Yatağımın gül kurulu yalnızlığı
Ödüm kalın ipliklerle bağlı
Sevişmelerimsizliğim koydum bendeki adını
Gecenin körlüğü renkdaşlığından bu kadar ecel
Bu kadar yırtık
Bu kadar çöl
Göremediklerimden yoğruldu ayrılığın üstelik
Ne kadar sessiz ahlar sığdırmışım şu gencecik sevdamıza
Böyle havalardan aldatılır dedin sevgili demek
Cevapsızlıklarının İlâhlığına yakılıyor Ankara'nın ayazı
Öyle uyuştu ki erkek gibi sarıldığın ruhumun şömineli evleri
Artık Tanrı da yok bu adaleti helâk eden sözlerin de
Ey yolcu otobüslerinin cam pervasızlığını fasıllaştıran kenarları
Şöyle bir yere kıvrılıp
Sokağın tam göbeğinde
Ne kadar gözyaşları varsa
Tutup perçeminden
Özgürlüğün el pençe divan sırlarına bırakıp
Nasıl uçurumca ağlayarak uçtuklarını
Kıyamet bakışlarından seyredesim var
Var
Var çünkü, kalbimin sızısında acı bir rüzgâr
En çok koyan esmeriymiş vedaların
Tenha kokulu unutamayışlarımın en vahşi izlerine yenildiğim kadın
Artık o kara kaşında, kara gözünde değilim
Neler geldi geçti sensizliğinden
Duvara verip kendimi
Evimi başıma yıkmalardayım
Artık bir boşluğum var
Ardında bıraktığın
Bir de kâr gütmeyen sıradanlığın
Ne olduğumu ne sen sor ne de ben söyleyeyim
Nasılsa bir gün anlarsın