Dışına Gömülen
Prolog(Öndeyiş)
Sabbah birini çok sevmişti.
Onunla konuşurken yalnızca sesi değil, kalbi de titremeye başladı.
Aşkın ne olduğunu, onunla bir bedene kavuşunca anladı.
Her saniye biraz daha sevdi.
Ne gurur bıraktı kendinde, ne de Ladire’den başka bir şey.
Ama bazen birini sevmek yaşatmaz, öldürür.
Sabbah da o sevginin içinde yavaş yavaş öldü.
Kalbi hâlâ atıyordu belki, ama ruhu toprağa çoktan karışmıştı.
---
1. Bölüm: Dışına Gömülen
Bir akşamüstüydü. Gökyüzü mor bir hüzne bürünmüştü.
Sabbah elinde solmuş çiçeklerle mezarlığa yürüyordu.
Rüzgâr, sanki Ladire’nin adını fısıldar gibi esiyordu.
Bir boş mezarın başında durdu. Toprak, ıslaktı;
her damla yağmur, sanki onun içinden geçip toprağa düşüyordu.
O sırada, yanına dostu Bayım geldi.
Sessizce durdular bir süre.
Sadece uzaktan bir baykuşun sesi duyuluyordu.
Sabbah, başını kaldırmadan konuştu:
-> “Öldüm be bayım.
Dünyanın içinde yaşıyorum ama dünyanın içinde olanın içinde öldüm.”
Bayım, arkadaşının gözlerindeki boşluğu fark etti.
Uzun bir sessizlikten sonra dedi ki:
-> “Kalbi mezarlıktır belki.
yaşayanların da olur bazen ölü yerleri.”
Sabbah başını hafifçe kaldırdı,
gülümsemeye benzeyen bir acıyla:
-> “Yok be delikanlı. Onun içine değil, dışına gömüldüm.
Ben toprağa değil, yokluğuna karıştım.”
Bayım şaşkın, biraz da çaresizdi:
-> “Hiç mi tanımak istemedi seni? Hiç mi sevmedi?”
Sabbah, toprağa bakarken konuştu, sesi çatallandı:
-> “Onu dedim işte.
Bir mezar ölüsünü tanır.
Beni almadıysa, o mezar başkasına ait.”
Bayım, bir çocuk gibi sordu:
-> “Peki sen nereye gömüldün?”
Sabbah derin bir nefes aldı,
toprakla gökyüzü arasında bir yerde kalmış gibi.
-> “Dışarıda kaldım.
Zaten onsuzluk bana en güzel mezar.”
Rüzgâr sustu.
Mezar taşlarının arasından bir damla yaş toprağa düştü.
Belki yağmurdu, belki Sabbah’ın gözlerinden.
Ama o gece, toprak ilk kez bir kalbi kabul etmişti.
---
2. Bölüm: Gül Bahçesi ve Gaddarlık
Ertesi gün, Bayım sabahın solgun ışığında Ladire’nin yanına gitti.
Sabbah’ın nasıl sevdiğini, onun uğruna nasıl sessizce çöktüğünü anlatmak istiyordu.
Ama Ladire’nin gözleri soğuktu.
O gözlerde pişmanlık değil, kendini beğenmiş bir mesafe vardı.
Bayım, titreyen sesiyle sordu:
-> “Ah be Ladire.
Herkese gül bahçesi iken, Sabbah’a neden mezarlık oldun?”
Ladire, dudaklarının kenarında belli belirsiz bir gülümseme belirdi.
Sanki aşkı, bir oyunun konusu gibi görüyordu.
-> “Sevgisinin gerçekliğine inanmıyorum,” dedi.
“O, kendi hayaline âşık.”
Bayım’ın elleri yumruk oldu.
Sesi öfkeyle titredi:
-> “Biliyor musun? Sabbah’a bunu demiştin.
Onu asıl öldüren bu sözdü.
Sanki gül bahçesindekiler gerçekten seviyormuş gibi!
Sen sevilmeyi bilmeyen bir gaddarsın, Ladire.”
Ladire suskunlaştı.
Camdan dışarı baktı,
rüzgâr pencereyi tıklattı ama o duymadı.
Bayım ise bir adım geriledi,
yüreği yanarak oradan ayrıldı.
Arkasında bıraktığı kadın, bir mezar taşından bile soğuktu.
---
3. Bölüm: Sevmeyi Bilmek
Gece yeniden mezarlığa indi Bayım.
Ay, bulutların arasından donuk bir ışıkla süzülüyordu.
Sabbah aynı yerdeydi.
Elinde çiçek yoktu artık,
yalnızca kalbi kırılmış, yorgun ama hâlâ sevgiyle atan bir kalp.
Bayım yanına oturdu.
Toprak soğuktu.
-> “Unut Sabbah,” dedi.
“Unut artık. Yanlış o.
Başka doğruları kaçırma.”
Sabbah sessizce başını kaldırdı.
Gözlerinde hem ölüm hem hayat vardı.
-> “Bütün doğrularım birleşse,” dedi,
“onun yanlışını seçerdim yine.”
Bayım boğazındaki düğümü yuttu.
-> “Ladire’ye gittim
Çok gaddar be Sabbah.
Sevilmeyi bilmiyor.”
Sabbah’ın gözlerinden bir damla yaş süzüldü.
Ama yüzünde bir tebessüm belirdi; acının en saf hâli.
-> “Ben sevmeyi biliyorum, delikanlı.
O bilmese ne olur?”
O an Bayım sustu.
Çünkü fark etti: Sabbah’ın mezarı, aslında içindeydi.
Toprak onu sarmamıştı ama Ladire’nin yokluğu çoktan örtmüştü.
Rüzgâr tekrar esti, çiçekler titredi.
Sabbah ayağa kalktı.
-> “Ben sevdim,” dedi.
“Ve belki de o yüzden yaşayamıyorum.”
Bayım başını eğdi.
Dostunun ardından baktı ve fısıldadı:
-> “Bazı mezarlar taşsız olur ama en derini kalptedir.”
Ve o gece, mezarlıkta iki canlı vardı:
biri kalbiyle ölü,
biri dostunu kaybetmiş bir canlı.
---
Epilog(Sondeyiş)
Sabbah artık konuşmaz olmuştu.
Ama rüzgâr her estiğinde,
o boş mezarın üzerinden bir fısıltı yükselirdi:
-> “Ben sevmeyi biliyorum delikanlı biliyorum...”
Ve rüzgâr, bu sözleri her defasında
bir çiçeğin üzerine bırakırdı
solsa da, kökü hâlâ toprağın altındaydı.
Tıpkı Sabbah gibi.