KAYSERİ
Kayseri
çevresi Anadolu’nun en eski yerleşim yerlerinden biri olup şehrin 22 km. kuzeydoğusunda
Kültepe’de ele geçen arkeolojik buluntular ve çivi yazılı tabletler iskânın
milâttan önce 3500’lere kadar indiğini, burada Asur ticaret kolonilerinin
oluştuğunu göstermektedir.
Kayseri,
diğer Anadolu şehirleri gibi VII. yüzyılın sonlarından itibaren İstanbul’u
fethetmek üzere harekete geçen müslüman Arap ordularının yolu üzerinde
olduğundan onların akınlarına mâruz kaldı. XI. yüzyıl ortalarında Anadolu’ya
yönelik Türkmen akınları sırasında muhtemelen 1067 sonra Türkler’in eline
geçti. Dânişmendliler’in önemli bir merkezi oldu ve burada Ulucami (Sultan
Camii, Câmi-i Kebir) başta olmak üzere birçok eser meydana getirildi.
Kendisinden sonra iki defa hükümdar olan (1143, 1172-1175) Zünnûn zamanında
Kayseri yeniden karışıklıklar içine düştü. Dânişmendli hâkimiyetinin
zayıflaması üzerine Selçuklu Sultanı II. Kılıcarslan Kayseri ve civarını
1169’da Selçuklu topraklarına kattı. 1175 Anadolu’da birliğin sağlanması
üzerine Kayseri Selçuklular’ın önemli bir merkezi oldu, sultanların ve
hanımların ikametgâhı haline geldi. Nûreddin Mahmud Sultan Şah tarafından
1193’de Anadolu’nun bilinen ilk medresesi (Hoca Hasan) yapıldı. Moğol
istilâsından kaçan birçok âlim ve sanatkâr Kayseri’ye yerleşti.
Memlük
Sultanı Baybars ile Kayseri’ye gelen Kadı İbn Abdüzzâhir, 16 21 Nisan 1277’de
Kayseriye geldiklerinde yedi camide (Sultan, Huand, Hacı Kılıç, Lala, Kölük
[Gülük], Hoca Hasan, Nizâmeddin Müstevfî) cuma namazı kılındığını
belirtmektedir.
Bir süre
sonra, İlhanlılar’ın genel valisi olan ve Sivas merkez olmak üzere müstakil bir
devlet kuran Emîr Eretna’nın eline geçti (1343).
1474 yılında
Karamaoğulları beyliği yıkılana kadar şehir pek çok kere el değiştirdi. 1474’de
Gedik Ahmed Paşa Karamanoğulları Beyliği’ni ortadan kaldırdıktan sonra
Kayseri’de Osmanlı idaresi kuruldu.
Kayseri,
ticarî ve kültürel zenginliğiyle Anadolu’nun en önemli merkezlerinden biri
olmuştur. Surların çevrelediği yerleşim birimine “içeri-şehir” adı verildi.
Burası ulucamisi, bedesten ve çarşısı, hanları, hamamları, yüzlerce çeşme ve
kuyusu, kısacası sanayi tesisleri dışında her türlü dinî, ticarî ve kültürel
faaliyetin yürütülüp ihtiyaçların karşılanabileceği bir özelliğe sahipti.
II. Bayezid
devrinde Kayseri sancak beyi Mustafa Bey, 902’de (1497) sur içinde bugün
Halıcılar Çarşısı olarak hizmet veren bedestenle yakınında çeşitli dükkânlardan
oluşan çarşıyı inşa ettirmiş, burası o dönemde şehrin ticarî merkezi özelliği
kazanmıştı. Bedestenin yanında Kayseri’nin 1390 tarihli en eski âbidevî çeşmesi
olan Şeyh Müeyyed Çeşmesi ve hemen karşısında Şah Hatun tarafından yaptırılan
Pamuk, Pembe veya Kapan Hanı adlarıyla bilinen han yer almaktaydı.
Kayseri
tarihî âbideler bakımından da önemli bir yere sahiptir. Bu tür binaların en
eskileri
XII ve XIII. yüzyıllarda Dânişmendliler ve
Selçuklular döneminde yapılmıştır.
Mevcut
eserler içinde en eski dinî mâbed Dânişmendliler devrinden kalma Ulucami’dir
(Câmi-i Kebîr, Sultan Camii). XII. asrın ikinci yarısında Melik Muhammed Gazi
tarafından yapıldığı tahmin edilen cami 1205-1206’da esaslı bir şekilde
onarılmış, bir diğer önemli tâdilât ise 1723’de gerçekleştirilmiştir. Caminin yine kuzey kapısı üzerinde Osmanlılardan III. Ahmed’in Matbah
ve Sur Emini Kayseri’li Halil Efendi’nin hicri 1135 tarihinde camiyi tamir
ettirdiğine dair iki kitabesi bulunmaktadır.
Halil Efendi Kayseri’de ayrıca Gülük Camii Çeşmesi,
yıkılan Gömleksiz Çeşme’yi, yine yıkılmış Düvenönündeki Dutlu Çeşme, Hasbek Kitçi Mescidi Çeşmesi’ni ve Çukurlu Camii çeşmelerini yaptırmıştır. Ayrıca Kayseri’ye bir yetimhane ve Hunat Medresesi içine bir kütüphane
inşa ettirmiş ve buraya birçok kitaplar koymuştur.
Mezarı İstanbul’da Haliç kenarında olup İstanbul’da da bir hayli hayratı bulunmaktadır.
Ulu Cami’nin doğu duvarına bitişik olarak yapılmış olan tek kubbeli kütüphane, III. Selim’in Reisülküttaplarından (devrin
dış işleri bakanı)
Kayserili Raşid Efendi’ye aittir ve Raşid Efendi’nin koyduğu birçok kıymetli yazma kitaba
sahiptir.
Melik Gazi tarafından bir medrese ve günümüze ulaşan bir türbe
yaptırılmıştı. Türbenin Melik Emir Gâzi’ye ait olduğuna dair bir kitabe
bulunmamakla birlikte Dulkadıroğullarından Alâüddevle Bozkurt Bey’in 1500/1501 tarihli vakfiyesinde, Melik Gâzi Türbesi
yanında Melik Gâzi ve ceddinin ruhu için mescit ve tekke yaptırdığını yazdığına
bakılırsa, o devirde
türbenin Melik Gâzi’ye
ait olduğu biliniyordu. Türbe
XII yüzyıla tarihlenmektedir.
Melik Gâzi Türbesi’nin kuzey-doğusundaki
iki türbeden yakında olanı, halk tarafından “Emir Halil” türbesi olarak bilinmektedir. Türbe,
yukarıda sözü geçen Alâüddevle Vakfiyesinde
bahsedilen bu beyin dedesi Dulkadıroğlu Bey’i Emir Halil ile ilgili olmalıdır fakat türbede bunu gösterecek bir kitabe bulunmamaktadır. Sonraki
tarihlerde değişikliğe uğramış olan yapı 1964’te vakıflarca yeniden yapar gibi onarılmıştır.
Diğer eski cami aynı
zamanda bir mahalleye adını veren Kölük (Gülük) Camii’dir. VI. yüzyılda
yapıldığı sanılan ve 1210’da Yağıbasan oğlu Mahmud kızı Adsız Elti Hatun
tarafından tamir ettirilen mâbed ismini, burayı 1334-35’de yeniden ihya eden
Kölük (Gülük) Şemseddin b. Alameddin’in adını taşır.
Bir diğer tarihi vakıf
eseri mesciddir. Yapısı itibariyle 19. yüzyılın sonlarında, Kayseri Hunat Camii orta kubbesi, Zeynel Abidin
Türbesi ile birlikte yapıldığı anlaşılan mescidin duvarlarına bindirilmiş tek kubbesi
bulunmaktadır. Dulkadıroğlu Alâüddevle Bozkurt Bey’in vakfiyesinde geçen kendi yaptırdığı mescit ve zaviyenin bugün izleri dahi belli değildir. Belki bu yapılar (vakfiyede Melik Gâzi Türbesi
yanına yaptırıldığı belirtildiğine göre) şimdiki
mescidin yerinde idi ve harap hale geldiğinden yıkılarak yerine
Osmanlı Sultanı II. Abdülhamid tarafından yeni mescit yapılmıştır.
Yapısı itibariyle 19. yüzyılın sonlarında, Kayseri Hunat Camii orta kubbesi, Zeynel Abidin
Türbesi ile birlikte yapıldığı anlaşılan mescidin duvarlarına bindirilmiş tek kubbesi
bulunmak- tadır. Dulkadıroğlu Alâüddevle Bozkurt Bey’in
vakfiyesinde geçen kendi
yaptırdığı mescit ve zaviyenin
bugün izleri dahi belli değildir. Belki bu yapılar (vakfiyede Melik Gâzi Türbesi
yanına yaptırıldığı belirtildiğine göre) şimdiki
mescidin yerinde idi ve harap hale geldiğinden yıkılarak yerine
Osmanlı Sultanı II. Abdülhamid tarafından yeni mescit yapılmıştır.
