Hayatı Şiir Gibi Yaşamak İstiyorum


Hayatı Şiir Gibi Yaşamak İstiyorum

 

Bir imgenin peşinde koşarken, bazen şairliği gözden çıkarıp hayatın ütüsüz gömleklerine dönmek gerekir. Çünkü şiir, yalnızca sözcüklerin değil, aynı zamanda vicdanın da nöbetini tutar. Ve ben, hangi şairin kıyısından nasiplenirsem nasipleneyim, sonunda kendi içimin kıvrımlarında bulurum kendimi: yoz dürtülerin muhatabı, görüntü ihlali yapan dizelerin arasında. Hayatın resmini çekiyorum önce; sonra masmavi bir gezegen hayal ediyorum. Sözcüklerin kumpası ağırdır ama dayanabildiğim kadar içindeyim bu işin. Çünkü insan, kendi kelimelerinin yükünü taşımadan insan olamaz. Koşuya çıkmış bir rahvan at gibi dizginlerimi bırakıyorum. Bir yandan ütülenmeyi bekleyen giysilerim var; kış kapıya dayanmadan, bir sonraki mevsimin düşlerini ütülüyorum. Huyum kurusun, hangi mevsimin nöbetini tutuyorsam, ötekini içime erteliyorum. Ters açan bir lale gibi kapanıyorum kendime, arpacı kumrusu gibi dalıyorum derin düşüncelere.

Kepenkleri indirdim: önce günü dışladım, sonra geceyi koynuma aldım. Ve şiir olmaya meylettim. Böyle giderse ya üşüteceğim ya da üşüyeceğim. İyi de, ikisinin arasında ne fark var ki? Belki de fark, insanın kendi içindeki boşlukla yüzleşmesinde. Üşümek, dışarıdan gelen soğuk; üşütmek, içeriden yükselen kırılganlık.

İşte bu yüzden şiir, benim vicdanım. Ve vicdan, insanca bir kelime.

 

Üşümek, dışarıdan gelen soğuğun tenimize dokunmasıdır. Bir rüzgâr eser, kepenklerin arasından sızar, beden ürperir. Bu, dünyanın bize hatırlattığı bir kırılganlıktır. Üşütmek ise içeriden yükselen bir kırılganlıktır. İnsan, kendi içine kapanır, kendi kelimelerinin ağırlığını taşırken bir boşluk açılır. O boşlukta yalnızlık, kaygı, vicdanın sesi vardır. Üşütmek, dışarıdan değil içeriden gelen bir sarsıntıdır. İşte bu yüzden ikisinin arasındaki fark, yalnızca bedenle ruh arasındaki mesafedir. Beden üşür, ruh üşütür. Ve insan, bu ikisinin arasında bir köprü kurmaya çalışır.

Şiir, bu köprünün ta kendisidir. Çünkü şiir, hem dışarıdaki soğuğu hem içerideki kırılganlığı dile getirir. Bir dize, kepenkleri indirir; bir başka dize, geceyi koynuna alır. Ve sonunda insan, üşümekle üşütmek arasındaki farkı değil, ikisinin birleştiği noktayı hisseder: vicdanın titremesi. Belki de bu yüzden senin dediğin gibi, şiirler bizim vicdanımızdır. Vicdan, insanca bir kelime; şiir ise onun yankısı.

Meczup bir imgenin derdinde şiir, belki de gözden çıkarmalıyım şairliği; çünkü hayatın kendisi zaten şiirden daha çıplak, daha keskin. Bir kepenk gibi kapanıyor gün, geceyi koynuma alıyorum ve biliyorum ki her kapatış bir açılışın habercisi. Üşümek ile üşütmek arasındaki farkı soruyorum kendime: dışarıdan gelen soğukla içeriden yükselen kırılganlık arasında bir köprü kurmaya çalışıyorum. O köprüde yürüyen ben değilim yalnızca; vicdanım da adım atıyor, dizelerim de. Her mevsimin nöbetini tutarken, bir sonraki mevsimin düşlerini ütülüyorum. Bahar, içimde açan ters laleler; yaz, rahvan bir atın koşusu; kış, kepenklerin ardında saklanan yalnızlık; sonbahar ise arpacı kumrusunun derin düşünceleri. Ve işte, bütün bunların arasında şairliği bırakıp hayata dönmek değil mesele. Asıl mesele, hayatın kendisini şiir gibi yaşamak. Çünkü insan, şiiri gözden çıkarsa bile vicdanını çıkaramaz.

Hayatın çıplak taşlarına basmak, aslında şairliği terk etmek değil; kelimelerin süsünü bir kenara bırakıp yalın gerçeğe dokunmaktır. Taş, serttir; ayağı acıtır. Ama aynı zamanda taş, insanın yürüyüşünü gerçek kılar. Çünkü hiçbir yol, taşsız değildir. Meczup bir imgenin derdinde dolaşırken, birden fark ediyorum, imge, taşın üzerine düşen gölgedir. Taş ise gerçeğin kendisi. Gölgeyi takip etmek kolaydır; ama taşın üstünde yürümek cesaret ister. Üşümek ile üşütmek arasındaki fark da burada gizlidir. Taşın soğuğu ayağıma vurur, bedenim ürperir. Ama taşın sessizliği içime işler, ruhum titrer. İşte bu yüzden gerçeklik, hem dışarıdan hem içeriden insanı sınar.

Mevsimler de taşların üstünde nöbet tutar:

Bahar, taşların arasından çıkan ince bir filizdir.

Yaz, taşların sıcağında kavrulan çıplak ayaktır.

Sonbahar, taşların üstüne düşen yaprakların sessiz vedasıdır.

Kış, taşların buz kesmiş yalnızlığıdır.

Ve ben, bütün bunların arasında şairliği bırakıp hayata dönmek değil, hayatın taşlarını şiir gibi yürümek istiyorum. Çünkü insan, taşın sertliğini kabul etmeden kendi vicdanının yumuşaklığını anlayamaz.

 

Meczup bir imgenin derdinde değilim artık; bu kez serkeş bir hayalin eşiğinde duruyorum. Şairliği gözden çıkarmak değil mesele, belki de kelimelerin zincirini kırıp yeniden hayatın çıplak taşlarına basmak. Bir gün, göğün paslı kapısını aralıyorum; ertesi gün, rüzgârın omzuna yaslanıyorum. Sözcükler bazen bir tuzak, bazen bir sığınak. İçimdeki yankılar, bir mağaranın karanlığında çınlayan sesler gibi. Üşümek ile üşütmek arasındaki farkı sorarken, aslında kendime şunu soruyorum: dışarıdan gelen soğuğu mu taşıyorum, yoksa içimdeki boşluğu mu büyütüyorum? Bedenim ürperiyor, ruhum titriyor. İkisi birleşince ortaya çıkan şey, insanın kendi vicdanının yankısı oluyor.

Mevsimlerin nöbetini tutarken, her biri bana başka bir yüz gösteriyor:

Bahar… İçimde filizlenen sabırsız umutsuzlukların yok oluşu.

Yaz… Terli bir gövdenin özgürlüğe koşusu varma çabası.

Sonbahar… Dökülen yaprakların sessizce hasrete kapıyı açması…

Kış… Kepenklerin ardında saklanan içsel yalnızlığın başlaması…

Ve ben, bütün bunların arasında şairliği bırakıp hayata dönmek değil, hayatı şiir gibi yaşamak istiyorum. Çünkü insan, kelimeleri terk etse bile vicdanını terk edemez.

 

Bir gölgenin kıyısında duruyorum; şiir, bazen gölgedir, bazen ışık. Gölge, içimdeki kırılganlığı saklar; ışık ise gerçeğin çıplak yüzünü gösterir. Ve ben, ikisinin arasında yürürken şunu söylüyorum kendime: “İnsan, gölgesini kabul etmeden ışığını bulamaz.”

Suya eğiliyorum, yüzümün yansıması kırık bir aynaya benziyor. Ateşe yaklaşıyorum, ellerim yanıyor ama ruhum arınıyor. Su ve ateş, birbirine zıt gibi görünür; oysa ikisi de insanın içindeki dengeyi anlatır.

“Su, içimdeki sabrı; ateş, içimdeki cesareti büyütüyor.”

Yolun taşlarına basarken, yolculuğun kendisinin bir şiir olduğunu fark ediyorum. Her adım bir dize, her nefes bir metafor. Ve yol bana fısıldıyor:

“Varış değil, yürüyüş insana aittir.”

Mevsimler de bu yürüyüşün tanıkları

Bahar göğsümde filizlenen umut…

Yaz alnımda terleyen özgürlük.

Sonbahar avuçlarımda dökülen vedalar.

Kış içimde buz kesmiş yalnızlık.

Ama bütün bunların arasında şairliği bırakmak değil mesele. Asıl mesele, hayatın kendisini şiir gibi yaşamak. Çünkü vicdan, şiirin en merhametle dolu kelimesidir.

 

Rüya, içimdeki şiirdir; uyanıklık, dışarıdaki gerçeğin çıplak yüzü. Rüyada gökyüzü daha mavidir, taşlar daha yumuşak, insanlar daha insancadır. Uyanıklıkta ise gökyüzü paslıdır, taşlar serttir, insanlar kendi kepenklerini indirir.

“Rüya, içimdeki ihtimal; uyanıklık, dışarıdaki hakikattir.”

Rüyada koşan bir rahvan at gibi dizginlerim yoktur; uyanıklıkta ise her adım taşın sertliğini hatırlatır. Rüyada ters açan laleler bile bana umut verir; uyanıklıkta ise arpacı kumrusu gibi derin düşüncelere dalarım.

“Rüya, vicdanın hayali; uyanıklık, vicdanın sınavıdır.”

Geceyi koynuma aldığımda rüyalarımda masmavi gezegenler kurarım. Güneşi karşıladığımda ise uyanıklık bana ütülenmemiş gömlekleri, ertelenmiş işleri hatırlatır. Ama biliyorum ki ikisi de insanca bir yolculuğun parçasıdır.

“İnsan, rüyasında kendini bulur; uyanıklığında kendini sınar.”

Ve ben, şairliği bırakıp hayata dönmek değil, rüya ile uyanıklık arasında bir köprü kurmak istiyorum. Çünkü şiir, rüyanın dili; vicdan, uyanıklığın sesidir.

 Mehmet Aluç

Not: Bu deneme yazım Yıldız Gülüm kardeşimin “ Gerçek Şair... Mizahi Öykü...” başlıklı yazısının metaforu ile yazılmış birkaç mısrası ile ilham alarak yazılmıştır.

Not: Görsel alıntıdır.


( Hayatı Şiir Gibi Yaşamak İstiyorum başlıklı yazı kul mehmet tarafından 20.11.2025 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu