Zaman akıp gidiyor. İnsanlar değişiyor, değerler değişiyor, algılar değişiyor, farkındalıklar değişiyor velhasıl-ı kelam dünya değişiyor. Zaman karşısında değişmeyen şeylerin sayısı oldukça az. Elbette bir de değişmemesi gereken şeyler var. Ne kadar zaman geçerse geçsin saygı değişmemeli örneğin. Bundan bin yıl öncede insanlar birbirlerine saygı duymalılar, bundan bin yıl sonra da insanlar birbirlerine saygı duymalılar. O zaman bu cihetten bakıldığında zaman içinde gerçekleşen değişimleri pozitif değişimler ve negatif değişimler olarak iki kısma ayırmak mümkün hale geliyor. Yani eğer zaman içinde saygının yitirildiği bir değişim yaşanmışsa bu tür bir değişime negatif değişim denilebilir. Aynı şekilde zaman içinde saygının arttığı türde bir değişim yaşanmışsa buna da pozitif değişim denilebilir. Elbette bu bahsettiğim sınıflandırmanın bilimsel bir temeli yoktur. Bu tamamen benim kendi düşüncem.

 

Ömrümce insanların birbirlerine karşı saygılı davranması gerektiğine inandım ve hayatımdaki insanlarla saygı çerçevesinde ilişkiler kurmaya gayret gösterdim. Ancak son yıllarda insan ilişkilerini bu çerçeve içerisinde tutmak oldukça zor bir hale geldi. Zira kabalığın ve nezaketsizliğin bir tür övünç meselesi hale getirildiği bir dönem içerisinde yaşamaya başladık dersem sanırım yanlış yazmış olmam. Çocukluk ve gençlik yılarımda tabiri caizse her işin bir raconu vardı. İster öğrenci olun, ister işçi olun, ister memur olun herkesin kendine özgü olarak kullandığı bir saygı dili mevcuttu. Ancak bu saygı dili zamanla yitirildi. Şimdilerde okumuş yazmış, mektep medrese görmüş mühim makamlardaki kimseler bile öyle bir dil kullanıyorlar ki kullandıkları dil ve davranışlardan sanki hiç okumadıklarını, mağaradan yeni çıktıklarını düşünüyorsunuz. Bu oldukça vahim bir durum. Çünkü devir öyle bir hale gelmiş ki insanlar işlerini kabalık ve saygısızlık dilinden başa bir dil ile halledemez hale gelmiş. Üstelik yalnızca iş ilişkilerinde değil toplumun her bir zerresinde belirginleşmiş bir kabalık söz konusu. Aynı apartmanda oturan komşular birbirleriyle selamlaşmıyorlar bile. Aynı iş yerinde çalışan insanlar birbirlerinin sınırlarını tanımıyorlar. Trafikte insanlar sanki topyekûn yol kapma derdinde. Hastanelerde, kamu kurumlarında, alışveriş merkezlerinde kimse sıra beklemek istemiyor. “Günaydın, iyi günler, kolay gelsin, teşekkür ederim, rica ederim.” gibi sözler sanki bir daha kullanılmamak üzere rafa kaldırılmış gibi. Önceleri bu tip kabalıklara ve nezaketsizliklere sahip insanlar toplum tarafından kınanırdı, dışlanırdı. Şimdilerde bu mekanizma da devre dışı bırakılmış gibi. Aksine saygılı, nazik insanlar sanki bir zayıflık göstermişçesine dışlanıyorlar, öteleniyorlar. Kabalık desteklendikçe büyüyor ve büyüdükçe destekleniyor. Artık insanlar birbirlerine saygı duymuyorlar. Medenilik göz ardı edilmiş ve bu kabalık kültürü meşru kültür olarak herkesçe kabul edilmiş gibi. Bu durum benim gibi insanlar için oldukça endişe verici bir durum olsa da toplum için artık sıradan bir hale gelmiş. Açıkçası ben bu kabalık ve nezaketsizlik kültüründen çok rahatsızlık duyuyorum.

