüzüne kana benzer bir sıvı sürmeye başkadı. Acayip ve korkunç sesler çıkararak zıplayıp duruyordu.
Vahşiler ellerindeki trambete benzer müzik aletleriyle ona eşlik ediyorlardı. Yine coşmuşlardı. Yarım saat kadar bu durum sürdü. Sonra birden bire sesler kesildi.
Şimdi de diğerlerine göre daha görkemli olan bir kulübeden boynunda kemiklerden yapılmış bir kolye ve kulağında tabağa benzer küpesiyle yaşlı bir kadın çıktı. Sağında solunda iki mızraklı vahşi birer adım geriden onu takip ediyorlardı.
Sami hoca
-Galiba reisleri bu kadın dedi.
Evet bu kadın reisti O’na yapılan saygıya bakılırsa.
Kraliçe reis ilerleyerek yanımıza kadar geldi. Kadını daha yakından görünce “Acaba bundan daha çirkin kadın olabilir mi? dedim kendi kendime. Gece karanlığında insanın karşısına çıksa görenin yüreği yarılırdı. Kadının kocası köyün reisiymiş. Bir av esnasında aslana av olunca bu dul kalmış. Ama geleneklerine göre esir ettikleri erkeklerden kimi beğenirse o hem bu kadının kocası hem de kabilenin kralı oluyormuş. Reis hepimizi teker teker inceden inceye gözden geçirdi. Sonunda Fikret üstadı eliyle işaret ederek “ işte bu “ dedi.
Demesine dedi ama üstadın sesi arşa yükseliyordu sanki.
-Ben ölürüm de bu cadıyı almam. Benim Gül gibi yarim Nevin hanımım dururken bu öcüye mi kaldım ?
-Tamam kalmadın ama Fikret bu kadına razı olmazsan hepimizi öldürürler dedi ipçi Erdoğan.
Hepimiz “Etme üstad tutma üstat ne olursun gel kabul et yoksa bunlar bizi sağ çıkarmazlar” diye yalvarmaya başladık ama nafile. Üstat asla geri adım atmıyordu.
Kadın da O’ndan daha inatçıymış. Başkasını istemiyor illa üstat diyor.
Kesinlikle kabul etmedi üstat.
Kraliçe yanındaki büyücüyle bir şeyler konuştuktan sonra yeniden danslar, zıplamazlar, şarkılar başadı .
Bir kaç kişi ilerden kocaman bir kazanı sırtlayıp getirdiler. “Ne yapacaklardı acaba ?”demeye fırsat bırakmadan yanan bir ağaç kütüğünün üzerine koyup içini su ile doldurdular. Daha “ ne oluyor?” demeye fırsat bulamadık ki üstadı kollarından tuttukları gibi koca kazanın içine bıraktılar. Boğazına kadar sular geliyordu.
Vahşilerin teklifine ya “evet” der ya da haşlanır giderdi. Su önce ılık olduğu için üstat dayanıyordu ama nereye kadar dayanacaktı?
O hala “Nevinnnnnn. Nevinnnnnn. Ben ölürüm de bu cadıya varmam. Sen benim biricik ve tek aşkımsın” diyordu.
Su ısınmaya başlayınca acaba ne yapacaktı üstat?Herhalde etini haşlama yapar yerlerdi bu vahşiler ama eti de yenecek gibi değildi ki bayağı kartlaşmıştı.
Sular yavaş yavaş ısındıkça Üstad.
Bağırmaya başladı.
-Beni kurtarın beni kurtarın.
Fakat nasıl kurtaralım ki hepimiz bağlıydık. Kadın da bir türlü insafa gelmiyordu.
Birden acayip bir şey oldu.
Şampiyon nasıl kurtulduysa kurtuldu. Bir hamlede yerinden fırladığı gibi bir tekmede su kazanını devirdi. Önüne gelen bir kaç kişiyi sille tokat yere serdi. Serdi ama o kadar vahşiyle tek başına başedemezdi ki. Biraz sonra başına üşüşen vahşiler bir kaç dakika içinde etkisiz hale getirdiler O’nu.
Şimdilik üstat haşlanmaktan kurtulmuştu.
Ama nereye kadar sürecekti bu?
Şampiyon uğraşa uğraşa iplerini çözüp saldırmıştı vahşilere ama şimdi yine elleri bağlanmıştı. Hem de sımsıkı.
Hepimizde korku son haddeye varmıştı . Fikret üstad tir tir titriyordu.
Kraliçe yine geldi Fikret üstadın başına dikildi. Yani “Bu iş burada kalmayacak. Biraz sonra seni yeniden haşlayacağım”dercesine dik dik bakıyordu.
Bir saat sonra tekrar geldi.
Yeniden kazan konuldu. İçi su ile dolduruldu. Bu sefer Şampiyonu götürüyorlardı. Onu haşlayacaklardı. Şampiyon inat ediyor gitmek istemiyordu. Herhalde ondan sonra da Fikret üstada sıra gelecekti. Birden Şampiyon bir silkelendi İki kişiyi birden yere yıkarak kaçmaya başkadı ne kadar vahşi varsa peşine düştüler. Köy meydanında O kaçıyor diğerleri kovalıyordu. Oklar mızraklar peşinden atılıyor ama o yılan gibi sağa sola devrildiği bazan balıklama yere atladığı için isabet almıyordu.
Bazan havada yakaladığı mızrağı geri doğru savuruyor her savuruşunda bir yerliyi yere seriyordu.
Fakat bu nereye kadar devam edecekti?
