KURTULUŞ

YAZAN:OĞUZ BATIN

 

Güneş batmak üzereydi. Yaz akşamlarının ağır serinliği bağ yollarına çökmeye başlamıştı. İkisi kız, ikisi erkek dört arkadaş, eski bir minibüsle kırsal bir kasabadan geçiyorlardı. Şehirden kaçıp kafa dağıtmak istemişlerdi:

·         Derya: Özgürlüğüne düşkün, neşeli ama tez canlı bir kız.

·         Ebru: Sessiz, temkinli ve çoğu zaman mantığın sesi.

·         Mert: İçlerinde en cesuru, biraz da düşünmeden hareket eden.

·         Ramazan: Olaylara kuşkuyla yaklaşan, dikkatli bir genç.

Minibüs bozulmuş, yol kenarında durmuşlardı. Telefonların çekmediği bu ücra yerde geceyi geçirmek istemiyorlardı. Etrafta tek tük bağ evleri görünüyordu. O sırada bastonuna yaslanarak yavaş adımlarla yaklaşan bir ihtiyar gördüler.

“Evlatlar,” dedi ihtiyar kadın, “akşam oluyor. Bu yollar tekin değildir. Gelin benim bağ evinde kalın, sabah olunca yolunuza devam edersiniz.”

Yorgun ve çaresiz gençler, kısa bir tereddütten sonra kabul ettiler. Kadının gösterdiği patikadan bağ evine vardılar. Eski, kerpiçten yapılmış, yan tarafında koca bir samanlık bulunan tek katlı bir evdi. İçeri girdiklerinde ağır bir rutubet kokusu yüzlerine vurdu.

İhtiyar kadın onlara basit bir sofra kurdu: peynir, ekmek, zeytin. Gençler biraz yedikten sonra yorgunluktan samanlığa yatmaya razı oldular.

Ama işte o an tuhaf bir şey oldu: Kadın kapıyı sürgüledi.

Mert kapıya koştu, vurdu. “Ne yapıyorsunuz hanımefendi, açın kapıyı!” diye bağırdı. Ama ihtiyar kadın dışarıdan hiç cevap vermedi.

Samanlığın içinde loş bir ışık vardı; çatının arasından ay ışığı sızıyordu. Kapı kalındı, pencereler yoktu. Dört genç, birbirine bakakaldı.

“Bizi niye buraya kapattı?” dedi Derya panikle.
“Belki de yanlış anladık,” diye fısıldadı Ebru, ama sesindeki titreme umut kırıntısını bile taşımıyordu.

Gece uzadıkça samanlığın karanlığı daha da ağırlaştı. Çatıdan baykuş sesleri, dışarıdan köpek havlamaları geliyordu. Kapının ardında ihtiyar kadının ayak sesleri bir süre dolaştı, sonra sustu.

Bir ara Ramazan samanların arasında eski zincirler gördü. Paslı, ama hâlâ sağlam zincirler… Sanki burası önceden birilerini tutmak için hazırlanmış gibiydi.

“Burası… daha önce de kullanılmış,” dedi Ramazan, gözleri büyüyerek.
Derya’nın nefesi hızlandı. “Ya bizden önce başkalarını da buraya kapattıysa?”

Dört arkadaş o an tehlikenin boyutunu kavradı. Rastgele bir kadının evine sığınmış değillerdi. Karşılarında normal biri yoktu.

Gece yarısını geçtiğinde kapının ardında bir fısıltı duydular. Çok ince, çekingen bir ses:
“Sesinizi duydum… orada mısınız?”

Gençler birbirine baktı. Mert kapıya yaklaşıp konuştu: “Evet, buradayız. Sen kimsin?”

“Ben… Ada,” dedi ses. “Annem sizi oraya kapattı, değil mi?”

Ebru ürperdi. Demek ihtiyar kadının bir kızı vardı. Ama sesi çok tuhaftı; sanki kelimeleri zor toparlıyor, masum ama garip bir tonda konuşuyordu.

“Bize yardım eder misin Ada?” dedi Ramazan dikkatle.
“Annem kızar… ama siz korkuyorsunuz. Ben istemiyorum korkun,” diye cevapladı kız.

Ada zihinsel engelliydi; kelimelerden, ses tonundan bu belliydi. Ama içtenliğinde kuşku yoktu.

“Bizi neden kapattı annen?” diye sordu Derya.
“Annem diyor ki… yabancılar kötüdür. Onları saklamak lazım. Yoksa köydekiler gelir, bizi incitir.”

Mert’in yumruğu sıkıldı. “Bu kadın deli,” diye homurdandı. Ama öfkesini bastırması gerekiyordu.

Ada devam etti: “Ben gizlice kilidi açabilirim… ama annem görürse… çok kızar.”

Bir umut ışığı doğmuştu.

Gençler sabırla bekledi. Ada birkaç saat sonra geri döndü. Bu defa yanında paslı bir anahtar vardı. Anahtar deliğe girdi ama kapı açılmadı. Kapı yılların pasıyla kilitlenmiş gibiydi.

Ada hıçkırmaya başladı. “Olmuyor…”
Ebru kapıya yaklaşarak fısıldadı: “Sakin ol Ada. Sen cesursun. Biraz daha dene.”

Kız gözyaşlarını sildi, yeniden denedi. Bu kez sürgü ağır bir gıcırtıyla çekildi. Kapı aralandığında dışarıdan soğuk gece havası yüzlerine vurdu.

Ama sevinçleri kısa sürdü. İhtiyar kadın, elinde büyük bir bıçakla samanlığın köşesinde belirdi. “Nereye gidiyorsunuz siz?!” diye haykırdı.

Gençler donakaldı. Kadının gözleri öfke ve delilikle parlıyordu.

Mert ileri atıldı, kadının kolunu tutarak bıçağı düşürmeye çalıştı. Ramazan ve Derya da yardıma koştu. Bıçak yere düştü. Ebru hemen Ada’nın kolunu tuttu. “Koşmamız lazım!” dedi.

Karanlık bağ yollarında, dört genç ve engelli kız nefes nefese kaçmaya başladılar. Arkalarından kadının çığlıkları yankılanıyordu.

Sabaha karşı, kilometrelerce koştuktan sonra uzak köy evlerinden birine vardılar. Kapıyı dövdüler. Uykulu bir köylü kapıyı açtığında Ebru titreyen sesiyle her şeyi anlattı.

Köylülerin yüzü asıldı. “O kadın… yıllardır kimseyle konuşmaz. Zihnini kaybetti. Kızına bile zarar verdiği oldu. Ama kimse yaklaşmaya cesaret edemezdi.”

Köylüler hemen jandarmaya haber verdi. Saatler sonra samanlığa girildiğinde ihtiyar kadın kendini zincirlere bağlamış, anlaşılmaz şeyler mırıldanıyordu. Gözlerinde hâlâ aynı delilik vardı.

Gençler, Ada’nın yanındaydı. Küçük kız onlara sarıldı. “Siz benim dostumsunuz,” dedi.

Derya gözyaşlarını tutamadı. “Asıl sen bizim kurtuluşumuzsun Ada,” dedi.

Ve o gün anladılar: Bazen en zayıf görünen eller, en büyük karanlıktan ışığa açılan kapıyı aralayabilir.

 

( Kurtuluş başlıklı yazı Oğuz batın tarafından 18.08.2025 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu