Denizin Fısıltıları -1-
![]()
Kasabanın sahilinde, hafif bir melankoli dalgası gibi
titreyen bir yalnızlık havası vardı. Her gün dalgaların aynı ritimde kıyıya
çarpması gibi, zaman da aynı düzenle akıyordu. Ama hiçbir şey gerçekte aynı
kalmıyordu. Şule, elinde tuttuğu çaydan yükselen buharın içinde kaybolmuştu.
Kaçıncı defa buraya geldiğini hatırlamıyordu. Ama her gelişinde, denizin ona
bir şey fısıldadığını hissediyordu. İçindeki yalnızlığın aslında sadece
kendisine ait olmadığını, bu kente, bu kıyıya, bu sabaha ait olduğunu
anlıyordu.
Birden, karşı kıyıya gözlerini dikti. Orada ne olduğunu
bilmiyordu, ama denizin derinliklerinde saklanan bir sırrın onu çağırdığına
emindi.
"Ne saklıyorsun?" diye fısıldadı dalgalara.
Bir cevap alacağını beklemiyordu. Ama o sırada, kıyının biraz
ilerisinde duran yaşlı balıkçı, ona doğru döndü ve gözleriyle konuştu. Şule,
gözlerinde eski bir hikâyenin yankılandığını hissetti.
"Deniz her şeyi saklar," dedi balıkçı. "Ama
bazıları unutulmaz."
Bir an sessizlik oldu. Şule, çayını yudumladı. Geçici olanın
içinde, kalıcı olanı bulabilecek miydi?
Deniz dalgaları gelip geçiyordu. İnsanlar da. Ama bazı bakışlar, bazı kelimeler, bazı yalnızlıklar hep aynı yerde kalıyordu. Şule, sahilde bir taşın üzerine oturmuş, çayını yudumlarken gözlerini ufka dikmişti. Deniz, ona mavi bir dünya sunuyordu, ama bu dünyanın içinde içinde kendi geçmişini görmekten kaçınamıyordu. Rüzgâr serin esiyor, dalgalar kıyıya usulca çarpıyor; her şey, varlığının sükûnet içinde erimesi için zemin hazırlıyordu. Gözlerini kıyının biraz ötesine çevirdi. Eski balıkçı, sandalının yanında durmuş, ağlarını düğümlerken bir melodi mırıldanıyordu. Yüzü deniz gibi derin çizgilerle doluydu, elleri rüzgârın sertliğini tanıyordu. Şule onu ilk defa görmüyordu. O hep buradaydı. Bir gölge gibi sahilin ayrılmaz parçasıydı. Ama onun hikâyesini hiç dinlememişti.
Balıkçı, Şule'nin bakışlarını fark etti ve hafif bir
gülümsemeyle ona doğru yürüdü.
"Deniz ne anlatıyor sana?" diye sordu.
Şule bir an düşündü. Gerçekten deniz ona ne söylüyordu?
Yıllar önce buradan ayrıldığı günü hatırladı. Giderken arkada bıraktığı hayat,
geri dönmeye cesaret edemediği anılar… O zaman, deniz susmuştu. Ama bugün, onun
içinde yankılanıyordu.
"Geçmişin izlerini saklıyor," dedi.
Balıkçı başını salladı. Gökyüzüne kısa bir bakış attı. Sonra,
kendi hikâyesine daldı.
"Bir zamanlar benim de bir geçmişim vardı," dedi. "Deniz,
ona şahit oldu. O gün, rüzgâr sert esiyordu. Sevdiğim kadın, buradan bir gemiye
bindi gitti. Bir daha hiç dönmedi."
Şule, balıkçının yüzündeki çizgilere baktı. O çizgilerin her
biri, geçen yılların iziydi. Birden, kendi içinde bir kıpırtı hissetti.
"Ben de gittim," dedi fısıltıyla. "Ama dönmeyi
bilmiyordum."
Balıkçı ağır bir nefes aldı.
"Bazen dönmek cesaret ister," dedi. "Ama bazen
de zaten hiç gitmemiş olursun."
Şule, denize baktı. Sonsuz maviliğin içinde kaybolmak yerine, kendi geçmişini yüzeye çıkaracak cesareti bulması gerektiğini anladı. Deniz dalgaları kıyıya çarpıyor, rüzgâr geçmişi fısıldıyordu. Ama artık, Şule dinlemeye hazırdı. Günün son ışıkları ufka yaslanırken, sahil sessizce derin bir soluk alıyordu. Rüzgâr, denizin yüzeyinde ince bir dalgalanma bırakıyor, kıyıya vuran köpükler usulca dağılıyordu. Şule, elindeki çayı sıkıca kavrayarak, gözlerini sonsuz maviliğe dikti. Deniz, ona bir şey anlatıyordu, ama kelimeler yetmiyordu.
Mehmet Aluç