Bu koşu bir yarım saat kadar sürmüş. Sonunda Şampiyon gözden kaybolmuştu.
Vahşiler büyük bir hırsla geri döndüler.
Artık hiç birimiz için kurtuluş ümidi yoktu. Şimdi hepimizi haşlayıp yiyecekler veya mızraklarla delik deşik edeceklerdi.
Kraliçenin emri ile on tane kocaman kazan getirildi. Her biri ayrı bir ateş öbeğinin üzerine konuldu. İçleri su ile dolduruldu.
Sular yavaş yavaş ısınıyordu.
Artık hepimiz bu vahşilere haşlama olacaktık.
Bir Fikret üstatla kurtulamıyorduk. Kraliçe olacak korkunç cadı öyle bir kızmıştı ki hepimizi diri diri haşlayacaktı.
İşte mızraklı adamları bizi kaynar kazanlara atmaya geliyorlardı.
Hepimiz birbirimize hakkımızı helal ettik.
Haşlanarak ölsek de bir Türk’e yakışır şekilde ölmeye karar verdik.
Birden uzaktan bir ses gelmeye başladı. Ses gittikçe yaklaştı. Tam köy meydanının üzerinde bir helikopter vahşileri taramaya başladı. Kurşunu yiyen düşüyordu.
Önce karşı koymak istediler ama yaralı ve ölülerini görünce hepsi köy meydanını terkederek ormana doğru kaçmaya başladılar. Helikopter yere indi. Ellerinde otomatik silahlarla Kenyalı komandolar hala etrafı tarıyordu.
Birden helikopterden bizim Çerkezoğlu kaptan da inmez mi?
Hemen bize doğru koştu. Elindeki bıçakla hepimizin iplerini teker teker kesti.
Sarmaş dolaş olmuştuk sevinçten göklere uçuyorduk.
Bizler kaybolunca kaptan Kenya yetkili makamlarına bildirmiş onlar da helikopterlerle bizi aramaya çıkmışlar. Yerimizi tesbit edip iniş yaparak bizi kurtarmışlardı.
Yalnız Şampiyon nerdeydi?
Şimdi merak konusu buydu.
Etrafı aramaya başladık. Helikopter de yukardan arıyordu. Nihayet Onu da bir ağaca dayanmış olarak bulduk o kadar kan kaybetmişti ki yorgunluktan sırtını bir ağaca yaslayıp öylece kalmıştı.
Kaptan bizim için yeni araçlar da getirmiş. Eski araçları da tamir edip benzinle depolarını doldurmuşlardı.
Yarı haşlanan Fikret üstadı ve yaralı şampiyonu helikoptere aldılar. Bizler de araçlara binerek gemimize döndük.
Gemidekileri bizleri görünce sevinçten bayram ettiler. Asıl bayramı bizler etmiştik. Her birimiz ölümden dönmüştük.
Sami hoca ve Fikret üstat ile Fatma ve Mücella hanımlar başta olmak üzere bütün yolcular isyan bayrağını çekmişlerdi.
-Kaptan artık biz gezi falan istemiyoruz.
Çabuk bizi geri götür. Yoksa bu gidişle kurda kuşa yem olacağız.
Çerkezoğlu kaptan Nuri üstadın yanına gitti. O’nunla bir şeyler konuştuktan sonra
“Tamam arkadaşlar sabah geri dönüş yolculuğumuz başlıyor” dedi.
Bütün yolcular derin bir “ohhhhhhh “çektiler.
Ama anasının gözü olan Sami Hoca’nın gözünden kaptan ile Nuri üstad’ın konuşması sonunda Çerkezoğlu Kaptanın “ Tamam üstat “ diyerek O’nu tasdik etmesi kaçmamıştı.
Yoksa yine bunlar anlaşıp da yeni bir maceraya mı atılacaklardı???
Not:
O cadının ne olduğunu merak edenler için Kaptanımız Çerkezoğlu bana şu notu gönderdi sonradan.
Hocam, kaptan çerkezoğlu helikopterden indi deyince göğsüm kabardı:)dağılın ulennnn diye bağıdım
siz benim kim olduğumu biliyormusunuz bana adıyla şanıyla çerkezoğlu derler tabi bunları ingilizce söylüyorum.Ben böyle bağırınca tabi herkes toz oldu bir kişi hariç kabile reisi cadı. birden ellerime sarıldı kulun kölen olayım çerkezoğlu beni Fikretimden ayırma :)ben ona aşık oldum demez mi.buyur burdan yak
şimdi ne olacak çaresiz o cadıyı da yanımıza aldık meğer cadı gibi gördüğümüz o kadın gece on ikiye kadar böyle çirkinmiş on iki den sonra bir güzel oldu ki sormayın bu sefer bütün bekar gençler onu isteriz diye tutdurdu yahu olmaz o bizim kültürümüze uymaz dilimizi bilmez dedim ama nafile.neyse Artık olan olmuştu biz kendi aramızda konuşup seçimi ona bırakalım diye anlaştık o da beni seçmez mi eyvah dedim yağmurdan kaçarken doluya tutulduk :)çaresiz kabül ettim ama bir planım vardı onu bizim köyde yalnız yaşayan bir adam vardı onunla baş göz edecektim başlık parası neyse verecektim :)nihayetinde düşündüğüm gibi oldu önce biraz naz etse de hanım kız sonra bizim köyü görünce çok beğenmiş sırf köyün hatrına kabül etti ve 40 gün 40 gece düğün yaptık onlar erdi muradına biz çıkalım kerevetine :) saygılar selamlar
Nuri Baş……….. Devam edecek