 

Bir zamanlar toplumda bahsettiğim türde kabalık ve nezaketsizliği sergileyen insanlar o kadar azdı ki bu insanların yaşamlarını anlatan kitaplar yazılır ve filmler çekilirdi. Ancak sanırım yazılı ve görsel edebiyatta bu tür karakterlerin sıkça kullanılması toplumda bu tür insanların sayısının artmasına neden oldu. Ayrıca eğitim kalitesinin düşmesi, aile içi eğitimin yetirince etkin olmaması ve eğitimsiz ailelerde yetişen insanların alması gereken adab-ı muaşaret eğitimini hiçbir yerde alamaması bu tür bir sonuca neden oldu. Velhasıl, bugün içinde yaşadığımız toplumda nezaket neredeyse bir yabancıya dönüşmüş durumda. Bir zamanlar insan ilişkilerinin çimentosu olan o ince davranışlar, o latif sözler ve o gönül okşayan küçük jestler, adeta tarihin tozlu raflarına kaldırılmış gibi. Ne var ki toplum, bu kaybın ne anlama geldiğini henüz idrak etmiş değil. Çünkü kabalığın gölgesi insanın üzerine çöktüğünde, birey önce bu karanlığa alışır, sonra karanlığı normal sanmaya başlar; nihayetinde de ışığı yadırgar hale gelir. İşte bugün, saygıyı savunan insanların “fazla duygusal”, “gereksiz hassas”, “hayatın gerçeklerinden uzak” olarak yaftalanması da bu ruh hâlinin bir sonucudur. Oysa unutulan bir hakikat var: Saygı yalnızca bir davranış biçimi değildir; bir toplumun ruhunu ayakta tutan görünmez bir direktir. Bu direk kırıldığında, bina ayakta gibi görünse de içten içe çürümeye başlar. Nitekim bugün gördüğümüz toplumsal çürümüşlük, tam da bu görünmez direğin kırılmış olmasının neticesidir. Nezaket kaybolunca, iletişim değil çatışma artar; anlayış değil tahammülsüzlük çoğalır; empati değil bencillik kök salar. İnsanlar artık birbirlerini anlamaya değil, alt etmeye çalışır hâle gelmiştir. Herkes, kelimelerle ve davranışlarla birbirine hükmetmenin peşinde koşar olmuştur. En hazini ise şu: Saygı ve nezaket artık bir lüksmüş gibi algılanıyor. “Bu devirde fazla iyi olursan ezilirsin.”, “Nazik olmak seni geri bırakır.” gibi sözlerin yaygınlaşması, toplumun ruh hâlini veciz bir şekilde özetliyor. İnsanlar, kalplerinin güzelliğinden değil, dillerinin keskinliğinden medet umar hâle gelmişlerdir. Kabalık, bir tür güç gösterisine; hoyratlık, bir tür meziyete; ses yükseltmek ise haklı olmanın kanıtına dönüştürülmüştür. Halbuki haklı olmak için bağırmaya gerek yoktur. İnsan ne kadar bağırıyorsa, aslında hakikatten o kadar uzaklaşıyordur.

 

Bütün bunların üzerine, modern dünyanın hızına kapılan insanlar artık düşünmeye bile vakit ayırmıyor. İlişkiler hızlı, konuşmalar hızlı, öfkelenmek hızlı. Durup nefes almayı, karşısındakini bir insan olarak görmeyi unuttu toplum. Eskiden bir insanı incitmek ayıp, gönül kırmak günah sayılırdı. Şimdi ise insanlar gönül kırmaktan çekinmiyor; hatta çoğu zaman bunun farkına bile varmıyor. Çünkü kalpler, farkındalığını sessizce yitirdi. Belki de bu kaybediş o kadar gürültülü oldu ki neyi kaybettiğimizi bile anlayamadık.

( Bir Varmış Bir Yokmuş Saygı başlıklı yazı MESUT ÇİFTCİ tarafından 2.12.2025 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu