Güneş, donmuş ufkun arkasında saklanırken
karanlık hâlâ vadide hüküm sürüyordu.
Rüzgar, kara toprakları yalayıp geçiyor,
buzla kaplı ağaçların dallarını çatırdatıyordu.
Klan, mağaranın derinliklerine çekilmişti.
Ateş, tam ortalarında titreyerek yanıyor,
taş duvarlara dans eden gölgeler yansıtıyordu.
Yaşlı Torka, postlardan yapılmış oturağında
doğrulup konuşmaya başladı.
Gençler ona “Ateşin Sesi” derdi, çünkü
her hikâyesinde ateşten bir şey öğrenmiş gibi konuşurdu.
“Bu vadide ilk biz değildik,” dedi
Torka, sesi rüzgar gibi yumuşak ama derindi.
“Bu mağarada, güneş henüz dağları
doğurmamışken bile insanlar yaşadı.
Kemikleri yerde, ama sesleri ateşte hâlâ yankılanır.”
Genç Kaya, gözlerini kocaman açtı.
O gece ilk avına çıkacaktı.
Ayak izini ilk kez kurtlarınkine karıştıracaktı.
Ama şimdi,
Torka’nın sözleri onu başka bir avın içine çekmişti.
Torka anlatmaya devam etti:
“Bir zamanlar, Buz’un Kızı yaşardı burada.
Adı Ina idi. Rüzgarla konuşur, kurtlarla gezerdi.
Klanı kıtlığa düştüğünde, o yollara düştü, güneşin battığı yere gitti.
Orada gökyüzüyle konuşan bir kaya buldu.”
Kaya merakla sordu:
“Gökyüzüyle konuşan kaya da ne demek, Torka?”
Torka gülümsedi.
“Kaya konuşmaz, evlat.
Ama taş, bilgi saklar. Ina, o taşın üstünde bir işaret gördü.
Dairesel bir işaret.
Ateşin doğduğu şekil.
Onu mağaraya getirdi.
Ve o gece rüyasında, ateş ona konuştu.
Ona dedi ki:
Beni koru, seni korurum.
Beni büyüt, seni büyütürüm.’”
Gençler sessizdi.
Dışarıda bir baykuş öttü.
Torka elini ateşe doğru uzattı.
“O zamandan beri biz ateşi sadece yakmayız, dinleriz de.
Ateş bize yol gösterir.
Bugün sen,
Kaya, ilk avına çıkacaksın.
Ama unutma…
gözlerin avı ararken, kulakların ateşi dinlesin.”
Kaya ayağa kalktı.
Babasından kalma mızrağını aldı.
Yüzünde korkuyla karışık bir gurur vardı.
Mağaradan çıkarken bir an durdu,
arkasını döndü ve ateşe baktı.
Ateş, sanki göz kırpmış gibiydi.
Kaya, karla kaplı vadide ilerledi.
Ay, bulutların arasından parıldıyor,
bembeyaz örtüyü gümüş gibi parlatıyordu.
Ayaklarının altındaki kar, çıtırtılarla cevap veriyor,
her adımda doğanın sessizliğini bölüyordu.
Bir süre sonra, ormanın kenarında bir geyiğin izini buldu.
Torka’nın dediği gibi:
“Ateşten öğrendiğin sabır, mızraktan keskindir.
” O sözleri düşündü.
Derin bir nefes aldı.
Bekledi. Bekledi.
Ve sonunda, fırsat geldiğinde bir yay gibi gerildi, mızrağını fırlattı.
Geyik düştü.
Kaya, avına yaklaşırken ilk kez yüreğinde
bir savaşçıya ait o sessiz güveni hissetti.
Hayatın döngüsüne bir halkayla daha bağlanmıştı.
Geyiği omzuna yükledi, mağaraya döndü.
Mağaranın önüne vardığında sabah olmuştu.
Güneş, karla kaplı dağların arkasından doğuyor,
altın ışıklarla her şeyi sarıyordu.
Torka, ateşin başında hâlâ uyanıktı.
Gözleriyle onu karşıladı, hiçbir şey söylemedi.
Kaya sessizce ateşin yanına oturdu, avını yere bıraktı.
Bir anlık sessizlikten sonra, alevler çıtırdadı.
Rüzgar mağaranın içine usulca doldu.
Ve sanki… ateş bir fısıltıyla konuştu:
01 nisan 2025