Çaycı Ahmet

Belki de şiirlerimizin gücü samimiyetten geliyor .
Aşkla yazıyoruz.
Kalbin dili tek,
Kalbi ilhamlarla işaretliyoruz
desem…
Zaman içinde 
göreceliğin taşkınındaki ,
o kekremsi tat ,
bazı duyguları geliştiriyor bizde.

Ufkun arkasında ,
yıllardır zihinde gezdirilen,
kendisiyle defterler doldurulan ,
bilek ağrıtan,
uyku bölen ,
bir şey işte, 
yazmak.

Bir sinema filmi gibi .
Bir ağacı kökünden keserken ,
denizleri çöplüğe çevirirken,
bir çiçeği koparırken ,
yaptığımız tek şey ,
hayatı yok etmek olmuyor mu .

Yarım nefes durup düşünmek gerekiyor dostlar. 
Durmalı ve içimizde kalan donmamış parçaları ,
koruma altına almalıyız. 
Evvela kendimize verdiğimiz değerin 
nedenini hatırlayıp başlamalıyız belki de.
Zorlansak da yaratılan her varlıkla 
bir bağımız olduğunu yeniden hatırlamak fena olmazdı... 

Hepimizin çevresinde kayıplar oluyor.
Ortak acılar yaşıyoruz
Ciğerimizin yerinde durduğunu görmüşken ,
vicdanlarımızda da donmamış noktalar olduğunu hatırlayalım.
Yeniden selam vermeye başlayalım
sıkıntıları unutturacak tebessümleri sunarak .

Bu da geçer ya hu perdesinden 
omuz verelim
umut olalım, 
dost meclisine varıp diz kıralım
Velhasıl kahvenin hatırını telvesinden alıp 
kırk yıla yeniden yaymak fena mı olur 

Şu döne döne nevri şaşmış dünyada, 
onunla birlikte dönen bir kent 
ve o kentte de yerinde sayan bir mahalle vardı. 
O mahallede ise birçok insan, 
birçok dil, bir düzineden fazla dedikodu... 

Ama bir tane kahvehane bulunurdu sadece
Bütün önemsiz meseleler ,
orada görüşülüp ,
mühim bir hâle bürünür 
ve o dört duvar arasında kat kat büyüyerek 
evlere yayılıverirdi. 

Ne konuşulursa konuşulsun, 
iki ayağı olan insanlar arkasını dönüp gidemezdi oradan. 
Gitmezdi yani. 
Öyle bir yerdi. 
Hatta gelin, neleri işitip neleri yuttuğunu 
köşedeki çay ocağına soralım, desem 
ocağın fokur fokur kaynayan suyu 
buz keserdi de 
yine cevap veremezdi. 

İlk defa Ahmet’ten bahsediyordu bu leylekler meclisi. 
İlk defa; önemsiz kullardan biri olan Ahmet’ten bahsediyorlardı. 
Simitçi Ahmet’ten. 
Ahmet ise, mahallelinin çayını ve günahı kıtlayarak içtiği bu saatlerde, 
sabaha ya kısmet deyip 
çoktan yün yorganının altına girmişti. 

Ahmet, adının, kahvehanenin tahtalarını gıcırdatmasından 
tam bir hafta önce 
her zamanki gibi yine
erken kalkmış ‘ya nasip’ kapısına sığınmıştı. 
Günün ilk ışıklarıyla simit teknesini yüklenmiş, 
yoluna koyulmuştu ,karısından helallik alıp. 
Yolu, çalışmak yoluydu. 
Bir sıraya koyardı ,yapacağı tüm işleri 
Allah fırsat verirse de yapardı hepsini 

Bir mesele vardı, günlerdir kafasında dolaşan 
Oğlunun iki gün sonraki mezuniyetinde giyeceği, 
henüz olmayan ceketini 
bir türlü sıraya oturtamamıştı. 
Aklından sildikçe tekrar yolunu kesiyordu bu meret. 
Ne yapsa 
ne etse diye düşünürken eli, 
boynunda taşıdığı keseye gitti. 

Kesenin içi kefeniyle doluydu. 
Uzun uzun düşündü. 
Sonunda, ya nasip, diyerek mahallenin terzisinin yolunu tuttu. 
Gidip kefen parasını koydu masanın üstüne 
ve bana astarsız bir ceket dikiver, dedi Ahmet.

Zaman geçmiş, 
terzi ceketi dikmiş, 
Ahmet de sırtına giyip oğlunun mezuniyetine gitmiş. 
Sonraki günlerde ise ceketini üstünde 
kefen niyetine taşımaya devam etmişti. 
Ne olduysa ,
olanlar  zaten bundan sonra olmuştu. 

Ömründe kollarına gömlek dışında 
başka bir şey geçirmemiş olan mahalleli, 
ceketi Ahmet’e, 
Ahmet’i cekete yakıştıramamıştı. 
Ve artık kahvehanede çayın yanına 
simitçinin ceketi söyleniyordu. 

Bir çay; Ahmet, ceket diktirmiş. 
Bir çay daha; ceketine bir de astar ekletmiş. 
Çayları tazele; hele bakın siz şu artiste, 
bir de salına salına gezermiş mahallede.

Dördüncü çay, beşinci çay derken... 
Oyunlar bitip yeniden kurulurken... 
Kış gelmiş, mahallenin üstüne bir bulut gibi çöküvermiş. 
O kış, ölüm mahallede elini kolunu sallayarak dolaşırken 
gelip bir yoksulun kapısının önünde durmuş.

O yoksul bizim Ahmet’ten başkasıydı. 
Yeri, yurdu, kökü, kimsesi bilinmez bir garibandı. 
Zatürreden öldü, dediler onun için. 
Bütün mahalle bir araya geldi. 
Şu garibin cenazesini kaldıralım, diye düşündüler. 

Ne olduysa konu değişti. 
Biri kredi borcundan, 
biri çocuğunu evlendireceğinden, 
biri aylardır işsiz olduğundan, 
bir diğeri henüz yatırmadığı faturalarından, 
ötekiler de başka şeylerden bahsetmeye başladı. 

Onlar yakına dursun, 
çoktan terzinin yolunu tutmuştu Ahmet.
Ertesi gün ,
garibanın cenaze namazı kılındıktan sonra ,
ahali yine kahvehaneye geçti.
İçeriden “Vah zavallı, ah yetim, 
vay gitti daha gencecikti...” 
diye yükselen ağıtlar, 
terzi Mahmut’u görünce methiyelere evrildi. 

“Vay ne iyi ettin Mahmut, 
Allah razı olsun senden, ah ne büyük sevap...” 
Terzi önce afalladı. 
Ahalinin ortasına bir sandalye çekip oturdu sonra da.
Lafa girdi. “Yanlış anladınız ağalar, 
bende para ne gezer. 
Düneyin Ahmet Bey geldi dükkâna. 
Ceketini çıkarıp elime verdi, 
bunu al da on metre bez kes, 
garibanın cenazesini kaldıralım, dedi. 
Sonra da, ya nasip, deyip çıkıverdi.” 

Hep bir ağızdan; 
“Vaay, Ahmet Bey hakikatli adammış.” naraları yükseldi
Öyle ya, Ahmet hakikatli kullardan biri idi. 
Üstelik artık ‘Bey’ idi. 
Mahalleli ise o günden sonra 
uzun bir sessizlik orucuna niyetlendi. 

Bu vesileyle kahvehanenin duvarları 
ilk defa camın kenarındaki radyoyu işitti. 
Barış Manço, radyodan çıkıp 
mahallenin sokakları arasında geziniyordu; 

“...Sonunda herkes anladı, 
ya nasip ya kısmeti 
İbretiâlem oldu Ahmet Bey’in ceketi 
Meğerse tüm keramet 
ceketteymiş be Ahmet ”

redfer

( Çaycı Ahmet başlıklı yazı redfer tarafından 12/5/2025 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu