Küçük bir köyün kenarında, 
rüzgârın hep biraz hüzünle estiği bir ev vardı. 
O evde, yalnız yaşayan yaşlı bir adam otururdu — 
adı Hasan’dı.
Her sabah erkenden kalkar, 
eski ahşap masanın üzerine bir fincan çay koyar 
ve postacıyı beklerdi. Çünkü otuz yıldır
 her gün aynı şeyi yapıyordu: oğlundan 
gelecek mektubu beklemek.

Oğlu Mehmet, genç yaşta şehre gitmişti, 
“iş bulacağım baba” demişti. 
İlk yıllarda mektuplar sık sık gelirdi; 
şehirdeki hayatını anlatır, 
babasına özlem dolu satırlar yazardı. 
Sonra aralar seyrekleşti. Sonra tamamen bitti.

Ama Hasan Amca, hiçbir zaman “gelmeyecek” demedi. 
Her gün postacıyı bekledi, 
her gün umutla o masaya oturdu.

Bir kış sabahı, kar sessizce yağarken kapı çalındı. 
Postacıydı. Elinde sararmış, yıpranmış bir zarf vardı.
“Bu, eski bir mektup efendim. 
Posta arşivinde kalmış olmalı. Adınıza.”

Hasan Amca’nın elleri titredi. Zarfı açtı.
İçinde oğlunun el yazısıyla bir not vardı:

“Baba, eğer bir gün bu mektubu eline alırsan bil ki, 
seni hep sevdim. Ama bu şehir beni yuttu. 
Dönemedim. Hakkını helal et.”

Hasan Amca uzun süre hiçbir şey demedi.
Sonra pencereye baktı, kar tanelerine gülümsedi.
Ve o gün, otuz yıl sonra ilk defa postacıyı beklemedi.


Ertesi sabah köy, her zamanki gibi sessizdi.
Sadece rüzgâr, Hasan Amca’nın evinin-
önündeki eski söğüt ağacının dallarını sallıyordu.
Komşusu Fatma teyze, dumanı tütmeyen bacayı 
görünce içi burkuldu. “Hasan, hasta mı acaba?” 
diye mırıldanarak kapıyı çaldı.
Cevap gelmedi.

Kapıyı araladığında masanın üzerinde bir fincan çay, 
yarısı içilmiş hâlde duruyordu.
Yanında o sararmış mektup…
Ve altına titrek bir el yazısıyla yazılmış bir not:

“Artık beklemiyorum. 
Gidip oğlumu bulmaya niyetliyim. 
Belki başka bir yerde görüşürüz.”

Fatma teyze o gün köyün imamına haber verdi. 
Hasan Amca’yı evin arkasındaki küçük odada,
 yüzünde huzurlu bir tebessümle buldular. 
Elinde hâlâ mektubu tutuyordu.

O gün bütün köy ağladı.
Ama herkes aynı şeyi söyledi:
“Hasan Amca sonunda beklediğine kavuştu.”

Aylar geçti.
Baharda köyün girişinde, 
posta arabasının kenarında küçük bir çocuk belirdi. 
Üzerinde eski bir ceket, elinde bir zarf vardı.
Köylüler merakla yanına geldi.

“Evlat, kimi arıyorsun?” diye sordu muhtar.
Çocuk gözlerini yere indirdi.
“Ben... Hasan Amca’yı arıyorum. 
Annem, babamın mektubunu ona vermemi söyledi.”

Muhtar, derin bir nefes aldı.
Zarfı eline aldı, üzerindeki yazıya baktı:

“Sevgili babam Hasan’a – Mehmet.”

Kimse konuşamadı.
Rüzgâr, köyün üzerinden bir kez daha geçti.
Söğüt ağacının dalları hışırdadı.
Ve o anda herkes, Hasan Amca’nın sözünü hatırladı:

“Beklemek, bazen bir kavuşmanın ilk adımıdır.


.................................................


Film
Senaryo

🎬 SON MEKTUP

Tür: Dram
Yer: Küçük bir Anadolu köyü
Zaman: Kış – Günümüz

.......



SAHNE 1 – DIŞ. KÖY – SABAH

Sisli bir sabah. Köyün üstünde ince bir duman tabakası. Rüzgâr hafifçe uğuldar.

ANLATAN (VO)
Köyün kenarındaki eski bir evde, yıllardır aynı manzara…
Her sabah bir fincan çay, bir umut, bir bekleyiş.

Kamera yavaşça evin penceresine yaklaşır. İçeride yaşlı adam, HASAN AMCA (70’lerinde), masada oturur. Elinde sararmış bir zarf.

HASAN
(başını kaldırmadan)
Belki bugün gelir… Belki bu sabah.

Kapı çalar. Postacı görünür, elinde birkaç zarf vardır ama hiçbiri Hasan’a değildir.

POSTACI
Yine yok Hasan Amca… Ama belki yarın.

HASAN
(gülümser, kırgın bir tebessümle)
Elbet yarın…

SAHNE 2 – İÇ. HASAN’IN EVİ – AKŞAM

Oda loş ışıkta. Duvarlarda eski fotoğraflar: genç bir Mehmet, şehirde bir fabrika önünde.

Hasan masaya oturmuş, o eski mektuplardan birini okur. Gözleri dolar.

HASAN (VO)
“Baba, merak etme. İş buldum. Yakında yanına geleceğim.”
(diğer mektuba geçer)
“Baba, işler biraz karıştı. Yazamazsam kızma olur mu?”

Son satırdan sonra boşluk… artık mektuplar bitmiştir.

HASAN (fısıldar)
Hiç kızmadım ki oğlum…

SAHNE 3 – DIŞ. KÖY – KIŞ SABAHI

Kar yağar. Postacı yokuşu tırmanır. Elinde eski, yıpranmış bir zarf vardır.

POSTACI
(şaşkın)
Hasan Amca, inanmazsın. Bu mektup eski tarihlerden kalmış. Arşivde bulunmuş.

HASAN
(mektubu titreyen ellerle alır)
Ver hele… belki bu defa yazmıştır.

Zarfı açar, gözleriyle okur. Duygulanır.

HASAN (VO)
“Baba, seni hep sevdim. Ama bu şehir beni yuttu. Dönemedim. Hakkını helal et.”

Hasan pencereye bakar. Kar taneleri süzülür.

HASAN
(elinde mektup, sessizce)
Helal olsun oğlum… helal olsun.

Kamera uzaklaşır. Hasan Amca’nın yüzünde huzurlu bir gülümseme belirir.

SAHNE 4 – SABAH

Kapı çalınır. FATMA TEYZE kapıdan seslenir.

FATMA
Hasan? Çayını içmeyecek misin bu sabah?

Cevap yok. İçeri girer. 
Masanın üzerinde yarısı içilmiş bir çay, 
mektup ve altına yazılmış küçük bir not vardır:

“Artık beklemiyorum. 
Gidip oğlumu bulmaya niyetliyim.”

Fatma’nın gözleri dolar. 
Dışarıdan rüzgâr uğuldar.

SAHNE 5 – DIŞ. KÖY MEZARLIĞI – GÜN BATIMI

Hasan’ın mezarına bir mektup bırakılır. 
Postacı ve Fatma yan yana durur.

FATMA (sessizce)
O hep bekledi. Belki sonunda kavuştu.

Kamera gökyüzüne çıkar,
 kar taneleri mezarın üzerine düşer.

SAHNE 6 – BİRKAÇ AY SONRA – KÖY GİRİŞİ

Bir çocuk (10 yaşlarında), 
elinde bir zarfla köye girer. 
Ceketi eski, yüzü donmuş.

ÇOCUK
(bir köylüye)
Hasan Amca’yı arıyorum.
 Annem, babamın mektubunu 
ona vermemi söyledi.

Muhtar zarfı eline alır, okur.
Üzerinde yazar: “Sevgili babam Hasan’a – Mehmet.”

Herkes susar. Sadece rüzgâr ve söğüt
 ağacının sesi duyulur.

ANLATAN (VO)
Beklemek bazen bir vedadır…
Ama bazen, bir kavuşmanın ta kendisi.

Kamera yavaşça gökyüzüne çıkar, 
köy küçülür, rüzgârın sesi artar.



SAHNE 1 – DIŞ. KÖY YOLU – SABAH

İlkbahar güneşi yeni doğmuştur. Kuş sesleri eşliğinde tozlu yoldan bir çocuk yürür. Elinde buruşmuş bir zarf.

ANLATAN (VO)
Kimi yollar, bir mektubun bıraktığı izden yürünür…
Ve o iz, bazen insanı hiç tanımadığı bir kalbe götürür.

Çocuk, köy tabelasının önünde durur: “Yeşilova Köyü.”

SAHNE 2 – KÖY MEYDANI

Muhtar, postacı ve Fatma teyze, çocuğu etrafına almışlardır.

MUHTAR
Evladım, senin adın ne?

ÇOCUK
Ali. Annem, babamın mektubunu dedeme vermemi söyledi.
Ama dedem burada değil mi?

Fatma teyze sessizce yere bakar.

FATMA
Deden… burada. Ama başka bir yerde de diyelim.

Ali anlamaz, elindeki zarfı sımsıkı tutar.

SAHNE 3 – DIŞ. MEZARLIK – ÖĞLE

Ali mezarlığın girişinde durur. Muhtar mektubu geri verir.

MUHTAR
Bunu sen bırak evladım. Belki duyar… belki hisseder.

Ali mezarın başına gelir. Taşta yazılı: “Hasan Demir (1945–2023)”

ALİ (fısıldar)
Ben torununum dede… Annem, babamın oğlusun demişti.
Babamın mektubunu getirdim.
Belki geç kaldık, ama geldik.

Zarfı mezarın başına koyar. Hafif bir rüzgâr eser, zarfın ucu açılır.

ALİ (VO)
“Baba, oğlum doğduğunda sana benzettim onu.
Bir gün gelir de seni bulursa, bil ki seni hiç unutmadım.”

Ali’nin gözleri dolar. Fatma teyze uzaktan izler, gözyaşlarını siler.

SAHNE 4 – İÇ. HASAN’IN EVİ – AKŞAMÜSTÜ

Ev uzun süredir kapalıdır. Tozlu masa, eski çay bardağı hâlâ oradadır.
Ali masaya oturur. Duvara asılı eski fotoğraflara bakar.

ALİ
(şaşkın)
Babam gençken buradaymış…
Ve sen onu beklemişsin, dede.

Ali cebinden küçük bir defter çıkar, bir şeyler yazmaya başlar.

ALİ (yazarken)
“Bir gün dedemin masasında oturdum.
O beklemiş, babam özlemiş.
Ben geldim — ikisinin arasına köprü olmaya.”

Rüzgâr perdeyi hafifçe savurur.
Masadaki zarf yere düşer, 
içinden bir fotoğraf çıkar: 
Hasan, genç Mehmet ve küçük bir oyuncak tren.

ALİ (gülümser)
Demek birlikteydiniz bir zamanlar…

SAHNE 5 – DIŞ. KÖY – GÜN BATIMI

Ali, postacıyla vedalaşır.

POSTACI
Nereye şimdi, evlat?

ALİ
Şehre döneceğim. Ama bir gün geri geleceğim.
Bu evi onaracağım.
Dedem bekledi, ben devam edeceğim.

Ali yürürken rüzgâr mektubu yeniden uçurur.
Kamera, havalanan zarfı gökyüzünde takip eder.

ANLATAN (VO)
Bazı mektuplar, sahibine geç ulaşır.
Ama yine de yolunu bulur.
Çünkü sevgi, postayla değil… kalple taşınır.




Mustafa Yaman 
02 ekim 2025


( Son Mektup Hikaye Ve Film Senaryo başlıklı yazı AuBaDe) tarafından 10.10.2025 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu