
Toprak damlı kerpiç bir evde açtım gözlerimi
dünyaya,
Önce toprağa karıştım sonra alıştım anlımdaki
yazgıya.
Küçük yaşlarda yedim feleğin acı sillesini
sarsıldım bende,
Ana, baba, hısım, akraba ya da dost bir
yüz yoktu çevremde.
Kuşkusuz bilirim ki yalnız doğdum ve elbette
yalnız öleceğim,
Doğum ile ölüm arasındaki demde hep mi
yalnızlık çekeceğim?
Kaderin sofrasında payıma düşen arsız bir
yalnızlık olsa da,
Bir zamanlar hayallerim vardı yüreğimin kuytusundaki
kasada.
Kimseciklere vermedim bu kasanın
anahtarını sır misali sakladım,
Zaten bu anahtarı talep eden de yokmuş elbet
bu hale de şaşmadım.
Ne gördüm ki bu yalan dünyada, neresinden ne
talep edip isteyeyim?
Hangi yolun hangi kıvrımına oturayım da
gönlümdekini bekleyeyim?
Uzun yollarda ve tükenmez yıllarda
yitirdim benliğimi gün ve gün,
Ne gelin var ne de güvey; hayat denilen bu
şenlik nasıl bir düğüm?
Öküz öldüren hasretlerde ziyan edilen bu
ömür acaba benim midir?
Yoksa bu taşlı dikenli dik yokuş yalnızca benim
kaderim midir?
Keşke hiç doğmasaydım diye haykırsam isyan
olur mu var edene?
Öyle bir ömür çizgisindeyim ki benden ve ömrümden
giden gidene.
Nasıl ki toprak damlı kerpiç ev toprağa
karışıyorsa zamanla virane,
Bende doğdum doğalı parça parça karıştım
derde ve oldum divane.
Ne zaman ağız dolusu güldüm hatırlamıyorum
ki şimdi yazayım,
Verin bana bir kazma ile kürek de kendi
mezarımı kendim kazayım.
Çileden ve dertten gayrısını yazamaz oldum
biliyorum şiirlerde,
Terk edilme ve yalnızlıktan başkası mı var
ki yazayım zihinlerde.
Unutmadan yokluk ve yoksulluk da var bu
garibin kaderinde,
Utanmadan nasıl bahsedeyim ki bu dertlerden
her seferinde.
Ne kimse sever ne de kimse ister benim
gibisini elbet bilirim,
Aynı kafiyeler belirirken zihnimde bende artık
bir hayli bitkinim.
Nasıl ve nerede öleceğimi elbette bende
bilmiyorum herkes gibi,
Belki toprak damlı kerpiç bir yapıda belki
de hastanede sanki.
Bunca çileli yılın için de debelendikten
sonra nerede ne fark eder ki?