
Ve Gün Geldiği Gibi Sessizce Gider
Sabah, pencereye vuran ışıkla başlar,
Gölgeler yavaşça çekilir duvarlardan.
Bir fincanın kenarında bekleyen sessizlik,
Günün ilk düşüncesi gibi ağırdır.
Sokaklar uyanır, adımlar birbirine karışır,
Kimse kimseyi tanımaz ama herkes aynı telaşla yürür.
Bir çocuk taş sektirir suya,
Dalgalar cevap vermez.
Bir yaşlı, bankta oturur,
Zamanı izler, konuşmadan.
Gökyüzü değişir,
Bulutlar geçer,
Hiçbiri kalmaz uzun süre.
Belki de her şey geçicidir, ama geçerken iz bırakır.
Akşam iner, ışıklar yanar, insanlar evlerine döner,
Ve gün, geldiği gibi sessizce gider.
İnsanlar her zamanki gibi elinin hamuruyla
Karıştırır dünyamı,
Neyi nereye koyduğunu bilmeden,
Ama hep bir şeyleri yerinden oynatarak.
Sabahları tanımadığım düşüncelerle uyanırım,
Gece bıraktığım ben, sabaha değişmiş olur.
Bir ses gelir içimden,
“Bugün de zor yolun başındayız,” der,
Ama ne kadar başarırım, bilemem.
Zaman, bir çırpıda geçerken ben hâlâ dünün kıyısında beklerim.
Gözüm takılır bir yaprağa, rüzgârın yönünü değil,
Yaprağın teslimiyetini düşünürüm.
İnsanlar geçer yanımdan,
Her biri başka bir hikâye,
Ama kimse anlatmaz.
Belki de herkesin içi karıştırılmış bir dünya gibi.
Ve ben,
Bu karışıklığın ortasında bir düzen aramamayı öğrendim.
Çünkü bazen en doğru şey,
Hiçbir şeyin yerli yerinde olmamasıdır.
İnsanlar her zamanki gibi elinin hamuruyla karıştırır dünyamı,
Tarifini ben bilmeden,
Biraz umut eklerim içine,
Biraz da fazla sessizlik eklerim.
Ben de kabarır mıyım?
Çöker miyim, her seferinde yeniden pişerim.
Günler, bir tezgâh gibi önüme serilir,
Kimisi un gibi uçuşur,
Kimisi taş gibi oturur içime.
Karıştırdıkça bulanır,
Bulanıklaştıkça anlam mı kazanır?
İnsan olmak, biraz yanmak,
Biraz soğumak, biraz da içindeki mayayı tanımaktır.
Kimse bilmez neyle yoğruldum, ama herkes tadına bakar.
Ve ben, her gün yeniden yoğrulurum,
Biraz eksik, biraz fazla, ama hep kendimce tam sayılmam.
Mehmet Aluç