Verimli toprakları ile meşhur bir ilimiz. Birçok hikaye ve romana konu olan bu topraklarda sayısız insan yaşamı ve hikayeleri geçti. Feodal yapıda ki bu toplum yaşamında birçok insanın hayatı karardı, battı, perişan oldu. İnce Memed'ler Kalın Hüseyin'ler, Derviş Ağa'lar, Eşkiyalar burada yaşadı. Buralarda zamanına göre kurt keçi, keçi kurt olurken eşekte tabii ki her zaman her yerde olduğu gibi yine eşekti...Alparslan Malazgirt'e girdiğinden bu yana kaç yüzyıl geçmiş olsa da, buranın yaşam şekli, örf adetleri, bir türlü değişmedi. Sistem, düzen aynı şekilde tam gaz yoluna devam etti. Dökülen kanlardan, dökülen göz yaşlarından seller, sellerden ırmaklar, dereler, derelerden ise barajlar oluştu. Ama düzen hiç değişmedi.

    Ankara ve gelen hükümetlerin yaptığı fedakarlıklar, cefakarlıklar bile çare olmadı. Kaç bakan kaç milletvekili bu topraklarda ağıtlar yaksada çözüm bulunamadı. Yazarlarımızdan Yaşar Kemal, Kemal Tahir'ler, Orhan Kemal'ler dahi yaza yaza fenalık geçirmişler, felç olmuşlar, mapuslara düşmüşlerse de durum yine de düzelmemiştir. Fakat ümidi kaybetmemek lazım gelir ki bir kaç yüzyıl sonra inşallah bu durumlar düzelecektir. Hikayemizde yaşanmış olaylardan bir hadisedir...

  Rivayete göre  bahar da yine  çiçekler açmıştı. Nisan yağmurları ılık ılık yağıyordu. Güneş bile arada sırada kayboluyor birden çoşkuyla parlıyordu. Arılar vızıldıyor, çekirgeler zıplıyor, kargalar gaklıyor, eşekler anırıyordu.... Tarlalar yeşilliklerini çıkarmış ortalığa yaymıştı. Sebzeler adeta haykırıyordu:

"Ey insanlar yeter artık, toplayın beni, yiyin beni" diyordu. 

  Gerçek bir cennet ortalığa hakimdi. Bir inek, sığır sürüsü kendi alanında otlarken, ortalık güllük gülistanlıktı. Fakat yazgı yani kötü kader, bugün kendisini gösterecekti. Bu kader bazı insanların başına çorap örmek için çoktan iplerini hazırlamıştı. Kaderin ağları, oltaları artık hazırdı. İşte yaşamın üç temel direği olan doğa, insan ve hayvanın farkında olmadan çatışması sonucu meydana gelen olayda bir köy halkı cephe savaşı yapacaktı. Bu topraklara ve ovalara kan sızmaya başladı. Gökyüzü kızıla bürünüyordu...Rivayete göre bütün herşey uzaktan geçen bir trenin düdük çalmasıyla başladı.

    Otlayan sığır, inek sürüsü bu trenin sesiyle irkilmişti. Sürüden bir inek trenin geçişini seyrederken, ağzındaki otu zorlukla çiğniyordu. İnek az ötedeki marul tarlasını fark etti. Marul tarlası yemyeşildi. İneğin gözleri bu tarlaya odaklanmıştı artık. Biraz boğazına düşkün olan bu ineğin çiğnediği ot gırtlağında tıkandı kaldı. İnek hayvansal içgüdüsü ile sürüsünden ayrılarak marul tarlasına doğru giderken işleyeceği suçun henüz farkında değildi... Sürüdeki diğer danalar, inekler, sığırlar otlarını yerken bizim asi inek marul tarlasına girmişti bile.
 
   Sürünün sorumlu çobanı ise bir ağacın dibine yaslanmış olduğu halde oturuyordu...Şehirde bir gazete bayisinden elindeki bir porno dergisine bakarak ihtiyacını giderirken ineğin sürüden ayrılmasını ne yazık ki fark edememişti. Marullar gerçekten nefisti, inek doymak nedir bilmiyordu. 

Ama görülmeyen bir yerden hain bir tüfeğin namlusu ineğe doğru hedefine kilitlenmişti. Tetikteki parmak titriyordu. İnek kafasını eğdiğinde namlu da eğiliyor, kafa kalktığında namlu da kalkıyordu. Hain parmak tetiğe bastı. Silah sesleri peşpeşe vadide yankılandı.
 
PAT.. PAT.. ÇAT.. ÇAT..

Çat-- Çat --   Pat --Pat

İneğin son yemeği bir maruldu artık....Çoban aniden korkuyla irkildi. Tam işi bitirmek üzereyken çıkan silah sesleri çobanı perişan etti. Acele bir şekilde aletini fermuarının içine sokarken, merakla çevresine baktı...Sürüdeki bütün inek ve sığırlar da korkmuştu...Zaten tabiat kanunu gereği korkak olan bu hayvanların korkuları ikiye katlanmıştı. Hepsi de ot yemeyi bıraktı, iştahları kesilmişti. Nihayet görmüştü çoban. Marul tarlasında yatan ineğin ölüsünü fark etti. Panik içinde hemen sürüyü saydı...Bir tane eksikti. Koşarak marul tarlasına indi, inek yerde yatıyordu. Marul'un yarısı ağzındaydı ve marul'un etrafında kan bir oluk gibi akıyordu. Çoban yere çöktü ve haykırdı:

"Yandım anam yandım, galk nazlı galk hadi" 
 
İneğin kafasını oynattı... Çoban korku ve endişe içerisinde büzüldü, süzüldü... Sürünün en güzel, en asil, en soylu ineği Nazlı inek'ti...İnek neyse de, ineğin sahibi fena, kötü, belalı bir adamdı. Adanalı Celal bu yörenin en tehlikeli adamı sayılırdı. Dahası cinayetten on yıl yatan Adanalı Celal aftan faydalanıp yeni tahliye olmuştu. Celal üç kişiyi öldürdüğünde hapishane de ona Helal Adanalı Celal demişlerdi. 

"Ah yandım ah, Celal ağa beni vurur, yandım anam ah" diye inledi..

Bu vaziyette köye gitse Celal ağa bu çobanı kesinlikle vururdu. Çobanın aklına her köylü gibi jandarma geldi. Jandarma karakoluna doğru koşmaya başladı çoban...

Haber köye tez ulaşmıştı. Bütün köyde dedikodular kasırga gibi büyümeye başladı.
- Kimi vurmuşlar?
- Yahu Nazlı'yı vurmuşlar.
- Reşo ağanın kızı Nazlıyı mı vurmuşlar?
- Yok be kardeşim Adanalı Celal'in ineği Nazlıyı vurmuşlar.
- Deme be!
- Dedim bile be!
- Kim vurmuş?
- Durmuşların marul tarlasında vurmuşlar.
- Niye vurmuşlar?
- Ne bileyim be vurmuşlar işte
- Deme be!
- Dedim bile be!
- Vah ki vah..
- Oh ki oh..
- Kim vurmuştur acaba?
- Cabbar vurmuştur.
- Durmuşun büyük oğlu Cabbar mı?
- Yok amcasının oğlu Cabbar.
- Tövbe ki böyle soru mu olur.
- Hayret ki hayret soruya bak.
- Vallahi gan dökülür. 
- Celal hepsine kıyar namussuzum. 
- Öyle deme Celal de Durmuşun bacanağını iki ağaç yüzünden vurmuştu ya.
- Demek ki Cabbar'da intikam için Nazlı ineği vurdu.
- Vah ki vah, Oh ki oh..
-  Lan artık bu köyde durulmaz.
- Ulan nereye gideriz, bize ne kim kimi vurursa vursun..
- Lan doğru söylüyon da, kaza ile arada biz gitmeyelim.
- Ulan oğlum onbeş gün evden çıkmayız vurulan vurulur, ölen ölür, sonra jandarma da ortalığı temizler, sonra biz de dışarı çıkarız.
- Aklını mı devşirdin lan, ne yeriz ne içeriz?
- Tövbe tövbe, bok ye lan, kurşunu yersen aklın başına gelir.
- Rüstem emmi doğru söyler evden çıkmayalım bir müddet.


 Kaymakam beyin misafirleri vardı...Bir kaç arkadaşı ile evde mangal partisi veren kaymakam aniden çalan bu telefon yüzünden kızdı... Telefonu açan kaymakam sinirliydi.. 
"Yine ne oldu ya sabır, ne oldu kumandan bey?"
-Kaymakam bey rahatsız ettim fakat önemli bir durum var."
-Ya sabır ya sabır ya ilaheillallah, anlat fazla uzatma ne oldu?
-Efendim mıntıkamızdaki eşekciler köyünde bir inek vurulmuş; hem de silahla.
-Beni bir inek için mi rahatsız ediyorsunuz, sen şaşırdın mı başçavuş ne diyorsun?
-Efendim yanlış anlaşılmasın bu köyde eski bir kan davası olayı var. Durmuş denilen şahsın tarlasında vurulan ineğin sahibi Adanalı Celal lakaplı bir şahıs. Bu şahıs geçmişte uzun bir süre hapis yatıp yeni çıkmış. Üstelik Durmuş'un yakınlarından birisini vurmuş. Ben bu olayın intikam amacıyla yapıldığını zannediyorum. Sizden izin isteyecektim bir çatışma olmasın, takviye kuvvet alayım diye efendim. 

