Eylül ayı geldi. Gelir gelmez de bir güzel yağmur yağdı. Hava sıcaklıkları hissedilir derecede düştü. Serin rüzgarlar esmeye başladı. Kentin sokak kenarlarındaki ağaçların yaprakları yaşlandı, gevrekleşti ve sararmaya yüz tuttu. Güneşin açısı değişti. Gökyüzünün mavisi daha bir belirgin hale geldi. Gün ortasında sokağa düşen gölgelerin boyları bile farklılaştı. Sıcak yaz geceleri gitti ve yerine serin sonbahar geceleri geldi. Sanki tüm bunlar bir anda oluverdi. Sıcaklığından şikâyet ettiğimiz yaz mevsimi bir anıya dönüştü. Hiçbir zaman ulaşamayacağımız bir anı oluverdi ansızın. Bir saniye ulaşmak imkânsız ama bir yıl sonrasına ulaşmak mümkün. İşte sınırları bunlar zamanın. Evren, galaksiler, yıldızlar, gezegenler, gezegenler içinde yaşayanlar ve elbette insan işte bu zamanın mahkumları. Bir adım geri gitmenin imkânı yok, bir adım ilerisiyse bayağı bir “belki”nin içinde saklı. 

Şiirler yazıyordu kendince. Yazdığı şiirlerde ölçüye, kafiyeye dikkat etmiyordu. Çünkü ölçülü ve kafiyeli şiirlerin doğal olmayacağına inanıyordu. Şiir fikrince doğal olmalıydı. Doğada hangi dağ, hangi taş, hangi vadi, hangi ova simetrik ölçülere sahipti ki şiirleri öyle olsundu? Şekilsiz, biçimsiz bir şey olmalıydı hissettikleri de. Yapmacık olmamalıydı şiir diye yazdıkları. Ancak doğada simetrik şekilli varlıklar da yok muydu? Bir kar tanesi, bir çiçeğin çanak yapısı, çam ağacının iğnelerinin dizilişi ve daha derinde atomların bir araya gelirken oluşturduğu bağlar? Elbette yanılıyordu. Yanıldığını kendisi de çok iyi biliyordu. Ama böylesi bir yanılgı hoşuna gidiyordu. Ömrünce kalıplara sokulmak istediğinden en azından şiir yazarken kalıpların dışında olmak istiyordu. Şiir kendisinin özel alanı ve gizli bahçesiydi. Konuşurken bir ağzından çıkan bir kelimenin ne anlama geldiği herkesçe aşikâr olabilirdi ama şiirlerindeki bir kelimenin ne anlama geldiğini yalnızca kendisi bilirdi. Bu bir tür özgürlük alanıydı, bir tür bağımsızlıktı. Zira insanın özellikle bu çağda özgür ve bağımsız olduğuna inanmıyordu. Bir şekilde her insanın zincirleri, prangaları ve bağımlılıkları vardı. Elbette kendisinin de vardı. Birilerine itaat etmesi gerekiyordu yaşamını sürdürebilmek için Her ne kadar bunu kabul etmek istemese de bu bir gerçekti. Hayattaki en aşikâr gerçek olan ölüm kadar gerçekti. Biraz fazla düşünüyordu. Esasında düşünmenin insana bir zararı olduğuna inanmazdı. Ama düşünmenin zararlı olup olmaması neyi düşündüğünüze göre değişirdi. Kimsenin düşünmediği, düşünmeye değer bulmadığı şeyler üzerine düşünüyorsa insan işte o zaman zarardaydı. Genellikle de böyle şeyler üzerinde kafa yorardı. Netice itibariyle bu yorgun kafanın da kendisine hiçbir faydası olmazdı. Bilim kurgu, fantastik düşünceler, düşler içerisinde kaybolduğu çok olurdu. Mevsim geçişleri, doğa olayları, dünyanın neden var olduğu, insanların neden diğer canlılardan farklılaştıkları, evrendeki diğer galaksileri, yıldız sistemleri ve gezegenler. Diğer gezegenlerde yaşadığını farz ettiği canlıları hayal etmeye çalışırdı. Belki daha büyük belki daha küçük varlıklar. Neden dünya gezegeniyle iletişim kurmak istesinlerdi ki? Buna neden ihtiyaç duysunlardı? Biz insanlar neden uzaydaki diğer varlıklarla iletişim kurmak istiyoruz? Neden buna ihtiyaç duyuyoruz? Bir eksiğimiz mi var ki bu şekilde tamamlamak istiyoruz? Elbette insanın birçok eksiğinin olduğuna ve insanın gelişmemiş ilkel bir varlık olduğuna inanıyordu. Böylesi bir kişinin oldukça yalnız olduğu üzerinde hiç düşünmeden söylenebilirdi. Öyleydi de. Yalnızdı. Geçimsiz ve kaba olduğu için değil uyumsuz olduğu için yalnızdı. Kendini hiçbir yere, hiçbir gruba, hiçbir düşünceye ait hissetmiyordu. Her ortamda ve her muhabbette yabancı kalmayı başarıyordu. O yüzden de yalnız kalmak belki de en iyisiydi. 

Yeryüzünde yaşayan milyarlarca insandan yalnızca birisi olduğunu düşünüyordu. Çocukluk ve ilk gençlik yıllarında özel bir insan olduğunu düşünmüştü elbette herkes gibi. Ama zamanla bunun bir yanılgıdan ibaret olduğunu öğrenmiş, anlamıştı. Herkes özel olduğunu düşünüyor, özel olduğunu sanıyordu. Elbette kendince özeldi herkes ama bulunmaz hint kumaşı da değildi. Milyarlarca insandan yalnızca bir tanesi. Bir çöldeki kum tanelerinden herhangi birisi. Bu kum tanesi kendinin özel olduğunu iddia etse çölde ne değişir?

( Herhangi Biri başlıklı yazı MESUT ÇİFTCİ tarafından 9.09.2025 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu