İslam tarihinde "Kur’an yeterlidir" düşüncesi, İslam’ın ana kaynağı olarak sadece Kur’an’ın kabul edilmesi gerektiğini savunan bir anlayış biçimidir. Bu görüş, "Ehlü’l-Kur’an" veya "Kur'an Ehli" olarak da anılan kişilerin inancını ifade eder. İslam’ın ilk yıllarından itibaren, özellikle Nebimiz Muhammed döneminde, Kur’an İslam'ın tek kaynağıydı. Zamanla hadislerin yazılması, toplanması ve İslam hukukunun bir parçası haline gelmesiyle, bu düşünce farklı dönemlerde yeniden gündeme gelmiştir. Kur’an’ın tek rehber olduğunu savunan bu yaklaşımı daha iyi anlamak için tarihsel, teolojik ve pratik delilleri incelemek gerekmektedir.Kur’an, kendi yeterliliğini birçok ayette vurgular ve müminlere yalnızca Kur’an’a uymaları gerektiğini belirtir:
1. Kur’an’ın Eksiksiz ve Detaylı Olduğu
"Biz Kitap’ta hiçbir şeyi eksik bırakmadık." (En’âm, 6:38)
"Ve her ümmet için kendi aralarından bir şahid getireceğimiz gün seni de teslim olanlara her şeyi açıklayan, yol gösteren, merhamet ve müjde olarak sana indirdiğimiz bu kitapla bunların üzerine şahid getireceğiz." (Nahl, 16:89)
Bu ayetler, Kur’an’ın dinin tüm esaslarını içerdiğini ve ek bir kaynağa ihtiyaç olmadığını açıkça ifade etmektedir.
2. Kur’an’ın Korunduğu
"Şüphesiz, Zikri Biz indirdik ve şüphesiz onun koruyucusu Biziz." (Hicr, 15:9)
Kur’an, Allah tarafından korunduğu belirtilen bir ilahi kitaptır. Bu, onun her türlü tahriften uzak olduğunu garanti eder. Ancak ehli hadise göre Kur'an değiştirilmiş bir kitaptır ve recm ayeti gibi ayetleri bir keçi yemiştir.
3. Yalnızca Kur’an’a Uymak
"Rabbinizden size indirilene uyun ve O'ndan başka evliyalara uymayın. Ne kadar da az öğüt tutuyorsunuz. " (A’râf, 7:3)
"De ki: Benimle sizin aranızda Tanrı şahittir. Ve bu Kur'an bana onunla sizi ve ulaştığı herkesi uyarayım diye vahyolundu." (En’âm, 6:19)
Nebimiz Muhammed’e de yalnızca vahye uyması emredilmiş, insanların da aynı şekilde sadece Kur’an’ı rehber edinmeleri gerektiği belirtilmiştir.
4. Hadislere Uyarı
"Aralarında hükmetmesi için Tanrı'ya ve elçisine çağrıldıkları zaman, müminlerin sözü sadece 'işittik ve itaat ettik' demeleridir. İşte kurtuluşa erenler onlardır." (Nur, 24:51)
De ki ben size Tanrı'nın hazineleri yanımdadır demiyorum ve gaybı bilmem ve size ben meleğim demiyorum. Ben sadece bana vahyolunana uyuyorum. De ki kör ile gören eşit midir. Düşünmüyorlar mı? ( En'am Suresi 50. ayet)
Burada, Allah’ın Resûlü olarak Nebimiz Muhammed’in yalnızca Kur’an’ı tebliğ ettiğine vurgu yapılır. Nebimiz, kendisine vahyedilenden başka bir şeye uymamıştır. Ayrıca ayette Allah'ın hazinelerinin yanında olmadığı ve melek olmadığı söylenmesi istenmiş yani hata yapabildiği, yanlışlarının olabileceğinin söylenmesi istenmiş zira meleklerden bahsedilmiş ayrıca Allah'ın hazineleri onun yanında değil yani Allah'ın sözü olan Kur'an'a uymak gerekiyor. Ve Nebimiz Muhammed'ten de sadece kendisine vahyolunana yani Kur'an'a uyması isteniyor. Ayetin "kör ile gören eşit midir?" kısmı ise, insanların düşünsel ve manevi farklarını vurgular. Yani, doğruyu görmek ve anlamak için akıl ve vahye dayalı bir bakış açısına sahip olmanın önemini ifade eder. Bu da insanların düşünmelerini ve doğruyu arayarak yönlerini belirlemelerini teşvik eder.
Tarihi Süreç
Nebimiz Muhammed, vahiy yoluyla aldığı emirleri insanlara tebliğ etmiş ve ümmetini yalnızca Kur’an’a uymaya davet etmiştir. Kendi sözlerinin ilahi vahiy olmadığını belirtmiş ve şu emri vermiştir:
"De ki: Türedi bir elçi değilim ve ne bana ne de size ne yapılacağını bilmem ben bana vahyedilenden başkasına uymuyorum. Ve ben apaçık bir uyarıcıdan başka bir şey değilim." (Ahkâf, 46:9)
Nebimiz Muhammed’in vefatından sonra, Kur’an dinin tek kaynağı olarak kabul edilmiştir. Ömer bin Hattab hadislerin toplanmasına karşı çıkmış ve Kur’an dışındaki kaynakların dinin bozulmasına yol açabileceğini ifade etmiştir. Halife Ömer’in şu sözü bu tutumun özeti gibidir:
"Kur’an’ın dışında bir kitap yazarsanız, insanlar Allah’ın kitabını bırakıp ona uyar."
Ömer bin Hattab bir yandan Kuran dışı kaynağın dini bozacağını ileri sürüp bir yandan da hadislerin toplanmasına karşı çıkmıştır.
İslam hukukunun kurucularından biri olan Ebu Hanife, hadislerin çoğunun rivayet yoluyla gelmesi nedeniyle onlara temkinli yaklaşmış ve Kur’an’ın yeterli olduğunu savunmuş ve bu sebeple kendisi hadis savunucuları tarafından yoğun eleştirilere maruz kalmıştır. Hatta Buhari tarafından kâfir ilan edilmiştir. Ancak, daha sonra Ebu Hanife’nin görüşleri öğrencileri tarafından değiştirilmiştir.
Günümüzde "Kur’an yeterlidir" fikri, özellikle Kur’an’ın farklı dillere çevrilip meallerinin okunması, eğitim düzeyinin yükselmesi ve teknolojinin gelişmesiyle yaygınlaşmıştır. Kur’an’ın mealini okuyan birçok kişi, ayetlerde dinin yeterliliğine dair açık ifadeler bulmuş ve hadislerin bu kapsamda değerlendirilmesi gerektiğini savunmuştur. Ancak hadis savunucuları, bu yaklaşıma karşı çıkarak meal okunmasını yasaklamış insanların yalnızca kendi elleriyle yazmış oldukları kitaplarını okumalarını önermiş üstelik bu kitapları birkaç kuruşa satmışlardır. Üstelik Kur'an'da dini kitapların satışının yasaklanmasına rağmen bunu yapmışlardır. Bakara suresi 79. ayet, dini kitapların satılması ve ticaret konusu hakkında çok açık bir uyarı yapmaktadır. Bu ayette şöyle denir:
>"Yazıklar olsun o kimselere ki kitabı kendi elleriyle yazıyorlar, sonra onu azıcık paraya satmak için ‘bu Tanrı katındandır’ diyorlar. Yazıklar olsun ellerinin yazdığından dolayı yazıklar olsun onların kazandığından dolayı."
Bu ayet, dini bilgilerin, özellikle de Allah’ın öğretilerinin paraya dönüştürülmesinin ne kadar yanlış bir tutum olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Dini kitapların satılması, manevi değerlerin ticaret haline getirilmesi demektir ki bu, İslam inancına göre kesinlikle doğru değildir. Allah’ın sözleri, insanların kalbinde manevi bir değer taşır, bu yüzden bunları maddi kazanca dönüştürmek, dinin kutsallığına zarar verir.
Tevbe suresi 111. ayette, Allah müminlerden canlarını ve mallarını, cennet karşılığında satın aldığını bildirir:
>"Şüphesiz Tanrı müminlerden canlarını ve mallarını cennet onların olmak üzere satın almıştır. Tanrı yolunda öldürürler ve öldürülürler. Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da üstlendiği gerçek bir sözdür. Ve kim sözünde Tanrı’dan daha eksiksizdir? O halde O’nunla yaptığınız alışverişinizle müjdelenin. Ve işte o büyük başarıdır."
Bu ayet, müminlerin Allah’a olan bağlılıkları ve bu bağlılığın karşılığında Allah’ın onlara cenneti vaadettiği gerçeğini ortaya koyar. Allah’ın verdiği bu söz, kutsal kitaplarda yer almakta olup, bu ilahi sözlerin herhangi bir şekilde ticari bir kazanç aracı haline getirilmesi, manevi değerlerin kirletilmesi anlamına gelir. Kitaplar, dinin öğretilerini içeren birer araçtır ve Allah’ın verdiklerine karşı saygı ve sevgi, onları ticaret yaparak satmakla sınırlı olmamalıdır. Ancak dini ticaret haline getirenler bu gerçeği bildiklerinden insanların Kur'an'a uyması durumunda saltanatlarının sarsılacağını dini kitap yazıp insanların manevi duygularını sömüremeyeceklerini bildiklerinden hadisleri şiddetle savunmaktadırlar.
Sonuç olarak İslam’ın tek kaynağı olduğu düşüncesi Kur’an’ın kendi kendine yeterli olduğunu savunan köklü bir inançtır. Nebimiz Muhammed’in rehberliğinde başlayan bu anlayış, tarih boyunca farklı şekillerde dile getirilmiş ve modern dönemde eğitim düzeyinin artması, bilinçli bir toplumun gelişmesi, Kur'an'ın mealinin yapılması ve teknolojinin gelişmesiyle yeniden canlanmıştır. Kur'an'ın yeterliliği görüşüne karşı çıkmak ancak cahillik ve menfaatleri için hakkı gizleyen kişileri Rab edinmekten kaynaklanabilir. Allah’ın Kur’an’da belirttiği gibi:
"Ve her ümmet için kendi aralarından bir tanık getireceğimiz gün seni de teslim olanlara her şeyi açıklayan, yol gösteren, merhamet ve müjde olarak sana indirdiğimiz bu kitapla bunların üzerine tanık getireceğiz." (Nahl, 16:89)
Bu anlayış, İslam’ın temel prensiplerini anlamak ve uygulamak için Kur’an’ı rehber almanın yeterli olduğunu savunur ve bu, İslam’ın ilk mesajına dönüş çağrısı olarak görülmelidir.