
İlahi Yasalar
Günümüzde
Müslümanlar, ezbercilikten çok memnun görünüyorlar. Her Müslümanın evinde
kadife kılıflar içinde Kuran bulunur ve en yükseğe asılır. Özellikle dini
günlerde hatimler indirilir ve ardından hemen hatim duası yapılır. Hâsıl olan
sevaplar, hatime katılanların bütün ölmüşlerine, şehitlerimize bağışlanır.
Hatm-i şerif hürmetine ölmüşlerimizin günahlarından kurtulacağına inanılır. Ancak
ne yazık ki, kadife kılıflar içine sardığımız Kuran’ı anlamak için herhangi
bir çaba göstermezler. Arapça okuduğunu söyleyenlere sorulduğunda hiçbir şey
anlamadığını açıkça söylüyorlar ki, bunu çok zaman kulaklarımla işittim. O halde,
inandığımız dinin vaazlarını daha iyi anlamak için neden Türkçe mealleri
okunmuyor? Kuran’ı anlamadan okumanın insanlara ne faydası olabilir ki? İnsanlar
bunu halen anlayabilmiş değil! Hal böyle olunca; Kuran’dan uzak ama Kuran’a
yakın olduğunu söyleyenler sağda-solda dolaşan ve camilerde fetva veren
imamların din adına söylediklerinin din olduğuna inanıyor ve hiçbir şekilde
soru soramıyor! İşte dinde yozlaşmalar bu zihniyetle başlıyor
İslam dininde
halen açıklanamayan ve tartışma konusuna dönüşen çok önemli başlıklar var.
Olaya mezhepler yönünden bakarsak sorun kalmaz. Zira insanlar, hangi mezhebe
inanıyorsa kendi mezhebinin içtihatları ve dini açıklamaları makbuldür,
diğerleri batıldır! Mezhepler arasında çeşitli konularda çatışmalar sürüp
gidiyor. Tartışmalı konulardan bazılarını sıralayıp, içlerinden sadece kader
konusuna okuduğum ve anladığım kadarıyla
değineceğim.
-Abdestli
olan kişinin herhangi bir yeri kanarsa abdest bozulur mu?
-Sakız
çiğnemek, denize girmek orucu bozar mı?
-Kedi
ve köpek gördüğümüzde ya da dokunduğumuzda abdestimizi tazelemeli miyiz?
-Bir
erkeğin eli bir kadın eline değdiğinde abdesti bozulur mu?
-Gusül
abdestiyle namaz kılınabilir mi?
-Hz.
Muhammed’in tasvirlerinden resmini çizmek günah mı?
-Kader
değişmeyen Allah’ın takdiri mi, yoksa kaderden ne anlamalıyız?
-Faizle
kredi çekip haç görevi yerine getirilebilir mi, kurban kesilebilir mi?
-Her
Müslüman için Hz. Muhammed şefaat edecektir. Böylece cehennem ehli Müslümanlar
cennete girecek.
-İmam,
defnedilen ölü ile talkın vererek konuşuyor mu?
-Namaz
üç vakit mi, yoksa beş vakit mi?
Tüm
bu tartışmalar, mezhepler ortaya çıktığı günden beri amansız bir şekilde devam
ediyor ve her mezhep imamının ciltler dolusu yoruma dayalı açıklamaları var.
Ben mezheplerin tüm izahatlarının kendi yorumları olduğunu biliyorum o sebeple
mezheplere mesafeli kalmayı tercih ediyorum. Zira Müslüman olmak ve İslam’ı
anlamak için herhangi bir cemaate, tarikata ram olmaya gerek yok. Müslüman olmanın
şartlarını geniş anlamda Kuran ne güzel belirlemiş. Allah’ın temel emir ve
yasaklarının toplamı yüz on üçtür: elli yedi emir ve elli altı yasak vardır;
her biri muhkem ayetlerdir. Yani okunduğunda tartışılmaya gerek olmadan
anlaşılan ayetlerdir. İşte bu sebeple herhangi bir mezhebe, tarikata ve
cemaate ihtiyaç duymuyor-rum. Hatırlayalım: “Ey müminler! Hepiniz birlikte
Allah'ın ipine sımsıkı sarılın ve ayrılığa düşmeyin. Allah'ın size olan şu
nimetini hatırlayın. Hani siz birbirinize düşmandınız; derken Allah
kalplerinizi kaynaştırdı da O’nun bu nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Ali
İmran-103.
Ayetten anlaşıldığı üzere kurtuluş sadece Allah’ın emir ve yasaklarına uymakla mümkündür. Bu ayette ve devam ayetlerde de kurtuluşun mezhep, tarikat ya da cemaat gibi yoruma dayalı dini kaynaklarda olamayacağı çok açıktır. “Ayrılığa düşmeyin” uyarısı da bana göre mezheplerin Müslümanları birbirinden ayırdığı, bu ayrılığın savaşlara ve kardeşin kardeşi katletmesine sebep olmaktadır. Kuran, birleştiricidir. Tek rehber de Kuran ve Hz. Muhammed’in o temiz ahlakı ve Kuran bütünlüğü içindeki hayatıdır. Bu sebepledir ki; kendisine “yaşayan Kuran” denilmiştir. Gerisi benim için safsata.
Kaderi
nasıl anlıyoruz?
Birkaç
örnek verelim:
Evlilik
bir kader midir?
Yüce
Allah insanlara aklı neden verdi? İnsanoğlu aklı sayesinde yaratılmışların en
şereflisidir. Akıl, insanı düşündürür ve araştırmaya yöneltir. Doğru ile
yanlışı, hak ile batılı görmemize ve tedbir almamıza vasıtadır. Şu ayete
dikkat edelim: "Allah aklını kullanmayanların üzerine pislik
yağdırır. Yunus Suresi-100 Bu ayetten şu sonucu çıkarmak çok mu zor? Aklını
kullanmadan, etraflıca düşünüp tedbir almada bir iş yapılırsa iş sonunda türlü
felaketlerin yaşanması bana göre insan üzerine pislik yağmasından başka bir şey
değildir.
Bu
ayet muhkem ayettir. Okuduğumuzda bize ne söylediğini hemen anlarız.
Evlilik
konusunda da bir genci hiç düşünmeden evlenmesine razı etmeye çalışmak aklı
yeterince kullanmamak anlamına gelir. Körü körüne yapılan evliliklerin
sonuçlarını hem geçmişte hem de günümüzde görüyoruz. Yüce Allah, “falan kişinin
filan kişiyle evlenmesini elestte ben takdir ettim ve bu böyle olacaktır”
şeklinde bir ayet-i kerime yoktur. Kişiler birbirini beğenmiş ve birbirinden
emin olmuşlarsa evlenmeye karar verirler. Bu tercihi Yüce Allah kullarına
bırakmıştır. Alınan kararların ve yaptıklarının sonuçlarını da kişiler
kendileri yaşarlar.
Haksız
yere insan öldürmek:
Maide
Suresi, 32. ayet:
“Bu
nedenle, İsrailoğulları'na şunu yazdık: Kim bir nefsi, bir başka nefse ya da
yeryüzündeki bir fesada karşılık olmaksızın (haksız ye-re) öldürürse, sanki
bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de onu (öldürülmesine engel olarak)
diriltirse, bütün insanları diriltmiş gibi olur. Andolsun, elçilerimiz onlara
apaçık belgelerle gelmişlerdir. Sonra bunun ardından onlardan birçoğu
yeryüzünde ölçüyü taşıranlardır.”
Bu konuyla ilgili çok açıklamalar işittim ve okudum. Bir kişi, bir kişiyi öldürdüğünde insanlar “kaderi böyleymiş, elden ne gelir?”, “Allah ın takdiri böyleymiş”, “alın yazısı böyleymiş” gibi açıklamalar ve yorumlar yapılır. Şayet bir kişi Allah’ın emriyle bir kişiyi öldürmüşse kişi işlediği cinayetten sorumlu tutulamaz. Zira Yüce Allah böyle istemiştir, gibi bir sonuç çıkıyor. Bu durum, hem akla hem de Kuran ayetlerine ters düşüyor
Bu ayet de muhkem ayettir. Okunduğunda, haksız yere insan öldürmenin çok büyük günah olduğu derhal anlaşılıyor. Yani Allah, “şu kişi şu kişiyi öldürecek, ben böyle istedim” gibi bir ifade yok. Yüce Allah insanları akıllarıyla, düşünceleriyle ve vicdanları ile baş başabırakmıştır ve kişiler yaptıklarıyla sorumlu tutulmuşlardır.
Okuduğum
kitaplarda “adam öldürmeyi” Allah’ın takdirine bağlayan iktidara gelen Muaviye
oğlu Yezid’dir. Kerbelâ’da Hüseyin’i şehit ettikten sonra Müslümanların yoğun
tepkisiyle karşılaşmış. Bu tepkiyi bertaraf etmek için sarayındaki hadisçi
takımına konuyla ilgili bir hadis yazmalarını istemiş. Hadis yazılmış ve Yezid,
Kerbela olayını şöyle izah etmeye çalışmış: “Onların kaderi böyleymiş. Onları
ben öldürmeseydim aynı akıbeti zaten yaşayacaklardı…” Sanırım bir takım din
adamları bu uydurulan hadisi meşru görüyorlar. Bu uydurulan hadis, ülkemizde
meydana gelen depremlerde, yangınlarda ve sel baskınlarında sıklıkla kullanılmıştı.
Depremin Allah’ın takdiri olduğunu ileri sürüp işin içinden çıkmıştı bugünkü
muktedir efendiler! Oysa insana düşen görev, depremler ve daha başka doğal
olaylara karşı akıllarını kullanarak önlem almak ve
insanların ölümünü engellemektir. Hiçbir önlem almayıp, faturayı Yüce Allah’a
kesmek ne kadar insani, ne kadar İslami bir durumdur, bunu da insanların
takdirine bırakıyorum.
Şu
ayete dikkat edelim: “Allah yine de yaptığınız kötülüklerin çoğunu
affeder. Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle
kazandıklarınız (yaptıklarınız) yüzündendir. Allah çoğunu da affeder. Bu ayet
Bakara 2:155, Nisâ 4:62, 79, Kasas 28:47, Rûm 30:41 ve Şûrâ 42:48. ayetlerle
okunmalıdır.
Şahsen
ben bu muhkem ayetlerde mutlak bir kader göremiyorum. Burada akıllarını kötü
işlerde kullanan ve hiçbir tedbir almayan insanlara dikkat çekiyor. İyilik
yapanlar da yaptıkları iyiliğin karşılığını göreceği anlaşılıyor. Yüce Allah,
“ben şu kullarımın kötülük yapmasını istedim ve onlar da benim isteğimle bu
kötü işleri yaptılar” demiyor. Ya da “ben şu kullarımın hep hayır yapmasını
istedim onlar da benim isteğimle hep iyilik yaptılar” demiyor. Tekrar etmek
gerekirse, Yüce Allah, insanları iradeleriyle, akıl, fikir, eylem ve
düşünceleriyle baş başa bırakmıştır. “Her insan ne ekerse onu biçer” konu bu
kadar basit.
Kaderin
değişmeyeceği yönünde de yorumlar vardır. Elbette buna katılırım ancak başka
yönden bakarım. Kâinatın belirli bir düzen için de döngüsünü sürdürmesi
Allah’ın “külli” iradesinin yani yüce ilmiminin sonucudur. Mevsimlerin ardı
ardına gelmesi, güneşin doğup batması, yıldızların ve ayın kendi vazifelerini
yerine getirmeleri. Doğal olayların peşi sıra meydana gelmesi değişmeyen kaderdir.
Doğum ve ölüm değişmeyen kaderdir. İnsanlar, hangi anneden ve babadan
doğacağına ve hangi coğrafyada dünyaya geleceğini takdir edemezler. Bu Yüce
Allah’ın takdiridir.
Hülasa,
konuya Kuran ışığında baktığımızda her şeyin çok açık anlaşılır olduğunu
görebiliriz. Mezheplere, tarikatlara ve ne idüğü belirsiz sözde din
adamlarının kendi sanılarına göre yaptığı açıklamalara itibar etmenin gereği
yok. Kuran bize yeter, diyerek konuyu tamamlıyorum.