Bunların
dışında I. Gıyâseddin Keyhusrev’in, kız kardeşi Gevher Nesibe’nin vasiyeti
üzerine 1205-1206’da inşa ettirdiği, biri tıp medresesi olan Çifte medreseler
(Gıyâsiye ve Şifâiye),
1.Alâeddin
Keykubad’ın zevcesi Mahperi Sultan tarafından yaptırılan Huand Hatun Cami,
medrese, hamam ve türbeden oluşan külliye, (1238) Hacı Kılıç Camii ve Medresesi
(1249), Fahreddin Sâhib Ata tarafından inşa ettirilen Sâhibiye Medresesi (1267)
Selçuklu dönemine aittir.
İlhanlı
yönetimiyle ilişkili bir zat olan Hatunoğlu Eşref’in bânisi bulunduğu 1271
tarihli Hatunoğlu Camii ve yine XIII. yüzyıl eseri olan Han Camii ile Lâle
Camii kesin biçimde tarihlendirilemeyen, fakat eski gelenekle münasebetler
gösteren binalardır.
Tamirler ve
tâdilâtlarla değişikliklere uğramış Şeyh İbrâhim Tennûrî ile ilişkili Şeyh veya
Şıh Camii (1473) küçük bir yapı olup güneyinde yer alan bir türbeye de
sahiptir.
Osmanlı
devri camileri için en ilgi çekici örnek 1586 tarihli Kurşunlu Cami’dir. Mimar
Sinan’a atfedilen cami Hacı Ahmed Paşa tarafından yaptırılmış olup dört köşe
pâyesi üzerinde yükselen bir kubbeye sahiptir. Evliya Çelebi bu cami dışında
Osman Paşa ve Lala Paşa camilerinden bahsetmekteyse de bunlardan günümüze
hiçbir şey kalmamıştır.
Kayseri’deki
mimari eserler arasında medreseler önemli bir yer tutar. En erken örneğin
Ulucami yanındaki, Melik Mehmed Dânişmend Gazi’nin inşa ettirdiği yeğeni
Selçuklu Emîri Muzafferüddin Mahmud tarafından 1205-1206’da onarılan Melik Gazi
Medresesi olarak bilinmesine rağmen bu binanın son izleri 1966’da belediye
tarafından ortadan kaldırılmıştır.
Camilerle
ilişkili veya bir bütün halinde külliyeler teşkil eden medreseler arasında hiç
şüphesiz en ünlüsü, I. Gıyâseddin Keyhusrev ve kız kardeşi Gevher Nesibe Hatun
tarafından yaptırılan, tıp medresesi ve şifâhâne olarak iki yapıdan müteşekkil
külliyedir. 1205-1206 tarihli olan yapılar tipik açık avlulu ve dört eyvanlı
medrese planına sahiptir. Şifâhâne tarafında kümbet de yer almaktadır.
Kayseri’nin
Selçuklu medreseleri arasında önemli eserler mevcuttur. Bunların içinde,
Yağıbasan’ın torunu Adsız Elti Hatun’un yaptırdığı 1212 tarihli, Kayseri’nin
yegâne iki katlı medresesi olan tek eyvanlı Kölük Medresesi,
XIII. yüzyıl
başlarına tarihlenen Avgunu Medresesi,
II.
Gıyâseddin Kılıcarslan’ın oğlu Melik Sultan’ın emriyle Ebû Bekir oğlu Hasan’ın
inşa ettirdiği Hoca Hasan Medresesi,
Vezir
Sirâceddin Bedr’in eseri olan 1238 tarihli Sirâceddin Medresesi,
1267-68
tarihli Vezir Sâhib Ata’nın Sâhibiye Medresesi, Alâeddin Keykubad’ın hanımı
Huand Hatun’un külliyesi içinde yer alan muhteşem medresesi (1238’den sonra),
Keykâvus
devri eseri olan, XIII. yüzyıl ortalarına tarihlendirilen Hacı Kılıç Medresesi
gibi yapılar yanında bugün tamamen yok olmuş Ziyâeddin Karaarslan’ın yaptırdığı
Ziyâiye Medresesi, I
III.