-Bak kumandan efendi, inek olayını araştır, inek öldürmekle adam öldürmek arasındaki farkı hala anlayamamışsın galiba...Ben veteriner miyim he bana ne milletin ineğinden? Şahit var mı; görgü tanığı var mı?
-Yok efendim sadece söylentiler var. 
- Bak kumandan inek cinayetinden hiç hüküm giymiş birini gördün mü veya yakaladın mı? 
- Şey yok efendim yani kaymakam bey şunu diyecektim ki.Bu adamın  çok belalı üstelik psikopat, manyak bir tip olduğu söyleniyor, bilmenizi isterim sonra şey olmasın diyecektim...
 
Telefon ahizesi sertçe kapandı... Komutan karşısındaki çobana hiç hissettirmedi, konuşmasına devam eder gibi "emredersiniz, tabi tabi haklısınız efendim" diyerek telefonu kapattı. Çobana sertçe çıkıştı:
"Tamam sen defol git ulan, git biz gerekeni yapacağız anlaşıldı mı?" 

Adanalı Celal'in karısı dizlerini dövüyor ağlıyor, haykırıyordu... 
-"Ula Durmuş ocağımıza incir diktin, Allah belanı versin ne istedin Nazlımdan, ah ki ah duyun komşular duyun Durmuş alçağının yaptığını, zavallı Nazlıma kıydılar, Allahın gazabına uğrayasın Durmuş soyun sopun kurusun hemi, Allahından bulasın emi." 

Komşu kadınlar Celalin karısına sarılıp destek sağlarken kolonya ile bazen de tiner ile  Kara Hatice'nin ellerini alnını ovuyordu. Kadın bir ayılıp bir bayılıyordu...Eşekçiler köyünde matem havası vardı, herkes huzursuzdu, güneş kapanmıştı, yağmur durmuştu. Arılar vızıldamıyordu, köpekler havlamıyordu. Hayat  durmuştu... Bu köye artık bela bulaşmıştı. Köyün yaşlıları, muhtarı, imamı oturup duruma bir çare bulmak için toplanmıştı. 

Köy meclisinde çıt çıkmıyordu. İhtiyar heyetindekiler, ihtiyarladığına pişman olmuşlardı. Muhtar muhtar olduğuna, hoca hoca olduğuna bin pişman olmuştu. Düşünüyorlar tartışıyorlar bir çare bulamıyorlardı. Adanalı Celal acımasız biriydi, konuşmak tartışmak mümkün değildi. Nasıl ikna edeceklerdi, bu adam fenaydı herkes korkardı. Bırakın Celal'i Hatice vardı, namlı Kara Hatice. Adanalı Celal'in karısı Hatice'nin bile iki cinayeti vardı. Altı yıl hapis yatmış Adana hapishanesinde karılar koğuşunun ağalığını da yapmıştı. Bir mahkum kadını bile şişlemişti. Kadından çok erkek gibiydi. Haftalık sakal, bıyık traşı olurdu. Tesbih sallar, tabanca taşırdı. Haber Adanalı Celal'in kulağına gelmeden karısı şimdiye kadar birkaç kişiyi  vurabilirdi.

   İhtiyar heyeti korkuyordu... Nerdeydi devlet, neredeydi hükümet, nerdeydi adalet, neredeydi Ankara? 

Köy odasında yüzleri asık insanlar oturuyordu. Muhtar'ın tesbih çekmesinden başka bir ses yoktu. Hoca da sakallarını habire kayışıp duruyordu...Bir yatalak ihtiyarı evinden apar topar sedyeyle getirmişlerdi...İhtiyar heyetinin baş ihtiyarı Koca Musa Dede öksürükleriyle sessizliğe eşlik ederken, herkesi kara bir düşünce sarmıştı sarmalamıştı.İhtiyar heyeti bazen hapşırırken, aksırıyor, hırlıyordu...Bazıları ise çıkardıkları balgamı,bir torba da biriktiriyordu.Heyetten yayılan çürüme kokusu yüzünden, köy odasının havası çekilmez haldeydi...Heyet mezarlık kokuyordu.. Herkes birbine göz atıyor fakat kimse ne diyeceğini bilmiyor, biri sözü açsa da konuşsa diye birbirlerini yokluyordu. 

   Hepsi şaşırmıştı. Musa Dede ihtiyarlığının vermiş olduğu sorumluluk gereği konuşmasının gerektiğini biliyor fakat konuşamıyordu. Ömrünün son günlerini yaşarken birden bu bela nereden çıkmıştı? Onu düşünüyordu. Hoca bu olaydan acaba kaç ceset çıkar, bana ne iş düşer, bu kadar iş arasında al bir de bu iş diye derin düşünceler içerisindeydi...Muhtar ise seçimlerin yaklaştığını ve gelecek seçimin sonucunu düşünüyordu. Zaten geçen seçimi beş oy farkla zor kazanmıştı. Üstelik Adanalı Celal'in ailesi ve Durmuş'un ailesi Muhtar'a oy vermişti. Şimdi bu olayda oy kaybına uğrayabilir ve tabii ki azılı rakibi hain  Şemsettin Muhtarlığı alabilirdi. En az iki iç ölü sonuçta iki üç kişi hapishaneye girse, bu beş altı oy da gidebilirdi.

   Aşağı tükürse sakal, yukarı tükürse bıyık misali tükürmenin bir başka yolunu icat etmeyi düşündü. Sessizliği bozan Muhtar oldu:
-"Dede Musa ne dersin bu işe?"

İrkildi Musa Dede.
- Hangi işe?
 
Dedi demesine ama iş belli olduğu için hemen kıvırmak zorunda kaldı.
-Ha Celallen Durmuş'un meseleyi diyon, hemi muhtar? Vallahi ne diyeyim bilmem ki. Sen ne dersin hoca, bu işe bir hal çaresi var mıdır? Dinimiz ne der sence?  derken topu hocaya attı.

Hoca "tövbe tövbe" çekti içinden. "Kendi dertlerini bana soruyorlar deyyuslar, ben kaymakam mıyım sanki tövbe tövbe"

Hoca sakalını karıştırarak bir süre düşündü. Herkes hocaya merakla bakıyordu, her derde deva olan hoca bu derde nasıl bir çare bulacaktı. Konuştu hoca :
"Efendiler vakti ile Hz. Ömer efendimiz zamanında da böyle olaylar oluyormuş. Fakat Ömer Efendimiz'in adaleti hemen çaresini bulurmuş, lakin günümüzde nerede o eski günler, nerede o adalet. Gavurların kanunlarıyla devlet yönetilirse olacağı budur, ben bir kitaba bakayım, uygun olan nedir, şeriat hükümleri nedir, bir usulü bir kaidesi olması lazım gelir. Sen ne dersin muhtar?" dedikten sonra sustu..İkinci top atışını yapmıştı...

Top tekrar muhtara gelmişti. Muhtar kin ve nefretle hem İhtiyar heyetine, hem hocaya baktı. İçinden :
"Ulan hergeleler, şerefsizler sütün yoğurdunu kaymağını yersiniz, sıkıştınızmı da muhtar çare bul dersiniz. Namussuz herifler sizi." dedi ama kimse tabii ki duymadı...

Muhtar tesbihini sinirli sinirli çekti ve durdu:
-"Bana kalırsa aracı olmakta fayda vardır, iki tarafla da hemen görüşmek lazım gelir. Ben derim ki Musa Dede ile Hoca Efendi Adanalı Celal ve Kara Hatice ile görüşsün. Ben de Durmuş Ağaylan görüşeyim ne dersiniz?"

Hoca ile Dede Musa hemen paniğe kapıldı. İkisi birden yüksek sesle itiraz etti.
"Yok yok Muhtar biz Durmuşla görüşek, sen Kara Hatice'yle görüşsen daha uygun olur"  

Muhtar tekrar küfürleri saydırdı heyetine de hocaya da. Birden hocanın sesi duyuldu:
-"Sizce kabahat kimdedir, asıl suçlu kimdir. Suçun günahın vebali kimdedir, inek tarlaya girmiştir ama ölümü haketmiş midir, netice itibari inek inektir, Cabbar ineği neden vurmuştur, ne nedir ne değildir ağalar?" 

Hocanın peş peşe sıraladığı sorulara ihtiyar heyeti öksürerek, hırlayarak karşılık verirken muhtar da  koca tesbihinin şak şuk sesiyle karşılık verdi ama kimse bir kelime etmedi. 

BİRİNCİ BÖLÜMÜN SONU!
( Eşekler Köyü 1 başlıklı yazı Şenol Durmuş tarafından 28.02.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu