Akşam olmuştu,ev sessizdi,evliliklerinin üçüncü yılı olmasına rağmen çocukları olmamıştı,ne zaman bir çocuk sesi duysalar,yüreklerine koca taş gibi hüzün otururdu. Akrabalarının her seferinde :" Yok mu daha bir şey?" demelerinden iyice sıkılmışlar hatta mahalleden taşınmayı bile düşünmüşlerdi.
Zehra, mutfakta kaynayan tencereye dalmış, kaşığıyla yavaş yavaş karıştırıyordu. Hasan ise salonda, televizyonu izliyormuş gibi yapıyor ama aslında duvarın arkasından karısının çıkardığı sesleri dinliyordu.
Sabah, evden çıkarken küçük bir tartışma yaşamışlardı.
Zehra: “Hasan, şu bozuk musluğu ne zaman tamir edeceksin?” demişti.
Hasan da sinirle, “Her şeyin sırası var Zehra! Sabah sabah başlama yine,” diye çıkışmıştı.Akşam olunca o duvar hâlâ aralarındaydı. Hasan sofraya oturmadı.
Zehra da “Buyur, yemeğin hazır,” demedi.
İkisi de inat ettiler.
Bir süre sonra çorbanın kokusu bütün evi sardı. Zehra içeri geçti, televizyonun karşısına oturdu. Hasan o sırada mutfağa girdi. Tencerenin kapağını kaldırdı, içeriye yayılan koku burnuna doldu,çorbayı tadar tatmaz yüzüne bir gülümseme yayıldı,yıllar önce annesinin yaptığı mercimek çorbasından farksızdı.
Hasan, iki kase çorbayı doldurarak birini kendi önüne koydu diğerini Zehra'nın önüne ve hiçbir şey olmamış gibi gözlerinin içine bakıp:
“Çorba harika olmuş ellerine sağlık,birlikte içelim hadi soğumasın,"demesi Zehra'nın sevinçten dört köşe olmasına yetmişti.
Arada kaşıkların tıkırtısından başka hiçbir ses çıkmadı.
" Limon ister misin?"
" Biraz."
Son kaşıkta Zehra başını kaldırdı ve gülümsedi,
“Yarın musluğu tamir eder misin?”
" Arkadaşla konuştum yarın gelip bakacak,bugün pazar olduğu için kapalıymış."
Bazen bir kase çorba,bazen bir bardak su çok şeyler anlatır...