Gıyâseddin Keyhusrev’in veziri Muînüddin Süleyman Pervâne’nin inşa ettirdiği
Pervâne Medresesi önemli yer tutmaktadır.
Eretna devri
eseri olan Köşk Medrese, Kayseri’nin güneydoğusundaki Köşk dağı adı verilen
tepenin üzerinde yer almaktadır. Emîr Eretna’nın, hanımı Melike Sûlî Paşa adına
inşa ettirdiği 1339 tarihli medrese sûfîler için bir hankah olarak yaptırılmış
ve daha sonra medrese olarak kullanılmıştır. Binanın içinde Emîr Alâeddin
Eretna’nın türbesi bulunur.
Dulkadıroğlu
devri eseri olan Hatuniye Medresesi 1431-32 tarihli olup el-Melikü’n-Nâsır
Muhammed tarafından inşa ettirilmiştir.
Kayseri’de
önemli mezar anıtlarına rastlanmaktadır. 1142 tarihli kare planlı bir yapı olan
Dânişmend Melik Gazi Kümbeti, XIII. yüzyıl eseri olan, Şah Cihan Hatun’a ait
onikigen planlı Döner Kümbet, Lala Muslihuddin için yaptırılan sekizgen planlı,
1194 tarihli Lala Kümbeti, külliyesi içinde yer alan 1205-1206 tarihli,
sekizgen planlı Gevher Nesibe Kümbeti, 1210 tarihli Alaca Kümbet, 1249 tarihli
Mahperi Hatun’a ait Huand Hatun Kümbeti (1238’den sonra), XIII. yüzyıl eseri
olan sekizgen planlı Hasbek Kümbeti ile birlikte XIV. yüzyıla ait Eretna oğlu
Ali Câfer’e ait sekizgen kümbet gibi mühim eserlerin yanı sıra Kutluğ Hatun
Kümbeti, İzzeddin Emîr Sultan Kümbeti, Erdoğmuş Kümbeti, Emîr Şahab Kümbeti,
Sırçalı Kümbet ve Ulu Hatun Şadgeldi Türbesi dikkat çeken diğer örneklerdir.
Osmanlı döneminde de mevcut olan medreseler
faaliyetlerini sürdürmüşlerdir. 1860’ta yapılan bir tesbite göre şehirde kırk
iki medrese bulunmaktaydı. Bunlardan yirmi ikisi tedrisata devam etmekte ve
buralarda 607 talebe okumaktaydı. Talebenin üçte ikiden fazlasının Yozgat,
Niğde, Maraş, Adana, Kırşehir’den gelmiş olması, Kayseri’nin sadece ticarette
değil eğitimde de önemli bir merkez olduğunu göstermektedir. XIX. yüzyılın
ikinci yarısında Kayseri’ye yeni eğitim kurumları yapılmıştır. 1898-1899’da
idâdî açılmış, iki rüşdiye ve birçok ibtidâiye yapılmıştır. 1900 tesbitine göre
otuz dokuz medreseden başka bir idâdî, üç rüşdiye (1903), elli sekiz sıbyan
mektebi vardı.
Hanlar ve
kervansarayların hemen hepsi Osmanlı devri eseridir. Bu hanlar arasında Pîrî
Mehmed Paşa Hanı şehrin ticarî hayatı için önemli yer tutuyordu. Mevcut hanlar
içinde XVII-XVIII. yüzyıllara tarihlenen ve Damad İbrâhim Paşa’nın eseri olan
Vezir Hanı ile Pamuk Han akla gelen diğer örneklerdir. Hamamlar arasında Gevher
Nesibe Hatun’un yaptırdığı Sultan Hamamı, Huand Hamamı, Kölük Hamamı gibi
yapılar aynı adları taşıyan külliyelere dahil eserlerdir. Bunların dışında,
1351 tarihli Eretna oğlu Câfer Bey tarafından yaptırılan Câfer Bey Hamamı, 1547
tarihli Hüseyin Bey Hamamı ve İmâreti, 1548 tarihli Kadı Bedreddin Mahmud’un
eseri olan Kadı Hamamı, 1550 tarihli Selâhaddin Hamamı önemli Osmanlı devri
eserleri olarak dikkat çekmektedir.
Yirmi iki
Selçuklu çeşmesinin tesbit edilebildiği Kayseri’de Osmanlı devri çeşmeleri
yanında mevcut olduğu bilinen mevlevîhâneden hiçbir iz kalmamıştır.
Diyanet İşleri Başkanlığı’na ait 2000 yılı
istatistiklerine göre Kayseri’de il ve ilçe merkezlerinde 490, kasabalarda 140
ve köylerde 494 olmak üzere toplam 1124 cami bulunmaktadır. İl merkezindeki
cami sayısı ise 278’dir. MEHMET
İPŞİRLİ ENGİN BEKSAÇ Kayseri Tarihi Araştırmaları Cilt I Mehmet Çayırdağ Kayseri Büyükşehir Belediyesi Kültür Yayınları No: 184
KARATAY
SULTAN KERVANSARAYI/ZAVİYESİ
Celâleddin Karatay, I. Alâeddin Keykubad ve halefleri döneminde çeşitli zamanlarda sırasıyla “emir‐i devât”,“emir‐i taşthâne”, “hazinedâr‐ı hâ ss”, “nâib” ve “atabey” olarak önemli mevkilerde bulunmuştur. Alâed din Keykubad’ın
yanında göreve başlamadan önce bir gulâmhaneye eğitilmek üzere
alınan Celâleddin Karatay, sonra saraya getirilmiş ve burada kendisine önemli bir makam verilmiştir. İbn Bibi, bizzat Celâleddin Karatay’dan yaptığını ifade ettiği
rivayetine göre, Celâleddin Karatay’ın
Alâeddin Keykubad’ın tahta çıkışından
ölümüne kadar bu sultanın hizmetinde bulunduğunu belirtmiştir.
Celâleddin Karatay, “Barışta ve seferde, varlıkta ve yoklukta 18
yıl gece gündüz o hazretin yanında bulundum” ifadesini kullanmıştır. TARİHİN PEŞİNDE ‐ULUSLARARASI TARİH ve SOSYAL ARAŞTIRMALAR DERGİSİ‐ Yıl: 2013, Sayı: 9 Sayfa: 357‐382 I. KARATAY
KERVANSARAYI/ZAVİYESİ’NİN VÂKIFI
Celâleddin Karatay’ın devlet hizmetinde etkin hale gelmesi
özellikle II. İzzeddin Keykâvus’un saltanat dö nemlerine rastlamaktadır. Zannımca Celaleddin Karatay’ın zikre değer en
önemli özelliği mühtedi olmasıdır. Amiyane tabirle Celaleddin Karatay
devşirmedir ve devşirme bir devlet görevlisi olarak İslami hassasiyetinden
dolayı çok sayıda vakıf kurmuştur. Hatta bu yüzden kervansaray kitabesine
ismini dahi yazdırmamıştır. Karatay’ın kurduğu hayratların en önemlilerinden
birisi de Kayseri’de kurduğu Kervansaraydır. Kayseri’de XIII. yüzyıla ait Anadolu Selçuklu
kervansarayı. Kayseri-eski Malatya yolu üzerinde, Bünyan ilçesi Elbaşı bucağı
Karadayı köyünün içindedir.
Anadolu’nun milletlerarası
ticaretin dışında kalmasından sonra han XVI. Yüzyılda zâviyeye dönüşmüştür.
Selçuklu tarihçisi İbni Bibi abartılı bir ifadeyle Celaleddin Karatay’ın
Kervansaray (ribât) yaptırmadığı hiçbir memleket ve yolun bulunmadığını rivayet
eder. Bu ifâde, şüphesiz mübalâğalı olmakla beraber, onun bu türlü birçok
eserler vücuda getirdiği tarzında anlamak icabeder.
Muhiddin
bin Abdüzzâhir'in onun faal olduğu zamana ait tasvirine göre … Yazın ve ve
kışın içinde herşey bulmak mümkündür. Kervansarayda hamam, hastâne (bimaristân), ilaçlar, yatak ve yemek
takımları ve ahırlar vardır. Her yolcu orada, derecesine göre, misafir edilir.
Sultan, yani Baybars, buradan geçerken kervansarayda misafir kaldı. Buna ait
büyük vakıflar vardır ki bunlar etrafında ve diğer beldelerde bulunur. Hanın,
gelir ve masraflarına bakmak için, daireleri (devâvin) , memur ve kâtipleri mevcuttur. Tatarlar bunun
resimlerinden hiçbir şeye dokunmadan eskisi gibi işlemesine bıraktılar. CELÂLEDDİN KARATAY, VAKIFLARI VE VAKFİYELERİ Dr.
OSMAN TURAN Ankara üniversitesi D. T. C. Fakültesi
Karatay
Kervansarayı döneminde
çeşitli bölgelerden gelen yolcular ile üst düzey devlet adamlarının
ağırlandığı yer idi. Moğolları büyük bir hezimete uğratan Sultan Baybars’ta bu
kervansarayda kalmıştı. Kervansarayın iç erişinde
“ Evânînü’s‐sayfiyye” adı verilen yazlık köşkler ve
kışlık mekânlar bulunmaktaydı ve her mevsimde konaklayanların
birinc il ihtiyaçlarına olanak sağlayan
hamam, bimaristan adı verilen hastane gibi mekânlar ile
ilaç, yatak ve yemek takımları ve ahırlar vardı.
Kervansarayın
bulunduğu yerde bu Karadayı isimli bir köy bulunmaktadır. Benzeri hayratlar
gibi Karatay Sultan kervansarayı vakfiyesinde belirtildiği şartlar üzerine
çalışmış ve en son zaviye olarak hizmetine devam etmiştir. Hayat şartlarının değişmesi ile amacı kısmen ortadan kalkmış ve vakıftan yararlananların bulunmadığı, gelirleri sarf edilecek hayrat müesseseleri mevcut olmayan vakıflara “evkaf‐ı münderise” adı verilmiştir. Karatay Kervansarayı’nda da böyle bir durum
söz konusudur.
XVI.
yüzyılın ilk yarısından itibaren özellikle Orta Anadolu’da zaviyelerin önemi oldukça azalmıştır. Bölgenin Türkleşmiş ve İslamlaşmış olması zaviyelere verilen değeri
azaltmış, ancak mevcut zaviyeler
Osmanlı idarecileri tarafından korunmuş,
bazı tamiratlarla başka amaçlar için kullanılmıştır.
Rastlanılan en erken belgeye göre vakıf, 1850 tarihinden itibaren tekrar “Karatay Sultan
Zaviyesi” olarak kaydedilmiş tir.
Celâleddin Karatay
yaptırdığı kervansaraya akarat olarak mülkiyetinde bulunan Sarahor, Likendon
köyleri, Kayseri dışındaki
iki ç ayır, Kayseri civarında 334 müd tohum alan 29 parça arazi,
yeri bilinmeyen yedi tarla, Meşhed civarında
satın aldığı 19 tarla ve Güney köyünü vakfiyesine
yazdırmıştı. Vakfiyeye kayıtlı zahire ekmek için tahsis edilmiş mezralarda
bulunmaktadır. Nitekim vakfiyede görevlilere ücret olarak para ve zahire
verilmesi bu durumu açıklar.
Celaleddin
Karatay Kervansarayı için 1247’de yapılan Şarkî Karahisar’daki
Behramşah Kasabası’nda bulunan bir han ile Kayseri şehrinde bulunan iki evini ve Kayseri şehrinin dış kısmında bir hanını,
1248 tarihli vakfiye zeyli
ile de Meşhed köyünde ki
dört ev ve bir fırını, Kayseri’deki sekiz evi ve Sarahor köyünde sayısı kaydedilmemiş olan evler ile bir hamamın yanında on beş dükkânı
vakfetmişti. Vakfiye şartına göre
masraflardan artan gelir ile de din, ırk ve cinsiyet gözetilmeksizin kervansaraya gelen her yolcuya yemek ikram edilerek ayakkabısı olmayanlara ayakkabı
temin edilecek ve binekleri
için saman ile arpa verilecektir.
Vakfiyeye göre, kervansarayda konaklama esnasında hastalanan misafirlerin tedavisi ile burada vefat eden yolcuların defin
masrafları da vakıf gelirlerinden karşılanacaktır. Ayrıca, akraba ve azatlı kölelerinden kazanmaktan aciz olup kervansaraya sığınan kadın, erkek, Müslüman ya da gayrimüslim herkese her yıl 120 dirhem para ile 24 müd zahire verilecektir.
TARİHİN PEŞİNDE ULUSLARARASI TARİH ve SOSYAL ARAŞTIRMALARDERGİSİ Yıl: 2013, Sa yı: 9 KARATAY SULTAN ZAVİYESİ’NİN MALÎ T ARİHİNDEN BİR KESİT (1813‐1889)
Zehra ODABAŞI